Biraz Brecht iyi gelir

Fotoğraf: Kolbe, Jörg (CC-BY-SA 3.0)
Gün gelir tek bir satır bile yazası gelmez insanın, telefon açası, tek bir adım atası, ayaklarını sürüyesi; kim için, ne için, neye yarayacak ki?
Bazen hayatına dışarıdan bakar ne kadar kuşatılmış, kendinden uzaklaştırılmış olduğunu fark eder insan. Bu hayatın kurduğum hayallerle, verdiğim emekle ne ilgisi var?
Darda kaldığımda Brecht’i düşünürüm.
İki dünya savaşını bir ömürde yaşamış yine de koca bir külliyat bırakmış Brecht’i.
Daha ruhumuz ölmemiş olmalı derim, iki cihan harbi yanında hele bir dur, daha bu nedir ki?
Brecht sürgüne gönderilir, Brecht vatandaşlıktan çıkarılır, Brecht sorgulanır, Brecht yargılanır, Brecht’in kitapları yakılır, Brecht ise yazar, daima yazar.
“Diyorsun ki,
davamıza hayrı yok bu gidişin.
Karanlık gitgide, diyorsun, derinleşiyor.
Güçler azalıyor, diyorsun, gitgide.
Bunca yıl, diyorsun, çalış çabala,
sonunda ilk günden daha güç bir duruma düş.
Oysa işte düşman her zamankinden daha kuvvetli.
Yenilmez gibi de görünür.
Biz de hatalar yaptık, bu inkar edilmez.
Sayımız yavaş yavaş azalmada.
Sloganlarımız orda burda dağınık.
Düşman sözcüklerimizin bir kesimini çarpıttı.
Bugüne dek söylediklerimizden hangisi yanlış şimdi?
Bir kısmı mı, yoksa hepsi mi?
Güveneceğimiz kim var artık?
Arta kalanlar mıyız bizler
yaşayan bir ırmaktan fırlatılmış?
Geride mi kalacağız
kimseyi anlamadan ve hiç anlaşılmadan?
Yoksa şans mı gerek bize?
İşte senin sordukların bunlar.
Ama kimseden bir yanıt bekleme,
yanıtını da kendin ver.”
(Duraksayana/Brecht)
En geç bir sene içinde seçime gideceğiz. Ya da bir iç-dış güvenlik meselesi yaratılacak ve seçime gidemeyeceğiz.
Seçime giden yol sarp; ittifakların yıkılmaması, seçmen listelerinden başlayan seçim güvenliğinin kurulması, seçmene ulaşacak alternatif yollar bulunması, ortak dilde buluşulması...
Seçim sonucu bu iktidar devam edecek olursa ya da seçim bir vesile 2025’e sarkıtılırsa; imkanı olan herkesin pasaportu cebinde. Daha da direnecek güçleri kalmadı. Gemileri yakacak, gözyaşlarını içine akıtacak ve gidecekler. Daha da doktorsuz, mühendissiz, avukatsız, bilimsiz, kültürsüz, sanatsız hatta müziksiz kalacağız.
Daha da parasız kalacağız gitmeyip kalanlar, gidemeyip kalanlar; her gün daha da fakirleşerek, köleleşerek... Cümlenin yüklemi yok. Bilmiyorum kalanlar nasıl yaşayacak.
Gezi davasında tutukladıkları isimlerle, şehir plancılarına talanın önünden çekilin, mimarlara rantımıza karışmayın, avukatlara bizimkileri yargılatmaya çalışmaktan vazgeçin, sinemacılara basit işlerin ötesine geçmeyin, haddinizi bilin, sivil toplumculara sesinizi çıkarmaya kalkmayın, iş insanlarına yolumuza çıkmayın, akademiye biz ne diyorsak onu yapın demek istediler.
8 Haziran’da 20 Kürt gazeteciye operasyon yapıldı ve 16 gazeteci tutuklandı. Jin News gibi haber ajansları basıldı. Bu sadece bir gözdağı niyeti değil. Bu ülkede hâlâ işini düzgün yapan gazetecilerin göze almadığı şey değil bunlar. Bölgeden alacağımız haberlerin önünü kesiyorlar.
“Dezenformasyonla mücadele” adı altında Meclise getirilen yasayla sosyal medyayı, internet medyasını susturmaya çalışacaklar.
Siyaha siyah, kele kel, yalana yalan dediğimiz için yargılanacağız. Ki zaten yargılanıyorduk; bir sene önce dolar 10 olacak diyenlerin, barış isteyenlerin, tweet retweet edenlerin davaları hâlâ sıcak. Gerçeğe ulaşmamız imkansız kılınacak çünkü sadece kendi gerçekliklerinin yayımlanmasına izin verecekler.
Adıgüzel’in açıkladığı “BTK’nin abone deseni ve log kayıtları süresiz saklamamak üzere elde etmesi” skandalı var.
Günlük peynir-domates-benzin-fatura telaşında yurttaşın dikkatinden kaçmış olabilir. En büyük tehlikelerden biri bu.
Böyle bir dataya sınırsız şekilde sahip olan neler yapabilir? Cambridge Analytica Skandalı’nı hatırlayın.
Bir kullanıcının internetteki hareketleri; O.C.E.A.N modeli ile ( Opennes. Conscientiousness. Extraversion. Agreeableness. Neurotism.) incelendiğinde sistem kullanıcıyı kendisinden bile iyi tanıyıp maniple edebileceği yolu buluyor.
Örneğin bir sosyal medya sayfasını güncellerken hangi içerikte kaç saniye durduğunuzun, hangi videoyu kaçıncı saniyeye kadar izlediğinizin ve hangi bölümüne dikkat ettiğinizin siz farkında olmayabilirsiniz ama sistem bunu ölçümlüyor. Bilinçaltınızı görüyor ve buraya oynayacak içerikleri, tam da tuzağa düşeceğiniz şekilde önünüze çıkarabiliyor.
Yalan haberin gerçek haberden çok daha hızlı yayıldığı ve tekziplerin asla yalanın hızına yetişemediği internet dünyasında; mecralarla pazarlığı yürütecek gücü ve parası olan; toplumu her şeye ikna edebilir. Ki Cambridge Analytica skandalından bu yana bir videodaki görüntüye başka bir yüz eklemek artık Instagram filtresi kullanmak kadar kolay. Neler yapılabileceğini hayal gücünüze bırakıyorum.
Ayrıca bu yetkiyle BTK sadece fişleme değil, her bir kullanıcıya tek tek şantaj yapabilecek güce de sahip anlamına geliyor.
Filmlerdeki, kitaplardaki distopya değil, bunların tamamı yaşanabilir, güncel gerçeklik, yaşanıyor da.
Yandaş medyanın hâlâ yaygın ve etkin olduğu, muhalefetin kitlelere sosyal medyadan açıklamalarıyla ulaşabildiği şu süreçte; sosyal medyada yazamaz, internete giremez, habere ulaşamaz olursak ne yapacağız? Biz manipülasyonla, dezenformasyonla, yasakla nasıl baş edeceğiz?
“Kanunları var onların, kararnameleri var.
kaleleri var onların ve zindanları,
(sosyal dernekleri falan haydi bir yana!)
gardiyanları var ve de yargıçları,
bol ücretli ve her şeyi yapmaya hazırlar.
Bütün bunlar neden peki?
Ne sanırlar, bizi avuçlarının içine mi alacaklar?
Görürler yakında, yok olmazdan önce.
Bunların hiçbiri bir işe yaramayacak.
Ama hiçbiri.”
(Cesaretini Yitirmek Üzere Olanlar İçin Türkü/Brecht)
Geçmişten bugüne de sosyal medya ile var olmadık. Eti kemiği olan canlılarız, birer sosyal medya profilinden çok daha fazlası. Kapladığımız bir hacim var. Everyday Rebellion belgeseli, muhalefetin en sert şekilde yasaklandığı ülkelerden alternatif kampanyaları da anlatıyordu.
Mesela bir terastan şehre, üzerinde “özgürlük” yazan binlerce pinpon topu bırakmıştı birileri. Kolluğun seken topların peşinden koşmasını anlatıyordu.
Bir diğeri rulo yaptıkları bildirileri yoldan geçerken sakızla duvara yapıştırmalarını anlatıyordu. İçine ufak bir ağırlık bantladıkları bildiriler onlar sokağı dönünce yavaşça açılıp okunur oluyordu.
Şimdilerde bir sosyal medya klişesi var, bir olay anlatana “Kesin yaşanmıştır bu” diyerek alay ediliyor, yalanla itham ediliyor.
İnsanlarla konuşanların, iletişimi kesmeyenlerin anlatacak çok şey yaşadığına inanıyorum. Sosyal medyada bir söz bir anda on binlere ulaşabilir ama yüz yüze iletişimin etkileme gücü hâlâ devam ediyor.
“Çok zordur öfke duyduğumuz insanlara bir şeyler öğretmek. Ama bu özellikle gereklidir, çünkü asıl öfke duyduklarımızın öğrenmeye gereksinimi var. ”
(Bay Keuner’in Öyküleri / Brecht)*
Konuştuğum insanların söylediklerine bakınca son bir yılda en çok akıllarda kalan “128 milyar nerede?” sorusu olmuş. Yandaş medyayı izledikleri için Yunanistan’ın her an bizi bombalayacağını ve savaş çıkacağını düşünüyorlar. SADAT’tan, peşkeş çekilen sahil şeritlerinden, 20 gazeteciye yapılan operasyondan haberleri yok. Sürtük kelimesine biraz takılmışlar, yakıştıramamışlar ve 128 milyar bir şüphe tohumu ekmiş içlerine.
Neden 128 milyar nerede? sorusu diye düşündüm. Bu kampanya sadece sosyal medyada yayılmadı. Tüm parti binalarından pankartla sallandırıldı, rozetlerini taktı gençler, duvarlara yazdılar. Sağır duydu, kör gördü. Bundan sonra yapılacak kampanyalarda kısacık bir slogan, bir motto, bu iktidardan bıkmışların parolası haline getirilse diye düşündüm ve her ay bir yenisi çıksa. Kaç kişi olduğumuzu hissedip yayma motivasyonu sağlayacak, suç sayılması imkansız sözler. Hâlâ insanlar birbirine “geççek” diyor mesela.
Bunun gibi, gerekirse birbirimize borç verirken havale açıklamasına bile yazabileceğimiz, pidelerin üzerine çörek otu dökerek, tişörtlerimizin bir yerine çıkmaz kalemle, umumi WC’lerin kapısına, okulda deftere, sıraya, ağaçlara yazılabilecek şeyler. Hem dijitalde hem sokakta, her yerde.
Tüm muhalefet partilerinin binalarında dalgalanacak pankartlarda yazsın, parti araçlarında sticker olsun, sosyal medyada resmimizin yerine geçsin.
Velev ki yargılamaya kalktılar; hemen bir yenisi gelsin.
Konuşan az olunca yargılamaları kolay oluyor, herkesi konuşmaya heves ettirsin.
Hiç yaşamadığımız kadar çetin bir dönem geçirdik şimdi beterine giriyoruz. Biz dediğim en az 3 nesil birden.
Buradan sağ çıkabilmek için önce hep birlikte çıkabileceğimize inanmamız lazım. O büyük rüzgarsa esmiyor bir türlü. Bunu hiçbir muhalefet tek başına yapamaz, bizim nefesimiz lazım.
“Anladık iyisin, Ama neye yarıyor iyiliğin.”
(Madem İyisin/Brecht)
Ruhumuz yara almış, cebimiz boşalmış, öfkemiz içimizi kemirmiş, attığımız her adım kaydedilir, her kelimemiz yargılanır olmuş olabilir ama fiziken varız hâlâ, nefes alıyor, alan kaplıyor, çark döndürüyoruz. Hiçbir şey biz bitti demeden bitmez, bitti dediğimizde de devam edemez.
“Akışı düzenleyemiyorsak hiç olmazsa tıkanışı düzenleyelim…”
(Beş paralık -Üç Kuruşluk- Roman/Brecht)
Çektiğimiz acılar ayrı ayrı olsa da eninde sonunda hep bir yandık, yanıyoruz bu kazanda. Ateş kendi paçamızı tutuşturmadan, başkasının yangınına su taşımaktı aslolan. Korkusuna yenilip susmuşlar olabilir, konuşmakta geç kalmışlar, işine gücüne bakmışlar, geçer diye ummuşlar, belki de kendi mahallesi değil diye duymamışlar, görmemişler, hatta oh olsun diyebilmişler olmuştur, hâlâ da olabilir.
Olmasın.
“Başkası savunurken davasını
Seyirci kalan kişi
Artık açmalı gözünü
Katılmamış da olsa kavgaya
Sonunda paylaşacak bozgunu
Bir kenarda durmak falan boş
Ne yapsa kaçamayacak kavgadan
Kendi davası için dövüşmeyen
Dövüşecek düşmanın davası için...”
Kavgamızda bir pazar dilerim, Brechtyan olsun.
Şans değil, biz gerek bize.
Evrensel'i Takip Et