Gazetecilik ve ‘büyük gözaltı’
Fotoğraf: Evrensel
Fatih POLAT
Gazeteci-Yazar ve bir dönemin TİP Milletvekili Çetin Altan, 12 Mart darbesinden sonra gözaltına alınmış, işkence görmüş, bu süreçte yaşadıklarından hareketle de otobiyografik özellikler taşıyan ‘Büyük Gözaltı’ adlı romanını yazmıştı. 1972 yılında yayımlanan ve yazarın ilk romanı olan ‘Büyük Gözaltı’, bugün de sonuçlar çıkarılacak bir kurguya sahiptir.
Güçlü bir anlatım dili ve insanı içine çeken bir kurgu matematiğine sahip ‘Büyük Gözaltı’ üzerine yapılmış bir akademik çalışma, üniversite yıllarımda kitabı okurken hissettiğim önemli bir yönünün altını çiziyor.
Hasan Yürek ve Sema Uğurel’in 21 Temmuz 2018’de Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisinde ‘Büyük Gözaltı üzerine tematik bir değerlendirme’ adıyla yayımlanan makalelerinde, romanın başından sonuna kadar varlığını koruyan ana hususlardan birinin korku olduğuna vurgu yaparak, Selim İleri’nin, “Büyük Gözaltı bence romanımızda önemli bir ‘korku kitabı’dır.” tespiti hatırlatılıyor.
Yürek ve Uğurel’in makalelerinden bu yazının konusu bakımından aktarmak istediğim bölüm ise şöyle: “Romanda dikkati çeken ilk husus başkişinin adının verilmemesidir. Roman boyunca gözaltında olan, tedirgin, korkmuş bir halde bulunan başkişinin adı verilmez. Bu durumun tema ile doğrudan bir bağlantısı olduğunu söylemek mümkündür. Adı verilmeyen, niye gözaltına alındığını bilmeyen başkişi tekilde tümelin ifadesidir. Bir başka deyişle başkişiye ad verilmeyerek bir genellemeye gidilmiştir. Söz konusu dönemde yani 12 Mart 1971 sürecinde çok sayıda kişinin benzer bir akıbete uğradığını anlatmak için başkişiye herhangi bir ad konmamıştır. Her ne kadar Çetin Altan’ın da benzer bir süreç yaşadığı bilinse de ki roman da birinci tekil kişi ağzından anlatılmaktadır yazar gelişmeleri bir kişi özelinden sıyırmak için başkişisine ad vermemiştir. Buradan hareketle verilmek istenen mesaj içeride ya da dışarıda herkesin sebepli ya da sebepsiz haklı ya da haksız gözaltında olduğudur.”
Türkiye, bir gözaltılar ülkesidir. Cumhuriyet boyunca gerçekleşen gözaltı süreçlerine ilişkin bugüne kalan birçok roman, anı ve öykü yazıldı.
Bu yazı yazılırken Diyarbakır’da gözaltına alınan 20’si gazeteci, toplam 21 kişinin gözaltı süreci uzatılmıştı. Bazılarını yıllardır tanıyorum, bazılarıyla da Diyarbakır’da birlikte Newroz mitingi izlemiş ya da aynı ortamlarda bulunmuşuzdur.
Meslektaşlarımız gözaltından gönderdikleri mesajda, gazeteciliğin suç olmadığına vurgu yaparken, her koşulda halkın haber alma hakkının gereklerini yerine getirmek konusundaki kararlılıklarını ifade ettiler.
Her gözaltı, dışarıda olana da bir gözdağıdır. Toplu gözaltılar bu gözdağı mesajını daha güçlü vurgulamayı amaçlar. Örneğin insan hakları savunucularının 5 Temmuz 2017’de Büyükada’da toplantı halinde oldukları otele yapılan ve iktidar medyası tarafından senaryoya dayalı manşetlerle daha davaya dönüşmeden hüküm verilen baskınla gerçekleşen gözaltılar da, sivil toplum alanına ilişkin bir gözdağı mesajıydı.
