12 Haziran 2022 04:51

Asıl sorun ne; Kılıçdaroğlu’nun Aleviliği mi, bunu sorun olarak gören siyaset mi?

alevi örgütlerinin basın açıklaması

Alevi örgütleri, okullarda zorunlu din dersi verilmesine karşı 27 Şubat’ta Kadıköy’de basın açıklaması yapmıştı. | Fotoğraf: MA

Paylaş

İyi Parti Milletvekili Halil Oral’ın, Kemal Kılıçdaroğlu’nun olası Cumhurbaşkanlığı adaylığına dair sözleri tartışma yarattı. Kılıçdaroğlu’nun Alevi kökeninin, “toplumun yüzde 70’ini oluşturan muhafazakar, Sünni Müslümanlar için endişe ve çekince yaratacağına” işaret etmişti Oral. Akabinde, Meral Akşener’in (düzen siyaseti açısından örnek gösterilebilecek) özür çıkışı ve Oral’ın parti disiplin kuruluna sevk edilmesi geldi. Oral da ‘yanlış anlaşıldığını’ söyleyip özür diledi ve Kılıçdaroğlu’na özür ziyaretinde bulundu. Birbirini takip eden bu ‘özür’ler, ülke gerçeğini bilmeyenler ya da bilmezlikten gelenler için ‘tamam, mesele bitmiş, tatlıya bağlanmıştır’ algısı yaratabilir belki ama öyle midir gerçekten? “Aleviler bizim kardeşimizdir” şeklindeki bilindik ‘hoşgörü’ mesajları da dahil, bu ‘özürler’ de çok daha derin ve kapsamlı bir meselenin ötelenmesinden öteye geçmiyor aslında.

CHP adına konuşan Engin Altay’ın, “Alevilik Sünnilik Türkiye’de artık şehir efsanesidir, aşılıp geçilmiş, kapanmış bitmiş bir meseledir. Birliğimizi bozmak isteyenler bunu kullandı ama kullanılamaz artık...” şeklindeki mesajı da öyle değil mi? Sadece bir ‘şehir efsanesi’ midir tartışma yaratan? Kapanmış bitmiş, aşılmış geçilmiş midir? Nasıl oldu peki bu iş, yüzyıllara dayalı bir tarihsel-ideolojik-siyasi kurumsallaşmayla hangi hesaplaşma yaşandı da biz göremedik? Eğer böylesi bir hesaplaşma yoksa ortada, bu meselenin aşılıp geçilmesi, kapanıp bitmesi Alevilere yönelik malum baskı, pogrom ya da katliamlarla mı mümkün oldu acaba?! Yoksa hayırlı bir şeye vesile bu musibetler de biz mi farkında değiliz acaba?! Böyle mi anlayalım durumu?

Sorular çok ve hepsi (tıpkı Kürt sorunu gibi) çözülmemiş bir sorun alanına işaret ediyor: Alevileri baskılayan, onları ikinci sınıf gören Sünni/ Siyasal İslam egemenliği ve geleneği! Siyasetin konusu olması gereken ve toplumsal ölçekte hesaplaşma gerektiren bir sorundur bu. Özürler de ‘hepimiz kardeşiz’ temennileri de bu sorun üzerinden yaşanmış onca katliam ve trajedinin açtığı ve içten içe kanayan yaraları kapatmaya yetmez.

***

Şu sözler, Aralık 1978’de yüzlerce insanın katledildiği Maraş katliamı sırasında İçişleri Bakanı olan Hasan Fehmi Güneş’in: “Ben istihbarat örgütünün oradaki cinayetlere, oradaki katliama katkı yaptığını düşünüyorum. Engel olmayı bırakın, MİT bizzat katkı yaptı. Bakanlık görevim boyunca MİT’ten bilgi alamadım... Yörükselim Mahallesi’nde canilerin elinden kurtulan 10 yaşındaki bir çocuk kaçarak komşularına sığınıyor ancak onca yıllık komşuları onu evine almıyor. Yine bir kişiyi ağaca çivileyip ateş ederek öldürüyorlar. En vahşi olaylardan birisi de kocaman bir kazanda kaynar suya atılarak öldürülen çocuk cesedi bulduk…”

Dönemin İçişleri Bakanı bile bir kontrgerilla katliamına vurgu yapıyordu. Bu bir gerçek. Ama şurası da atlanmamalı: Ellerindeki satır ve palalarla saldırıp küçücük çocuğu diri diri kaynar kazanda pişirebilenler “Allah için gazaya” diye bağırıyorlardı… Sivas Madımak’ın önündeki binler ‘tekbir’lerle insan yakımını kutluyorlardı... Gidelim Dersim 37/38’e; resmî bir katliamdı kuşkusuz. Ama çoluk çocuğu süngüden geçiren, ellerindeki kesik başları gülerek, mutlulukla fotoğraflayan o “tedip alayları”nı bu ölçüde motive eden resmi bir görevin ifası değildi herhalde. Yüzyılların Alevi-Kızılbaş-Kürt düşmanlığıyla katle koşulduğunu görmezden gelebilir miyiz?

Daha gerilere gidip, Yavuz Selim’den başlayıp Sünni-Müslüman’ın Aleviye karşı konumlandırılmasının hikâyesini anlatmayalım burada. Ebu Suud fetvalarındaki katli vacipçilikten Maraş’a, Sivas’a, Gazi’ye bağlanan bir tarihi gelenek var. Öyle kendiliğinden değil, iktidarlara da içkin tarihsel-ideolojik ve elbette toplumsal bir konumlandırmadır söz konusu olan. Günceldir de halen: “Ali’yi sevmek Alevilikse ben de Aleviyim” diyen ve sonra da miting meydanında “Afedersiniz Alevi...” diye rakibini yuhalatan dünün başbakanının, bugün iki de bir “Bay Kemal’in meşrebi, kökeni, inancı” vurgusu yapması boşuna değildir. Kılıçdaroğlu’nun adaylığı durumunda yaslanacağı en temel argümanın da bu olacağını da herkes biliyor. “Bay Kemal”in bir an önce adaylığını açıklamaya zorlanması da bundan. Onun Aleviliği’dir iştah kabartan! Halil Oral’ın işaret ettiği yüzde 70’deki ‘Alevi endişesi’ne yaslanılacaktır.

***

Geçmişten veri olarak alınmış, iktidarlarca korunmuş ve toplumsal alıcısı da olan bu kirli siyasetin etkisizleştirilmesi ancak karşı siyasetle mümkündür. Ama bu alternatif, İyi Partili Oral’ın dediği “siyasette maksat kazanmaktır” düsturuyla oluşturulamaz elbette. Kazanmaktan önce değiştirmek, dönüştürmektir esas. Düzen siyaseti bu esas üzerinden kurgulanmadığı için, Kılıçdaroğlu’nun adaylığında Aleviliğini sorun olarak görüyor. Onun adaylığı “Türkiye siyaseti açısından sorundur” deniliyor. Oysa asıl sorunlu olan değiştirmeyi öngörmeyen “Türkiye siyaseti” denilendir. Kılıçdaroğlu’nun Aleviliğine abanan Erdoğan paradigması da, onun Aleviliğini ‘çekince’ olarak gören teslimiyetçi düzen muhalefeti de, Sünni egemenliğini sorun olarak görmezden gelip ‘şehir efsanesidir, geçelim’ diyen sözde ‘hoşgörücü’ yaklaşım da hep bu sorunlu “Türkiye siyaseti”nin değişik yüzleridir...

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa