Evet birlik; ama kim nerede birleşsin?
Fotoğraf: Murat Uysal/Evrensel
Bir curcunadır gidiyor.
Avrupa’da Ukrayna Savaşı sürüyor. Rusya Ukrayna’yı işgal ediyor; karşısında ABD’nin yönettiği Avrupalı emperyalistlerin de dahil olduğu NATO var. Ve olan, en başta Ukrayna halkına, ama enerjiden ekmeğe her şeyi pahalı tüketmeye zorlanan bütün halklara oluyor. Ve fiyatlar uçarken örneğin ücretlerine zam talebiyle İngiltere’de ulaştırma işçileri greve çıktığında, sermaye ve hükümet grev yasağını yasalaştırmaya uğraşıyor.
Türkiye Irak’ın kuzeyine yönelttiği askeri harekatı sürdürürken Suriye’nin kuzeyinde yeni bir askeri harekatı gündemine alıyor. Hedefte olan Kürtler. Ancak iktidarın perspektifi daha geniş. İki ülkenin de kuzeyinde yayılma ve bunun getirisini derleme. Ve yaklaşan seçimlere Kürt savaşının harlayacağı milliyetçilik ortamında giderek, 2015’te geçerliliği kanıtlanan iktidarda kalma yöntemini yeniden kullanma. Ve milliyetçiliği körüklemek için sadece Kürtlerle cenk yetmeyebilir kaygısıyla ilaveten Yunanistan’la gerginlikten medet uman dış düşman arayışı. Milliyetçilik, başta işçiler olmak üzere halkı birbirine düşürerek sermaye ve faşizmin gemisini yürütmesini garanti etmenin sınanmış bir kaldıracı.
Erdoğan milliyetçiliği kullanmada mahir. Bu mahareti, en başta burjuva muhalefetin aynı kulvarda onunla yarışma sınıf tutumundan besleniyor. Silme burjuva muhalefet, tıpkı Erdoğan gibi emperyalizmle işbirliği yandaşı ve NATO’cu olmasına karşın, ondan daha fazla milliyetçi olduğunu kanıtlama peşinde. Tümü, çok eleştirir göründükleri Erdoğan’la hem Kürtler hem de Yunanistan ve doğu Akdeniz ve tekmil konularda görüş birliği halinde.
Hangi koşullarda?
Sermaye ve hükümet, ekonomi; özellikle yaşam ve geçim koşulları dolayısıyla halkı kasıp kavururken. Türkiye 2018 yaz sonundan itibaren içine yuvarlandığı kapitalizmin krizinden bir türlü çıkamamış ve işçilerle emekçilerin çalışma ve yaşam koşulları durmaksızın kötüleşirken. Cebinde ve banka hesaplarında para olan, paradan para kazanma olanağına sahip mülk sahibi birkaç milyonluk bir azınlık dışında emeğiyle geçinmeye çalışanların sadece yoksulluğu değil sefaleti de sürekli derinleşir ve karınlarını doyurmaları giderek olanaksızlaşırken. Buna rağmen, kur korumalı mevduatın ardından keşfedilen gelire endeksli borçlanma senediyle hâlâ emekten sermayeye kaynak transferinde, emekçinin değil, parası olanın korunması ve siyasetin mülk ve para sahiplerine yönelik yapılmasında ısrar edilirken. Nebati bunu açıkça itiraf etmişken.
Doğal ki, her siyasal akım kendi yaklaşımı ve programı doğrultusunda “birlik” öneriyor. Peki Millet İttifakı etrafında birleşilmesini isteyen burjuva muhalefetten emekçinin bırakalım sahiplenilmesini, kollanması babında olsun çıt çıkıyor mu? Laf bir yana, kimin için siyaset yapıyor, kimin taleplerini savunuyor? Emekçinin mi?
Milliyetçilik yarışının yanında siyasal tartışma gündemine bakın: Alevi cumhurbaşkanı adayı olur mu olmaz mı? Olsa kazanır mı kazanamaz mı? Halk tam bir cendereye sıkıştırılmış, kimin aday olacağı tartışılıyor: M. Yavaş mı, E. İmamoğlu mu, Kılıçdaroğlu mu! Ücreti birkaç bin artırılacak işçinin kazanıp kazanmayacağı değil, sağlık ve eğitimle enerji örneğin tekellerin elinden alınıp -parasız olmasından geçtik- ucuzlatılarak halkın kazanıp kazanamayacağı da değil, ama cumhurbaşkanı adaylığıyla kimin kazanacağı bu sorun ediliyor! Buradan yürüyen siyasetle işçisiyle emekçisiyle halkın kazanamayacağı ise kesin! Ekmeğin zor bulunur olduğu koşullarda sefaletin yok edilmesi konu edilmeyecekse kimin kazanmasının ne önemi olabilir?
Ve geçim sorununa bağlanmamış demokrasi, adalet ve hukuk soyutlamaları... Her sınıfın demokrasisi, adaleti, hukuku ve geri kalan ne varsa her şeyi kendisine göredir. Faşizme gidiş koşullarında demokrasi örneğin önemsiz değildir, ama, sandık ve parlamento vurgusuyla cumhurbaşkanının kim olacağına indirgenmiş türden bir demokrasinin emekçiye hayrının ancak üç-beş kuruşluk olacağı da ortadadır.
