Ya Erdoğan ya da gerisi tufan mı?
Fotoğraf: DHA
Başlık, “Yapay Kült’ün yıkımı ve büyüyen tehdit!” de olabilirdi. Zira, “bu kardeşinize saldıranlar Türkiye’ye saldırıyorlar” sözü ve tamamlayıcı olarak söylenenler, Erdoğan’ın kendisiyle ülke ve ona göre “millet”, gerçekte birden fazla ulus ve ulusal topluluklardan 80 milyonu aşkın insan arasında kurduğu denklem üzerinden genişletilip büyütülecek yıkım ve tehdidi haber veriyor. Gezi direnişi üzerine bitmeyen kin, muhaliflere alenen küfür sınırlarını aşarak farklı siyasal partilerin etkisi altındaki, farklı görüş ve “inanç”lara sahip, değer verdikleri öncelikleri farklı toplum kesimlerini birbirine karşı kışkırtıcı fanatizme genişlemiştir.
Türkiye’yi yönetenlerin daha önceki süreçlerde de sıkıştıkları durumlarda provokasyonlara baş vurarak yönetimde kalmayı, bundan da önemlisi halkın, özellikle de işçi sınıfının sermaye karşıtı mücadelesinin ileri boyutlara varmasının önünü kesmeye çalıştıkları biliniyor. Ancak, dini motif ve simgelerin, iktidar gücünü elde tutarak saltanatı sürdürme istem ve kararlılığına malzeme yapılması, halk kitlelerinin provoke edilmesinde, bütün diğer araçlardan daha fazla etkili olagelmiştir ve bu iktidarın iletişim uzmanları böylesi bir “silahı ateşlemek”ten dahi çekinmiyorlar.
Bazı politikacılar, “tek adam yönetimi”nin baskı, yasak, saldırı, yalan ve provokasyonu yönetim politikası haline getirmesini “güç zehirlenmesi”ne işaret saysalar da söz konusu olan devlet iktidar gücünün ne pahasına olursa olsun elde tutulması ve sürdürülmesi çabasıdır. Zulmedenler zulme karşı savaştıklarını; dini ve milliyetçi duyarlılıkları iktidarlarının malzemesi için istismar edenler, dini değerlere saygısızlıktan söz ederek kitlelere karşı avcı politikası izlemektedirler. Camiyi kirleten pislikler-sürtükler söylemi buna hizmet ediyor. Ama bu, bir isim etrafında oluşturulmak istenen yapay kültün yıkımının da işaretidir. Damat, ‘aya dört şeritli yol yaptık dense inanırlar’ dese de “camiden makamımıza tünel kazdılar” sözlerine inanacaklar pek fazla olmayacaktır.
Erdoğan ve yönetiminin sözcüleri, bütün muhaliflerini, “büyük ve güçlü Türkiye ideali”ne ve “Türkiye'nin bizzat kendisine” düşman gösterip kendilerini de bu “hain güçlere karşı savaşanlar” olarak takdim etme politikasının “ekmeğini çok yediler!” Provokatif açıklamalarla ve çeşit çeşit paramiliter güçlerin iktidar koruyucu etkinlikleri ve hazırlıklarıyla destekli bu taktik devam ediyor. Provokasyon ve korkutarak teslim alma bir savaş hilesi, taktiği ve politikası olarak kapitalist gericiliğin cephaneliğinde var olagelmiştir. Erdoğan iktidarı bu politikayı bütün öncellerinden daha etkin tarzda uyguladı ve uygulamaya devam ediyor. Devrimci demokratik ve sosyalist muhalefetin yanı sıra burjuva düzenci muhalefete karşı da küfürbaz şiddet politikasında yoğunlaşan iktidar şef ve sözcüleri, dönüp zulme karşı savaştıklarını söyleyecek denli de ‘pişkin’dirler! Gösterdikleri seçenek “ya Erdoğan ya da tufan”dır!
Burjuva muhalefet partilerinin buna karşı “kurtuluş reçetesi”nin popüler başlığı ise, “huzura kavuşmak”tır! Burjuva muhalefeti bunu, “güçlendirilmiş parlamenter sistem” aracıyla sağlayacağını söylüyor.
Han-hakan-padişah-sultan-reis yönetimli devlet geleneğini 21.yüzyıl kapitalist tekelci diktatörlük biçimiyle sürdürmekle övünen bir zihniyetin dayattığı tek adam yönetiminin ağır baskı koşullarını, işçi ve emekçilerin nefes alma yollarını az da olsa açabilecek bir değişimin dahi önemli hale geldiği bir ülkede, bu iktidarın gitmesi, evet sadece siyasal baskıları azaltacak, yasaklar çemberinde kısmi gedikler açabilecek, sendikal ve politik örgütlenme önündeki engelleri sınırlayacak bir değişim için dahi önem taşır.
