Türkiye’nin yeni şehri: Cezaevleri

İHD Adana Şubesi'nin basın açıklaması | Fotoğraf: Evrensel
Türkiye’nin yeni bir şehri daha oldu: Cezaevleri. Mart 2022 İHD verilerine göre toplam tutuklu ve hükümlü sayısı 314 bin 502.
Cezaevlerinin toplam nüfusu Türkiye’deki 22 şehirden oldukça yüksek. Üstelik bu sayılara Covid-19 pandemisi nedeniyle geçici olarak serbest bırakılanlar dahil değil. Bir başka anlatımla Türkiye’de nüfusu hızla artan ilk sıra ilimiz cezaevleri. Vali atansa yeridir. Üstelik çocuk oranı görece düşük olduğu için toplam seçmen sayısı nüfusu en düşük dört ilin toplamından fazla. Gülsek mi ağlasak mı!
Cezaevleri il kabul edilirse(!) sağlık boyutu ile mahrumiyette ilk sırada yer alır. Pandemi cezaevlerindeki birikmiş sağlık sorunlarını daha artırdı diyebiliriz. Bir yandan pandemi, diğer yandan cezaevlerine özgü alınmış pandemi önlemleri sağlık hizmetlerine ulaşımı daha da güçleştirdi. Ola ki mümkün olursa bir hastaneye gitmenin bedeli, kelepçeli muayene, dönüşte 15 gün karantinada kalmak olabiliyor.
Tarihinde hiç olmadığı kadar hasta mahpus barındırıyor mahpushaneler. İHD 2022 yılı verilerine göre 652’si ağır toplam 1517 hasta mahpus bulunuyor. Ve onların “hayata huzurla veda hakkı” sistematik bir şekilde engelleniyor.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 2018 yılında bir hükümlüye diyet yemeği vermediği için Türkiye’yi “İşkence ve kötü muamele yasağını düzenleyen 3. maddeden” mahkum etmişti. Türkiye’nin “Kendisi yemek alsın, kantinden satın alsın” şeklindeki savunmasına AİHM şöyle cevap vermişti: “Devletin yükümlülüğü hapishane sistemini lojistik ve finansal zorluklara göre değil, tutuklunun insanlık onuruna uygun bir şekilde dizayn etmesi gerekir”.
Bir başka kararında ise yine “(Cezaevlerinde) sağlık hizmetinin derhal sağlanamamasının, tedavisinin eksik yerine getirilmesinin, kişinin onurunu zedelediği, kişide acıya sebep olup aşağılanmış hissetmesine neden olduğu, bunun fiziksel ve moral direnci azaltması nedeniyle hastalığı katlayabileceği” bahsi ile işkence ve kötü muamele olarak tanımlamıştı.
Şimdilerde geçmişte olmayan bir uygulama benzer şekilde işkence ve kötü muamele olarak ele alınabilecek boyuta ulaştı. Aysel Tuğluk örneğinde de görüldüğü üzere, ağır hasta mahpusların infaz ertelemeleri sistematik bir şekilde engelleniyor. Mevcut uygulamada kamu hastanelerinden veya üniversite hastanelerinden alınmış ‘Ağır hastalık varlığı nedeni ile cezaevinde kalması uygun değildir’ şeklindeki raporlar Adli Tıp Kurumuna gitmekte. Bu kurulun ise neredeyse kullandığı bir kriterler bütünü yok, yorumları çok muğlak ve birçok rapor reddediliyor. Az sayıdaki olumlu raporda ise “Salıvermenin toplum için tehlikeli olmama” mevzuatı devreye sokuluyor ve genelde olumsuz savcılık görüşü ile ağır hasta mahpusların bırakılması imkansızlaştırılıyor. Sonuçta kafanızda ‘toplum için tehlikeli’ kararı madem vardı, rapor prosedürü için o ağır hasta mahpusları haftalarca neden hastaneden hastaneye, şehirden şehre dolaştırıyorsunuz? İşte tam da sonucu önceden “malum” uygulama işkence ve kötü muamele değil de nedir?
Ve bir hatırlatma: ‘Cezaevinde tıbben kalması uygun değildir’ raporu veren hastaneler Sağlık Bakanlığına bağlı. Son yıllarda bu kurullardan alınmış raporları reddeden Adli Tıp Kurumu (ATK) ise Adalet Bakanlığına bağlı. Tüm bu kurumlarda çalışan hekimler aynı tıp eğitimini aldığına göre sonuçlardaki farkı etkileyen ne? Bu bağlamda mesleki özerklik adına ATK’nin Sağlık Bakanlığına bağlanması bahsi yeniden ele alınmalıdır.
Unutmayalım ki cezaevlerindeki sağlık sorununu tartışırken aslında dışarıda olanların sağlığını da konuşuruz. Misal 1517hasta mahpusun aileleri, yakınları olumsuzluktan hiç mi etkilenmez. Üzüntüden, çözümsüzlükten, çaresizlikten hiç mi başları ağrımaz, mide ülseri artmaz, tansiyonları yükselmez, kalp spazmı olmaz?
Türkiye’ni yeni büyük şehri kılınmış cezaevleri bu ülkenin utancıdır. Orada reva görülen her neyse dışarısı için de her an mümkündür.
Sağlıcakla kalın.
Evrensel'i Takip Et