Alevilik-Sünnilik, Türklük-Kürtlük, laiklik-dincilik, sağcılık-solculuk -bu farklılık ve ayrılık peki, yaşadığımız koşulların ihtiyacı mıdır? Aleviler mi birleşmelidir örneğin, Kürtler mi, laikler mi ya da solcular mı? Öyleyse kime karşı birleşeceklerdir? Kurtuluşa buradan yürünebilir mi? AKP “Camilere pislediler” diyerek dincilere, CHP içkiyi zam ve müzik yasağı üzerinden yaşam tarzı vurgusuyla laiklere sesleniyor. Tabii ki zam ve yasaklara hayır, tabii ki laiklik, ama buradan yürüyüp işçileri laik-dindar diye bölelim ya da sermaye ve faşizmin bölme girişimine güç mü verelim? Kimin işi olduğu belli olan milliyetçiliğin körüklenmesinin -aynı ya da farklı milletleri yücelten- milliyetçilik yarışıyla yanıtlanması, özellikle bu koşullarda kendi talepleri etrafında birleşmesi hayat memat meselesi olan işçileri ve halkları birleştirip güçlendirmez, tersine sermaye ve faşizme kolay yem eder.
Sağcı-solcu ayrımı da öyledir. Sağcılar sağ, solcularsa sol bir zeminde birleşme önerir; ama özellikle güncel koşullarda, bu, işçilerle emekçilerin bölünmesi çabasından başka anlama gelmez. Tam da işçi sınıfı ve halkın, sınıf ve halk olarak birlik olanaklarının ciddi ölçüde büyüdüğü ve çağrıların buradan yapılmasının zorunlu olduğu bugün… Tıpkı dindarı gözetmeyen laiklik vurgusu gibi… Sınıfın ana kitlesinin önemli bölümlerinin hâlâ genel olarak sağ-muhafazakar yaklaşımları benimsiyor olmasının ötesinde… Giderek savunmakta zorlanmak ve organik bağları zayıflamakla birlikte, ailesi ve çevresi dolayısıyla ya da doğrudan kendisi hâlâ AKP-MHP etki alanından tamamen kopmamış işçilerle yaşam tarzı ve değerleri bakımından farklı sol denebilecek yaklaşımlara sahip işçileri, aralarındaki farklılıkları büyüterek birbirinden uzaklaştırmak sosyalistlerin işi olabilir mi?
İktidarını sürdürmek için Cumhurcu ve hükümet olabilmek için Milletçi burjuva kampların kolay yönetebilmek için işçilerin bölünmesinde çıkarı vardır. Ama devrimciyim diyenin, işçisiz düzen değişikliği olanaksız olduğu için, işçinin bölünmesinde bir çıkarı olamaz. Sosyalist öncelikle işçi sınıfının birliğini savunur.
Düzen değişikliği yandaşlarının; Türklerin ya da Kürtlerin, solcuların, laiklerin, soyut demokrasi ve hukuk diyenlerin birleşmesini değil, ama işçi ve emekçilerin, onlardan oluşan halkın birleşmesini savunması ve bunun için çalışması aklın yoludur. İşçileri ve halkı sürünmeye mahkum eden kapitalist düzen değişsin diyen, her şeyden önce, nüfusun yüzde 80’inden çoğunu oluşturan emeğiyle geçinenleri birleştirmeyi amaç edinen bir mücadele platformu benimsemelidir. Ve bu platform; ne laiki, ne dindarı, ne sol, ne de sağ ve muhafazakar değerlere sahip olanı, ne Türk’ü ne Kürt’ü ne de Alevi’yle Sünni’yi dışlayabilir. Tümünü nerede birleştirmeyi başarabileceği ise tartışmasızdır: İşçi ve emekçilerin artık can yakar olan talepleri. Bu taleplerle işçi ve emekçilerin kurtuluşu mücadelesi üzerine oturmayan adaylıklar ve bütün sağ ve sol kurtuluş reçeteleriyle din ve laiklik programları sahtedir, halkı esenliğe kavuşturmaz.
- Ortadoğu yeniden dizayn edilirken... 10 Aralık 2024 05:08
- Esad’la görüşüp anlaşma mı, kavga mı? Hangisi? 03 Aralık 2024 06:45
- CHP ile Cumhur ve sınama yanılma… 27 Kasım 2024 06:45
- Papatya falı ve havuçla sopa... 19 Kasım 2024 04:58
- İngiltere'de Kasım Gelincikleri ya da 'şehitleri anma' günü 12 Kasım 2024 04:26
- Hoş geliyorsun faşizm… 06 Kasım 2024 04:55
- İşçi sınıfının ekonomik mücadelesinde kendisinden başka güvenecek kimsesi yoktur! 22 Ekim 2024 04:50
- Bahçeli, MHP ve terör... 17 Ekim 2024 05:43
- CHP ile nereye kadar? 15 Ekim 2024 05:11
- Sadece İsrail mi terörist? 08 Ekim 2024 04:51
- İsrail’le uzlaşıp anlaşma mı, mücadele mi? 06 Ekim 2024 03:57
- Haydut başı: Amerikan emperyalizmi 01 Ekim 2024 05:02