Kılıçdaroğlu’nun sözünü ettiği “huzur” bunu mu tarif ediyor, bu belirsizdir, ama halk kitlelerinin çok büyük çoğunluğuyla ağır baskı koşullarının değişmesini, yasak ve saldırıların son bulmasını; zulmü ve zalimce dayatmaları hergün hissettiren hayat pahalılığı, yoksulluk ve işsizliğin hiç değilse azaltılmasını istediği apaçıktır!
Daha ötesinde bir iyileşme beklentisinin karşılığı ise yoktur. Kapitalist sömürü sisteminde halkın huzur ve güven içinde yaşamasından söz edilemez. İşçi ve emekçilerin, insani gerçek ve zorunlu ihtiyaçlarını karşılama olanaklarına dahi sahip olamadıkları bir sistemde huzur ve güven içinde olamazlar. Yönetim politikalarının baskı, yasak ve zorbalığa daha çok dayandığı koşullarda emekçilerin daha çok huzursuz olduğu doğrudur. Yönetim politikalarıyla işsizlik, yoksulluk ve açlık arasında da bir ilişki vardır. Ancak bu ilişkiyi belirleyen emek gücü sömürüsüne dayanan kapitalist üretim sisteminin bizzat kendisidir. Yoksulluk, işsizlik ve açlığı, baskı ve yasakları, çatışma ve savaşları doğuran kapitalist kaynak korunduğu sürece, hangi sermaye partisi ya da partiler koalisyonu olursa olsun işçi ve emekçiler üzerindeki baskı sona ermez.
Bundandır ki burjuva muhalefet partilerinin “bizi bekleyin-sorunları çözeceğiz” vaatleriyle, “gidiyor gitmekte olan, geliyor gelmekte olan!” slogan ya da şiarını popülerleştirerek zulme öfke duyan kesimleri seçim ve sandık gününü beklemeye çağıranlar, burjuva demokratik halklar sorununu “sandık demokrasisi”ne (yani genel oy hakkına) indirgeyip etkin ve egemen bir burjuva aldatıya da imza atıyorlar. Grevde, gösteride, mitingde, boykotta, direnişte birleşilmedikçe “sandık”ta da emekçiler yararına sonuçların ortaya çıkmadığını ve çıkmayacağını, halk kitlelerinin anlamasını istememe politikasıdır bu. Bu politika sınırlarına kapanmamak ise öncelikle siyasal sınıf bilincine ulaşmış işçi ve emekçilerle proletaryanın kurtuluş davasına bağlanmış aydınlar ve sendikacıların sorumluluğudur.
Teori-eylem; kuram-pratik birliği, devrimci etkinlik, anlayış ve tutumun gereğidir. Tespitlerimiz ve çıkarımlarımız buna hizmet ettiği ölçüde ilerletici olacaktır. Zalimin zulmüne ve burjuva aldatısına karşı siyasal teşhir ve örgütlenme seferberliği; birleşik mücadele güçlerinin sorumlu davranışı ve devrimci etkinliği; artarak kendini dayatan gerekliliktir bunlar. Provokasyon ve saldırıların artması güçlü olasılıktır ve buna karşı tek çıkar yol mümkün en geniş emekçi kitlelerinin seferberliğidir.
- Kaosun geniş mezarlığı 12 Aralık 2024 05:20
- ‘Suriye pastası’ ve duvarların dışına bakmak! 05 Aralık 2024 06:50
- Değişim; nasıl ve hangi yönde? 28 Kasım 2024 06:45
- Kürtçe eğitim Türkiye’yi böler mi? 14 Kasım 2024 04:52
- Bahçeli’nin çağrısı Kürt gerçeğinin neresinde? 07 Kasım 2024 05:41
- Sorun yoksa, telaş niye? 31 Ekim 2024 06:54
- Çürümenin toplumsallığı ve çürüyeni yönetme politikası 24 Ekim 2024 12:47
- İktidarın ekonomi kriterleri 26 Eylül 2024 05:56
- Vicdansızlık! 19 Eylül 2024 05:15
- Derin ve lağımlı bataklık! 12 Eylül 2024 05:58
- Sağın gücü ve işçilerin ‘kör noktası’ 05 Eylül 2024 05:28
- Malazgirt, Bahçeli, HÜDA PAR vs. 29 Ağustos 2024 05:40