28 Haziran 2022 04:50

NATO Zirvesi: Emperyalist planlar ve küçük hesaplar!

NATO flaması üzerinde mermiler

Fotoğraf: Marek Studzinski/Unsplash

Paylaş

Ukrayna savaşı ile ilgili yapılan değerlendirmeler, bu savaşın “Beyin ölümünün gerçekleştiği” söylenen NATO’yu yeniden dirilttiği konusunda birleşiyor. Gerçekten de Rusya’nın 24 Şubat’ta başlattığı Ukrayna müdahalesi, ABD ve AB’li emperyalistler arasındaki anlaşmazlıkların geri plana itildiği ve bu güçlerin Rusya’ya yönelik ağır yaptırımlar ile Ukrayna’nın askeri ve ekonomik olarak desteklenmesi konusunda birleştikleri bir tablo ortaya çıkardı. Dahası ABD’nin uzunca bir süredir AB’li emperyalistler (özellikle Almanya) üzerinde baskı kurmaya çalıştığı enerji alımında Rusya’ya bağımlılığın azaltılması konusunda azımsanmayacak adımlar atıldı. Ayrıca ABD’nin Avrupa’daki en önemli müttefiki İngiltere’nin de bu süreci kendi pozisyonunu güçlendirmek için bir fırsata çevirmeye çalıştığını da söyleyebiliriz.

ABD Dışişleri Bakanı Blinken’in “Savaş başladığından bu yana NATO’nun doğu kanadına 20 binden fazla takviye asker konuşlandırdık” açıklaması, ABD’nin Ukrayna savaşını Avrupa’daki varlığını güçlendirmek ve NATO üyesi AB ülkelerini kendi stratejisine bağlamak bakımından nasıl kullandığını çarpıcı bir biçimde ortaya koyuyor. Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya üyelik başvurusu yapmaları da bu stratejinin bir parçası olarak anlam kazanıyor.

Ancak Ukrayna savaşı, savaş uzadıkça Rusya’nın daha fazla yıpranacağı hesabını yapan ve bu temelde Ukrayna’ya kesintisiz biçimde askeri destek sağlayan ülkeler için de faturanın giderek ağırlaştığı bir noktaya doğru ilerliyor. Bu noktada Avrupa Dış İlişkiler Konseyi (ECFR) adlı kuruluşun yaptırdığı anket sonuçlarına dikkat çekmek gerekiyor. Almanya, Fransa ve İtalya’nın da içinde yer aldığı on Avrupa ülkesinde yapılan ankete katılanların yüzde 35’i “her koşulda barış”ı savunurken, Rusya’nın yenilgiye uğratılmasını savunanların oranı yüzde 22’de kaldı. Oysa savaşın ilk dönemlerinde tersi biçimde Avrupa’nın her ülkesinde Rusya’nın yenilgiye uğratılmasına destek verenler çoğunluktaydı. Elbette savaşa desteğin azalmasında, savaşın uzamasının ve Rusya’ya yaptırımların faturasının giderek büyümesi ve AB’li emperyalistlerin bu faturayı halklara ödettirmesi belirleyici bir rol oynuyor.

İşte NATO liderler zirvesi böylesi bir siyasal ortamda Madrid’de toplanıyor. NATO’nun ‘yeni stratejik konsept’inin ilan edileceği zirvede, üyelerin güçlü bir ‘birlik’ mesajı vermesi amaçlanıyor.

Ancak biraz daha yakından bakıldığında NATO üyesi güçlerin farklı önceliklerinin olduğu göze çarpıyor.

Her şeyden önce Japonya, Avustralya, Yeni Zelanda ve Güney Kore’nin NATO’nun Madrid zirvesine davet edilmiş olması, ABD’nin önceliklerinin anlaşılması bakımından önem taşıyor. Bu Asya-Pasifik ülkelerine yapılan davet, ABD’nin emperyalist paylaşım mücadelesinde Çin’i öncelikli rakip/tehdit olarak gördüğünü bir kez daha ortaya koyuyor ve ayrıca 2030 strateji belgesinde Çin’in NATO için de öncelikli bir tehdit olarak tanımlanacağını gösteriyor.

Zaten Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Wang Wenbin de bu durumu gördüğü için Asya-Pasifik bölgesinin Kuzey Atlantik’in coğrafi kategorisinde bulunmadığını hatırlatıyor ve bu ülkelerin NATO zirvesine davet edilmesinin “Ayrılıkçılığı ve çatışmayı kışkırtıcı bir rol oynayacağı” uyarısını yapıyor.

ABD’nin zirvedeki bir diğer önceliğinin Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliklerinin onaylanması ve bu temelde daha güçlü bir birlik mesajının verilmesi olduğu biliniyor.

Bu konuda Erdoğan yönetiminin “terörle mücadele” adı altında Suriye operasyonu pazarlığı yapması, ABD’nin işini zorlaştırıyor. Biden yönetimi bugüne kadar bu konuda Türkiye ile doğrudan pazarlık yapan bir pozisyona girmek istemedi. Ancak bugün liderler düzeyinde yapılacak dörtlü zirveden (Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’in “ricası üzerine” Erdoğan’ın Finlandiya ve İsveç liderleriyle görüşeceğini açıkladı) bir sonuç çıkmaması halinde Biden’ın da devreye girmesi muhtemel görünüyor.

