25 Haziran 2022 03:47

Erkekliğe giriş 101!

Görsel, "Siyah Telefon" filminin afişinden alınmıştır. 

Paylaş

Baba meselesi hem edebiyatta hem de buradan hareketle sinemada oldukça güçlü bir kavram. Babanın varlığı da yokluğu da bir dert. Öte yandan bir de “büyüme” dertleri var. Hollywood çoğunlukla büyüme meselesini erkek karakterler üzerinden bir tür “Adam olma” süreci olarak ele alır. Bu bir yanıyla da babaya meydan okunan, babanın geride bırakıldığı bir süreçtir.

Bu hafta gösterime giren “Siyah Telefon”un (The Black Phone) kahramanı Finney için geçmişte saplanıp kalmış babayı geride bırakmak kolay olabilir. Ama filme kaynaklık eden Kitabın Yazarı Joe Hill için aynısını söylemek zor. Zira tam adı Joseph Hillström King olan yazar dünya çapında bir efsaneye dönüşen Stephen King’in oğlu. Haliyle öyle bir babanın gölgesinde serpilmek ve kendi adımlarını atmak zor. Hele de babanın mesleğini seçmişsen.

Ama Joe Hill, kendi adını ve imzasını oluşturmayı başaranlardan. Yalnızca yazın dünyasında değil, eserleri bugüne kadar birçok filme ve özellikle dizilere kaynaklık etti. “Locke & Key”, “Creepshow”, “NOS4A2” gibi diziler bahsettiklerim. “Horns” ve “In the Tall Grass” filmlerini de ekleyelim.

“Siyah Telefon” yazarın 2005’te yayımlanan çoksatar kitabı “20th Century Ghosts”daki 20 sayfalık bir hikayesine dayanıyor. Yönetmen Scott Derrickson (Şeytan Çarpması, Dünyanın Durduğu Gün, Lanet, Bizi Kötüden Koru, Doktor Strange), bu öyküyü bir kitapçıda okuyup not etmiş. Ki söylediğine göre o zamanlar yazarın King’in oğlu olduğu bilmiyormuş. Nihayetinde bu filmin vaktinin geldiğini düşünüp daha önce “Lanet” ve “Doktor Strange” filmlerinde birlikte çalıştığı Senarist C. Robert Cargill’in kapısını çalmış.

Hikaye 1978 yılında Denver’in kuzeyinde küçük bir kasabada geçiyor. Civarda birbiri ardına çocuklar kaçırılmaktadır, katil “Gaspçı” olarak anılmaktadır. Çocuklar için günlük hayat, (Acısını onlardan çıkaran ebeveynler, akran zorbalığı, ilk bakışmalar, arkadaşlıklar vb.) ilerlerken Finney ve Gwen kardeşlere odaklanırız. Annelerini kaybetmiş bu iki kardeş sorunlu babalarıyla yaşamaktadır. Kasabanın bu sıkıcı hayatı, çocukların kaçırılmaya başlanmasıyla değişir. Kaçırılanlar arasında Finney’in tanıdıkları da vardır. Ve sıra ona da gelir. Palyaço kılıklı bir adam tarafından kaçırılan kahramanımız kendisini bir bodrum katında bulur. Duvarda siyah bir telefon vardır. Gaspçı, telefonun çalışmadığını söyler.

Finney kurtulmanın yollarını ararken, Gwen’e ise rüyasında bazı şeyler malum olmaktadır. Geçmişte kaçırılan çocuklara dair rüyalar gören küçük kız bunu ağabeyi için de yapmak için çabalar. Finney için zaman giderek daralırken, yardım hiç beklemediği bir yerden gelir. Gaspçı’nın daha önce kaçırdığı çocuklar onunla bağlantıya geçmenin bir yolunu bulup yol gösterirler.

“Siyah Telefon”; çocukluk, büyüme, sorunlarla yüzleşme travma ve iyileşme süreçlerine dair bir metin ve film. Akran zorbalığı kadar, dayanışmasının da önemli olduğunu anlatıyor bir yandan. Başta Mason Thames (Finney) ve Madeleine McGraw (Gwen) olmak üzere çocuk oyuncular neredeyse kusursuza yakın. Ama filmin hem hikaye hem de estetik bakımdan özgün olduğunu söylemek hayli zor.

Yazan Joe Hill olunca ister istemez babasıyla karşılaştırmalar da beraberinde geliyor. Hill’in öyküsünü okumadığım için oradaki içeriğe dair bir şey diyemeyeceğim ama bu film, bu haliyle çok fazla “O” (It) filmlerini andırıyor. 2017 ve 2019’da iki bölüm halinde sinemaya aktarılan yapım Stephen King klasiği bildiğiniz gibi. Ama bu benzerliğin yönetmenin estetik tercihlerinden mi, yoksa içerikten mi kaynaklandığına dair net bir şey söylemek zor. Bir başka benzerlik ise finalindeki baskın sahnesinin hafiften “Kuzuların Sessizliği”ni çağrıştırıyor olması.

“Siyah Telefon”un en büyük handikapı çok fazla öngörülebilir olması öte yandan. Belki en baştan en sonu tahmin edemiyoruz ama film ilerledikçe, bir sonraki hamleye dair ilk akla gelen öngörü gerçekleşiyor. Bu da türün olmazsa olmazlarından sürprizi bozuyor kanımca. Filmin finalde de seyirciyi şaşırtacak bir numarası yok. Kahramanımız erkek olma yolunda büyük bir adım atıyor beklenildiği üzere. Oysa en az Finney kadar Gwen’in de hayatına daha yakından bakmak istiyor insan. Hatta ne yalan söyleyeyim, çok daha fazla hak ediyor merkezde olmayı Gwen’in hikayesi.

Nihayetinde çok fazla beklenti yaratan bu yapım, vasatın çok da üzerine çıkamıyor bizim nezdimizde. Türün sevenleri kendileri için özel şeyler bulacaklardır kuşkusuz. Akılda kalan Ethan Hawke’ın performansı olacaktır daha çok.

 

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa