13 Haziran 2022 04:59

15-16 Haziran’a gelen işçi mücadelesi 52. yılında da tartışılmayı hak ediyor

Genel-İş Sendikası İzmir Şubeleri üyesi işçilerin mitingi

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Üzerlerinden yarım yüzyıldan fazla bir zaman geçmesine karşın, iki konuyu her yıl yeniden tartışıyoruz. Bunlardan birisi 1960’ların “gençlik hareketi” öteki ise “işçi sınıfı hareketi”dir. Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in idamları etrafında nasıl 50 yıldır ’60’lı yılların antiemperyalist mücadelesini tartışıyorsak, 52 yıldan beri de 1963’te Kavel greviyle başlayıp 15-16 Haziran 1970’te zirvesine ulaşan dönemin dersleri etrafında işçi sınıfımızın bugünkü mücadelesinin sorunlarını tartışıp yeni dersler çıkarmaya çalışıyoruz.

Yarın 15-16 Haziran direnişinin 52’nci yıldönümü! İleri işçi çevreleri, mücadeleci sendikalar ve sendikacılar, geleceklerini işçi sınıfının geleceğine bağlamış devrimciler, sosyalistler yarın ve sorasıdaki günlerde 60’lardan beri süren işçi sınıfı mücadelesinin muhasebesini yapıp bugünkü görevlerini yeniden tartışacaklar.

15-16 HAZİRAN’A GELEN YILLARI ÖNEMLİ YAPAN NEYDİ?

1963 yılında henüz grev ve TİS yasası çıkmamışken greve çıkan Kavel işçileri, 39 gün süren grevleriyle, işçilerin talepleri etrafında birleştiklerinde ve gerekli dayanışmayı sağlamayı başardıklarında bir fabrikada bile yenilmeyebileceklerini dosta düşmana göstermişlerdi.

1967’de DİSK’in kurulması ve sonraki yıllarda 15-16 Haziran’a kadar sürecek olan Türk-İş’ten DİSK’e geçen işçilerin fabrika işgaline varan mücadeleleri bu yılları, işçi sınıfımızın mücadele tarihine kalın harflerle yazdırdığı yıllar yaptı.

Dönemin mücadelesine dair bugün de dikkatimizi çeken asıl özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:

  1. İşçilerin talepleri etrafında birleşmesi.
  2. İşçilerin ana kitlesinin işyerinde örgütlenerek; taleplerin belirlenmesi ve kararların alınması sürecine doğrudan katılması.
  3. Kendilerinden önce fabrikasını işgal etmiş öncü işçilerle bağlantı içinde mücadeleyi örgütleyerek ve onlarla dayanışma içinde eyleme geçmeleri.
  4. Sendika bürokrasisine karşı ve sendika içi demokrasiyi esas alan, sendikacının rolünü resmi işlemlerin yapılmasına indirgeyen bir tutumun esas alınması,
  5. Eyleme geçecek işçilerin eyleme geçmeden önce hangi sendikadan olduğuna, sendikalı olup olmadığına bakmadan havzadaki her fabrikada, özellikle önceden fabrikalarını işgal etmiş olan öncü işçilerle, emekten yana çevrelerle (devrimci gençlik çevreleri, aydınlar; sanatçılar…), işçi aileleri ve işletmelerin bulunduğu semt halkıyla dayanışacak mekanizmaları oluşturması.
  6. Görünüşte Türk-İş’e bağlı bir sendikadan DİSK’e bağlı bir sendikaya geçiş gibi görünse de gerçekte, işçiler arasında “sarı sendikacılık”, “iş birlikçi sendikacılık” olarak ifade edilen, resmiyette ise “partiler üstü sendikacılık”, “siyaset dışı sendikacılık” olarak adlandırılan Türk-İş’in bürokratik ve iş birlikçi sendikacılık anlayışına karşı, sınıf mücadeleci bir sendikacılık çizgisine geçme (Dönemin işçi önderleri giriştikleri mücadeleyi böyle açıklıyorlardı) olarak tarif edilen sendikacılık anlayışının mücadeleye katılan işçiler arasında egemen hale gelmesi.

BUGÜN DE DÖNEMİN VE MÜCADELENİN OLANAKLARI ÇOK FAZLA!