Öte yandan Ukrayna Lideri Zelenskiy’nin de konuşmacı olarak katılacağı zirvenin en önemli gündeminin yine Ukrayna olacağı ve Ukrayna’nın daha fazla desteklenmesi yönünde kararların alınacağını tahmin etmek zor değil.

Fakat bu durum, ABD’nin zirveden istediğini alması halinde yakın dönemde Ukrayna ve Rusya arasındaki “barış” görüşmelerine yeşil ışık yakmayacağı anlamına da gelmiyor. Çünkü ABD’den bu konuda da son dönemlerde dikkat çekici açıklamalar geliyor. Önce ABD’nin eski dışişleri bakanlarından Kissinger, mayıs ayında katıldığı Dünya Ekonomik Forumu (WEF) toplantısında savaşın uzamasının Rusya’yı Avrupa’dan uzaklaştırıp Çin’e daha fazla yakınlaştıracağı tespitini yaparak uzlaşma için Ukrayna’nın Rusya’ya toprak vermesi gerektiğini söylemişti. Ardından ABD Başkanı Biden da “Ukrayna, barış için toprak vermeli mi?” sorusuna “Onların toprağı, ben söz sahibi değilim. Ancak bir taviz verilmesi gerekiyor. Barış için Ukrayna’nın toprak konusunda taviz verip masaya oturması gerekebilir” yanıtını vererek bu yönde bir mesaj vermişti.

Bu açıklamalar ABD’nin, AB’li emperyalistlerin kendisinden bağımsız hareket etme kapasitelerini sınırlamasına ve Rusya’nın da gücünü zayıflatmasına bağlı olarak yeni bir uzlaşmaya açık kapı bıraktığını gösteriyor. Çünkü Rusya’nın Çin’e daha fazla bağlanmasını ve bu güçlerin karşısına blok olarak çıkmasını istemiyor.

Ukrayna savaşının en hararetli savunucusu İngiltere Başbakanı Johnson gibi yeni Genelkurmay Başkanı Sanders da Avrupa’nın Rusya’ya karşı uzun bir savaşa hazırlanması gerektiğini söylüyor. Elbette bu açıklamalar, İngiltere’nin bu savaşı AB’li emperyalistleri sıkıştırmak ve Avrupa’da ABD ile birlikte kendisinin de pozisyonunu güçlendirmek için bir fırsat olarak görmesinden bağımsız değil.

Savaştan en fazla etkilenen güçler arasında yer alan AB’li emperyalistlerin (özellikle Almanya ve Fransa) son dönemdeki en önemli hamlesi, NATO zirvesi öncesinde Ukrayna ve Moldova’nın “tam üyelik adayı” ilan edilmesi oldu. Bu karar, AB’li emperyalistlerin bu ülkeleri kendi pazarlarına entegre ederek kısa vadedeki kayıplarını uzun vadede kazanıma çevirme hedefini ortaya koyuyor.

Bu arada Alman emperyalizminin kısa vadede yaşadığı ekonomik kayba rağmen silahlanmaya ayırdığı kaynak ve “güvenlik” adı altında askeri müdahalelere meşruiyet kazandırma üzerinden uzun vadede ABD’den bağımsız hareket etme konusunda kendi pozisyonunu güçlendirdiğini de not etmek gerekiyor.

Kuşkusuz Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya üyelik başvurularının karşısında öne sürdüğü ‘veto kartı’ nedeniyle Erdoğan NATO zirvesinin öne çıkan/çıkacak isimlerinden biri olacak. Erdoğan bu kartı, Suriye Kürtlerine yönelik operasyon ve Karadeniz’de tahıl koridoru açılması başta, kendi iktidarını ayakta tutmaya yarayacağını umduğu konularda pazarlıklar yapmak için kullanmaya çalışacak. Ancak Erdoğan iç politikadaki ihtiyaçlarıyla da bağlantılı olarak kendini ne kadar öne çıkarmaya çalışırsa çalışsın, bu zirvenin önceliğinin ABD’nin başını çektiği Batılı emperyalistlerin savaş örgütü olan NATO’nun yeni dönemdeki hedeflerinin belirlenmesi olacağı açıktır. Dolayısıyla Erdoğan’ın kendi iktidarını ayakta tutmaya yönelik bu pazarlıklar, aynı zamanda Batılı emperyalistlerin Türkiye’yi kendi hedeflerine daha fazla bağlamalarına yarayacak.

Sonuç olarak, iktidar destekçisi medya organları her ne kadar Erdoğan’ın pazarlık yapmasını Türkiye’nin lehine gibi göstermeye çalışsalar da Türkiye halklarının lehine olan bu pazarlıklar değil, ülkeyi emperyalistlerin savaş üssü yapan NATO’dan çıkılması yönünde bir tutum alınmasıdır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa