Demokrasi tartışmaları
![](https://www.evrensel.net/images/840/upload/dosya/212728.jpg)
The Economist'in ‘Demokrasiler nasıl çürür’ başlıklı özel sayısının kapağı
Son iki yazıyı Kolombiya’daki seçimler üzerine yapılan değerlendirmelere ayırmıştık. Siz bu yazıyı okurken ise seçimlerin ikinci turunun sonuçları büyük ihtimalle açıklanmış olacak. İkinci tur kampanyasına hızlı bir giriş yapan 77 yaşındaki yarı zamanlı belediye başkanı yarı zamanlı tiktokçu Rodolfo Hernández, her ne kadar büyük oranda medyadan uzak tutulmaya çalışılsa da nevrotik açıklamaları, skandal parti görüntüleri ve Uribecilerden aldığı ateşli destek ile bir nebze de olsa kan kaybetmiş görünüyor. Gustavo Petro ve Francia Márquez ikilisi ise Kolombiya’da alışık olunmayan bir biçimde siyaseti sokağa, halka indirmeye devam ederek kampanyalarını tamamladılar. Kolombiya, ya kendisini antipolitikacı olarak tanımlayan ama aslında boğazına kadar ülkedeki geleneksel narco-sermaye-toprak sahipleri-medya arasındaki kirli ilişkiler ağına batmış olan bir aday ve onu destekleyen merkez sağ-Uribeci ittifakı, ya da farklı ideolojik oryantasyonlara sahip ama gerçek bir sosyoekonomik programla değişim vadeden hatalarını kabul edip düzelmeye açık bir adaya sahip ‘Tarihi İttifak’ arasında seçim yapacak. Hiç şüphesiz, Kolombiya için tarihi bir seçim, ama bölge için de kaçınılmaz bir biçimde önemli sonuçları olacak bir seçim.
Kolombiya’daki seçimlerin önemini bize hatırlatanlardan biri ise ‘The Economist’ dergisinin Latin Amerika’ya adadığı ‘Demokrasiler nasıl çürür’ başlıklı özel sayısı. Dergi Latin Amerika’nın 20 sene önce örnek gösterilen bir ekonomik büyüme ve demokratikleşme dalgası içindeyken bu dalgadan koptuğu ve o gün bugündür ‘popülizm’ ve ekonomik durgunluk arasında gidip gelen fasit bir dairenin içine hapsolduğunu iddia ediyor. Latin Amerika’da yaşanan bu sürecin Batı demokrasileri için değerli bir örnek olduğu ve popülizm tehdidinin Batı ülkeleri için de var olduğu, makalede öne sürülen temel argüman. Hiç şüphesiz makalenin, Latin Amerika’nın demokrasiden uzaklaşması argümanına destek olarak sunduğu örneklerin başında Küba-Venezuela-Nikaragua “şeytan üçgeni”ne her geçen gün daha çok yaklaşan Meksika, iktidarın bir popülistten başka bir popüliste geçmesi beklenen Brezilya, elindeki fırsatları değerlendiremeyip aşırı bürokratik bir anayasa tartışması içine düşen Şili geliyor.
Tabii ki Economist’in bu özel sayısı, Latin Amerika’da ABD destekli antidemokratik siyasal iktidarların neoliberal politikaları sayesinde derinleşen gelir adaletsizliğinden, yoksulluktan, pro-Amerikan oligarklardan, paramiliter gruplardan bahsetmiyor. Ya da ekonomik performans açısından bölgede örnek gösterilen, sosyoekonomik ve etnik eşitsizliği geriletebilmiş Bolivya’da ABD’nin kontrolündeki Amerikan Devletleri Örgütünün başını çektiği bir aşırı-sağcı darbeyi ve etkilerini de bu özel sayıda göremiyoruz. Ancak Çin’in bölgede artan etkisinden ve bölgenin Batı ekseninden kaymasından duyulan kaygıları okumak durumunda kalıyoruz. Economist’in gelenekselleşmiş safsatalarına Şili, Kolombiya ve Peru’nun yakın zamana kadar gösterdiği ‘ekonomik başarıya’ karşın ‘nedense’ büyük sokak hareketlerine ve toplumsal patlamalara sahne olduğu, bunun da politik temsil sorunlarından ileri geldiği savı ekleniyor. Economist 1973’te Allende’nin reformlarını sorumlu tutarak desteklediği Pinochet darbesini, 2022’de 1980 Pinochet Anayasa’sını överek destekliyor; nasıl bir ahde vefa, nasıl bir tutarlılık, nasıl bir sınıfsal hafıza değil mi?
Meksika ise dergiye göre daha tehlikeli bir örnek olarak karşımıza çıkıyor. Çünkü Meksika’daki iktidar her ne hikmetse mali istikrarı bozmadan hem nakdi transferler ile hem de artan reel ücretlerle ülkeyi bu dalgalı dönemde Batı’dan koparmaya devam ediyor. Los Angeles’ta gerçekleşen Amerika ülkeleri zirvesine Küba, Venezuela ve Nikaragua davet edilmediği için katılmayan López Obrador hâlâ yüzde 62 gibi yüksek bir onay oranına sahip. Tüm bunlar değerlendirildiğinde bölgede ortaya çıkan sol dalganın ve ekonomik dönüşüm ve demokrasi taleplerinin aslında popülizm olarak tanımlandığını anlamak zor değil. Burada en kaygı duyulan olgu ise ABD ve Batı’nın bölgede güç ve nüfuz kaybetmesi. Bu bağlamda Kolombiya ve Brezilya’daki iktidar değişikliklerinin bölgedeki ‘hoş’ karşılanmayan ve demokrasiye zarar veren bir sürecin güçlenmesi olarak yorumlanacağı kesin. ABD ve Batı karşıtlığı-destekçiliği hâlâ demokratik-popülist ayrımını belirleyen referans noktası olmaya devam ediyor.
Evrensel'i Takip Et