Türkiye’de iktidarın muhalefeti kriminalize edip hırpalayarak gitmek istediği 2023 seçimlerinin gerilim biriktiren iklimine ek olarak bir de operasyon gündemi var. Önce, Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFG) Eş Başkanı Dicle Müftüoğlu’nun gözaltına alınması, o bırakıldıktan sonra aynı derneğin diğer Eş Başkanı Serdar Altan’ın da aralarında olduğu 20’si gazeteci 21 kişinin gözaltına alınması belli ki gerilim biriktiren bu seçim iklimi ile operasyon gündemini birlikte içeren politik bir ajanda ile gerçekleşti.
Bu arada hatırlatmak gerekiyor. Kürt sorunuyla ilgili ‘müzakere süreci’nin işlediği dönemi dışta bırakırsak Diyarbakır ve çevre illerdeki Kürt basın emekçileri adeta devir daim biçiminde değişerek gözaltına alınıyorlar. 12 Mayıs 2016’da tutuklanan meslektaşımız Nedim Türfent ise mahkemeye ‘gizli tanık’ olarak sunulan kişilerin, Türfent’e karşı baskı yoluyla ifade vermeye zorlandıklarını itiraf ederek ifadelerini geri çekmiş olmalarına rağmen hâlâ cezaevinde.
Meslektaşlarımızın tutuklu ya da gözaltına olduğu bir iklimde dışarıdaki gazetecilerin ‘gözaltı’ halesinin dışında oldukları söylenebilir mi? ‘Yazdıklarına dikkat etmezsen seni de alırım’ mesajı göndermek, dışarıdaki gazeteciyi de otosansüre zorlayarak bir nevi gözaltında tutmak anlamına geliyor.
Yani gözaltındaki meslektaşlarımız ve tutuklu olan serbest kalmadıkça hiçbirimiz özgür değiliz. Gönüllü olarak yalan haber yapmayı gazetecilik sananları ise bu kategoriye dahil etmenin manası yok. Onlar başka bir kategori.
Bu gözaltı sarmalının diğer ucunda, iktidarın yayınlarından rahatsız olduğu televizyon kanallarına RTÜK eliyle otomatiğe bağlanan cezalar var. Ve Evrensel’e Basın İlan Kurumunun ilan ambargosunun bugün 1000. günü. Türkiye, 2023 seçimlerine gazeteciliğe, siyasete ve demokratikleşme mücadelesi veren geniş bir kesime yönelik ‘büyük gözaltı’ ile gidiyor.
Bunu ancak dayanışma ve ortak mücadele ile aşabiliriz.
- Kürt meselesinde bir ihtimal daha olmalı 13 Aralık 2024 04:57
- Sınırımızdaki yeni Afganistan ve kaostan rant devşirmek 09 Aralık 2024 07:00
- Geniş atılan ağda çıkışı aramak... 02 Aralık 2024 06:55
- Türkiye zor bir değişimin ağır sancılarını yaşıyor 25 Kasım 2024 06:35
- Ebedi barış mümkün mü? 18 Kasım 2024 04:23
- İki güncel rapor eşliğinde Kürt meselesini tartışmaya devam 11 Kasım 2024 04:47
- 'Çöle çevirdikleri yere barış geldiğini söylüyorlar' 06 Kasım 2024 05:33
- Bir siyaset olarak 'terörle mücadele' 04 Kasım 2024 07:07
- Erdoğan’ın Mevlana vurgusunun hikmeti ne olabilir? 31 Ekim 2024 08:07
- Mayınlı bir süreç 28 Ekim 2024 05:10
- Yenidoğan çetesi: Çürümenin ekonomi politiği 21 Ekim 2024 05:00
- Barışa kapı açmak mı, süreci yönetmek mi? 14 Ekim 2024 05:00