Dönemin işçi mücadelesinin özelliklerini alt alta yazdığımızda görüyoruz ki, o gün de işçiler bugün karşı karşıya oluğumuz; işçilerin talepleri etrafında birleşmesinden sendika bürokrasisini dışlamaya, işçinin işyerinde örgütlenmesinden dayanışacağı çevreleri de örgütleyen bir anlayışla hareket etmesinin sorunları bugünün işçi sınıfı mücadelesinin de başlıca sorularındandır. O günün işçileri önlerindeki bu sorunları önemli ölçüde çözerek, en azından etkisizleştirerek ilerlemişler, Türkiye işçi sınıfının tarihine kalın harflerle yazılan bugün de feyzaldığımız bir dönemi miras bırakmayı başarmışlardır.

Aradan geçen zaman dikkate alındığında elbette ki bugün, sendikal bürokrasi çok daha güçlenmiştir. Fabrikalar arasındaki dayanışma zaman içinde zayıflamış, esnek çalışma yöntemleri ve işyerlerindeki denetimin artırılmasında teknolojinin sınırsız biçimde kullanılması, fabrikaların OSB adı altında kentlerin uzağına taşınarak işçi aileleri başta olmak üzere emekçi semtleriyle fabrikalar arasına fiziki engeller konmasında patronlar son derece hızlı adımlar atmıştır. Hükümetler işçilerle patronların arasındaki ilişkilere çok daha doğrudan müdahil olarak ağırlığını patronlardan yana koymada sınır tanımayan bir çizgiye geçmiş, sendika ve TİS yasaları işçiler aleyhine defalarca değiştirilmiştir!

Ancak;

  • İşçilerin de aralarında bağ kurmada teknolojinin imkanlarını iyi kullandıkları,
  • İşçilerin o güne göre eğitim düzeyinin yüksek, sayısının da 4-5 katından fazla olduğu,
  • Önceki kuşakların deneyimlerini yeterince kullandıklarında işçilerin patronların önlerine koydukları engelleri aşmada gerekli yeteneği göstereceklerini ve bunu, ’70’li yıllardaki büyük işçi eylemlerinde olduğu gibi ’89 bahar eylemlerinde, özelleştirmeye karşı mücadelede, 1998 ve 2015 metal direnişlerinde, en azından bazı işyerlerinde, sendika bürokrasisinin engellerini aşarak aralarında birleştiklerinde ve mücadelede öne çıkan işçileri koruduklarında ’60’lı yılların işçi mücadelelerini aratmadıklarını gördük.

DÜN BAŞARILDIYSA BUGÜN DE BAŞARILABİLİR

Evet 15-16 Haziran direnişi, ’60’lı yıllar işçi mücadelesinin zirvesidir ama aynı zamanda sonudur da. Ama bu süreci bitiren ne 16 Haziran 1970 akşamı ilan edilen sıkıyönetimdir ne de sıkıyönetimin tutuklamaları ve mahkemeleridir. Giderek yaygınlaşan ve militanlaşan işçi mücadelesine asıl darbe, sıkıyönetimi de arkasına alan patronların ’60’lı yılların mücadelesi içinde deneyim kazanan 4 bin 500 dolayında ileri işçiyi “kara liste”ye alarak işten atması ve başka fabrikalarda işe alınmamalarını sağlamalarıdır.

Böylece patronlar, mücadelenin öncü kuşağını tasfiye etmişlerdir.

Bugün de her önemli mücadeleden sonra patronların, çoğu zaman da sendika bürokrasisiyle açık ya da üstü kapalı bir anlaşma içinde ileri işçileri işten atmayı ihmal etmemeleri onların 15-16 Haziran direnişinden çıkardığı derstir!

Çünkü patronlar bunu, işçi hareketini iğdiş etmenin şartı olarak gördükleri gibi sendika bürokrasisi de koltuklarını ebediyen korumanın en önemli dayanağı olarak görmektedirler.

Kısacası 15-16 Haziran’a gelen mücadeleyi yapan işçiler gökten gelmiş seçkin bir işçi topluluğu değildi. Onların yaptığı dönemin kendilerine sunduğu imkanları az çok başarılı bir biçimde kullanabilmiş olmalarıdır.

Bugünün işçileri de eğer imkanlarını doğru kullanabilirlerse o günleri çok aşan yeni ‘15-16 Haziranlar yaratmalarının önünde bir engel yoktur!

Yeter ki dönemin ve mücadelenin sunduğu imkanlar gerektiği gibi kullanılabilsin!

Bu imkanların neler olduğuna Evrensel okurları hiç de yabancı değil.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa