10 Haziran 2022 04:40

Bu sözlere inanan var mı?

TÜİK görseli

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Faizi artırarak zengini daha zengin fakiri daha fakir yapacak emperyalist finans kurumlarının dayatması ekonomi reçetelerini bir kenara bıraktık.” Günlük gelişmeleri takip eden her vatandaşın kolayca bilebileceği gibi bu sözler Erdoğan’a ait. Emperyalist finans kurumlarından kasıt ise başta IMF olmak üzere uluslararası bankalar vb. Evet ülkede bugün IMF dayatmalı ekonomi politikaları uygulanmıyor. Ama o reçeteleri uygulamakta uzmanlaşmış bir yönetim anlayışı ile IMF programlarına rahmet okutacak bir “ekonomi modeli” uygulanıyor.

Yukarıdaki sözlerin doğru olup olmadığını birkaç veri ile test edelim. BDDK verilerine göre 2013 yılında ülkede 66 bin 846 milyoner vardı. Bu sayı 2019 yılında 202 bine, 2021 sonunda 470 bine, nisan 2022’de ise 545 bin 477’ye çıkmış durumdadır. Bu tarihler arasında milyonerlerin bankadaki toplam paraları da 7 kattan fazla artmıştır. Diğer şeylerin yanı sıra yüksek örtülü faizle kur korumalı mevduat hesapları ile bu sayı her geçen gün artmaktadır. Eğer zengini daha zengin yapacak ekonomi programları uygulanmamışsa bu sonuçlar nasıl gerçekleşebilmiştir? Veriler açıkça bunun tersinin gerçekleştiğini kanıtlamıyor mu? Üstelik bu rakamların içinde, bankalar, şirketler vb. kuruluşlar yoktur ve yayımlanan son büyüme rakamları bankalardaki büyümenin yüzde 24.2 olduğunu kârlarının ise yüzde 375 arttığını açıkça ortaya koymaktadır.

Zenginler tarafındaki tablo çok kalın hatları ile kısaca bu. Peki fakir daha fakir olmamış mıdır? TÜİK rakamları, yani devletin resmi kurumunun verileri bu iddiayı çürütüyor. 2020 yılının ilk çeyreğinde GSYH’de ücretlilerin payı yüzde 31.3’tü. 2022’nin mayıs ayı sonu itibarı ile bu pay yüzde 24.6’ya düşmüştür. Tüm nüfusu içine katarak hesaplanan yüzde 20’lik dilimlere göre gelir dağılımına göre en üstteki yüzde 20 milli gelirin yüzde 46.7’sini alırken, en alttaki yüzde 20 ise 6.1’ini almaktadır. Kişi başına milli gelir 2013’te 12 bin 500 dolarken, bugünlerde 8 bin 500 dolara düşmüştür. Son günlerde BM gıda programının yayımladığı rapor ise Türkiye’de 14.8 milyon kişinin yeteri kadar beslenemediğini ortaya koyuyor. Büyük kitleler için geçim sıkıntısı ve açlık temel bir sorun durumunda. Bu durumun her geçen gün işçi ve emekçiler, dahası tüm halk kitleleri için daha da kötüleştiğini görmekte ve yaşamaktayız.

Burada aktarılan verileri genişleterek örnekleri çoğaltmak olanaklıdır. Ama yazıyı daha fazla rakamlara boğmadan da verilerin kanıtladığı gerçek şudur: Erdoğan iktidarı tarafından uygulanan ekonomi politikaları ile zengin daha zengin, fakir daha da fakir olmuştur. Zamlar bir sağanak gibi peş peşe gelmeye devam etmektedir. Dolar 17 TL seviyesine, KKM hesapları kararının alındığı seviyeye gelmiştir ve TL hızla değer kaybetmektedir ve bu değer kaybı hızlanarak devam etme eğilimindedir. Akaryakıta, enerjiye sürekli yapılan zamlar zincirleme iğneden ipliğe tüm ürünlere zam anlamına gelmektedir ve bu süreç devam etmektedir.

Bu gerçekler ortada iken Erdoğan “Bizim ülkemizde teknik anlamda enflasyon değil fiili bir hayat pahalılığı sorunu var” diyerek sorumluluğu üzerlerinden atan bir söyleme yönelmektedir. Erdoğan’a göre göre pahalılık ise “dış etkilerden, sorumsuzca zam yapan fırsatçılardan, stokçulardan” vb. kaynaklanmaktadır. İşin gerçeği ülke bu iki sorunu birlikte yaşamaktadır. Hem yüksek enflasyon yaşanmakta -TÜİK verilerine göre yüzde 73.5, bağımsız araştırma yapan ENAG’a göre yüzde 160.76- bu enflasyon girdi maliyetlerindeki, dolar kurundaki artışla birlikte fiyatlara yansımaktadır. İşçi ve emekçilerin maaş ve ücretlerindeki artış bu rakamların çok altında kalmakta, bunun sonucu olarak geniş halk kitleleri pahalılık altında ezilmektedir.

Erdoğan iktidarının uyguladığı ekonomi politikalarının alternatifi IMF politikaları değildir. Bugün yaşananlar ve yaşanacaklar bu iktidarın Derviş’ten devraldığı IMF politikalarının geldiği son duraktır. Millet İttifakının kenarından, köşesinden açıkladığı rötuşlanmış IMF programları da çözüm ve çıkış yolu değildir. Çözümü, iktidar ve sermayenin bu saldırısına karşı bugünden acil talepleri ile mücadeleye atılan, ama henüz zayıf olan, sürekli olarak genişlemesi ve yaygınlaşması gereken işçi ve emekçi halk kitleleri bulacaktır. Bağımsız bir ülke, demokratik bir düzen, işçi ve emekçi halkın çıkarları temelinde örgütlenen bir ekonomi için mücadele etmek gerekiyor. Birleşik bir mücadele ile bu yönde verilen çabaların ivme kazanmasını gerektiren bir dönemden geçiyoruz.            

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa