20 Haziran 2022 04:12

Doğu’nun cadıları

1964 Olimpiyat töreni

Fotoğraf: Kasmse1/Wikimedia Commons (CC BY-SA 4.0)

Paylaş

Voleybol ilk kez 1964’te olimpiyat sahnesine çıktı ve Tokyo’da ev sahibinin kadın takımı turnuvaya damgasını vurdu. Finalde SSCB’yi mağlup ederek altın madalya kazanan ekibi televizyonları başında neredeyse tüm ülke izledi. Hirofumi Daimatsu’nun öğrencilerinin kırdığı reyting rekorunun (tüm izleyicilerin yüzde 66.8’i) yanına yaklaşmak hâlâ zor. Üst üste 258 maç kazanan takım aslında bir grup fabrika işçisinden oluşuyordu. Sonradan Unitika adını alacak Dai Nippon firmasının Osaka’daki tekstil fabrikasında 1953’te Niçibo Kaizuka adıyla bir araya getirilmişlerdi. İşçi voleybolcular, sert antrenman metotları nedeniyle “Şeytan” olarak andıkları Daimatsu’nun liderliğinde rakiplerini o kadar şaşırtmıştı ki Avrupa ve SSCB basınında 1960’lardan itibaren “Doğu’nun Cadıları” olarak anılmaya başlamışlardı. Zaten 1962’de SSCB’nin hakimiyetine meydan okudukları Dünya Şampiyonası zaferiyle 1964’e dair ipuçlarını vermişlerdi. Peki nasıl olmuştu da bir grup fabrika işçisi ulusal spor kahramanları haline gelmişti? Bunu anlayabilmek için Japonya’nın 1945-60 dönemine bakmakta fayda var.

2. Dünya Savaşı sonrası ABD, kontrolü altındaki Japonya’yı güçlü bir kapitalist uydu haline getirmek istiyordu ve bunun için kapsamlı bir ekonomik-sosyal plan hayata geçirildi. Bu planla sendikalar yasallaştı ve ekim 1945’te 5 bin olan sendikalı işçi sayısı aralık 1946’da 5 milyona ulaştı. İşçi cephesinde işler ABD’nin planladığından çok daha hızlı gitti. Haziran 1946’da ülke genelinde 157 bin örgütlü işçi 255 işyeri eylemi gerçekleştirmiş, pek çok fabrikada geleneksel kapitalist ve Japon idari hiyerarşisi altüst edilmişti. Japonya Komünist Partisine yakın Sanbetsu Konfederasyonu, “Ekim Direnişi” olarak anılan Ekim 1946 sürecinde 180 bin işçiyi kapsayan 100’den fazla greve imza attı. Japon oligarşisi ve ABD’yi tam anlamıyla titreten bu vaziyet, ülke egemenlerinde “devrimci durum” alarmı yarattı. Müttefik Kuvvetler Yüksek Komutanlığı (SCAP) ve Şigeru Yoşida liderliğindeki muhafazakar Japonya Liberal Partisi grev yasaklarından kitlesel işten çıkarmalara, “komünist avı”ndan iş birlikçi sendikaların desteklenmesine pek çok farklı hamleyle müdahale etti.

Bu mücadele bir yandan işçilere kazanımlar sağlarken bir yandan da onlar üzerindeki baskıyı, kontrol mekanizmasını güçlendirme yöntemlerinin çeşitlendirilmesini beraberinde getirdi. Fabrikaların voleybol, masa tenisi sahalarıyla donatıldığı süreç, bunun ikisinin arasında bir yerdeydi. Spor, fabrika içinde verimliliği artırmanın, hastalıkların önüne geçmenin (Özellikle tekstilde verem büyük bir problemdi ve bu dönemde çözüldü), “disiplin”i sağlamanın ve özellikle de “Zamanı geldiğinde” onların ideal anne olabilmelerinin bir aracıydı. Bu dönemde pek çok büyük fabrika, kadın işçileri onların uyku saatlerini dahi kontrol ettikleri yurtlarda barındırıyordu.

2. Dünya Savaşı’nda esir düşmüş, korkunç bir kamptan sağ çıkmayı başarmış Asker Hirofumi Daimatsu böylesi bir “denetim işi” için biçilmiş kaftandı. Bizim “Acı yok” repliğiyle bildiğimiz ekolün temsilcisi Daimatsu, zihin gücünün, iradenin her türlü fiziksel zorluğun üstesinden gelebileceğini düşünmekle kalmıyor, savaşta esir kampından sağ çıkmasını da bununla açıklıyordu. İdaresindeki Niçibo Kaizuka takımını da buna göre çalıştırdı. Olimpiyata giderken oyuncuların sadece 3.5 saat uyku hakkı vardı ve final maçının olduğu gün onlara 4 saatlik antrenman yaptırmıştı. Daimatsu için takımı oluşturan bireylerin önemi yoktu, tek amaç ekibin başarısıydı. Voleybolcuları asker, 1964 Tokyo’yu savaş olarak gören Daimatsu, elde ettiği zaferle bir anlamda bu düşünce yapısının da haklılığının onaylandığını düşündü. Ülkeyi yönetenlere göreyse bu başarı, bozguncu radikallere uymayıp patronlarına itaat eden, uyum içinde çalışıp Japonya’yı refaha kavuşturan işçilerin paydaşı olduğu “ekonomik mucize”nin spor sahalarındaki karşılığıydı. Japonya işçi sınıfı 1960’lar itibarıyla devrime bir daha hiç 1946-50 dönemindeki kadar yaklaşamadı. O sınıfın içinden çıkan takımsa, bunun müsebbibi olan düzenin başarısının kanıtı olarak lanse edildi.

NOT: “Doğu’nun Cadıları”, Çikako Urano’nun 1968’de yarattığı, voleybolcu kızların macerasını anlatan “Attack No.1” manga ve anime serisine ilham verdi. 2021’de Fransız Belgeselci Julien Faraut, “Doğu’nun Cadıları”nın belgeselini yaptı ve spor tarihinin en ilginç hikayelerinden birini Japonya’nın ötesine taşıdı. Bu yazıda bolca yararlandığım 1945 sonrası Japonya’da işçi hareketinin seyri içinse ABD’li Tarihçi Andrew Gordon’un çalışmalarını tavsiye ederim.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa