Çocuktan mahpus olmaz, olsa olsa insan olur
Fotoğraf: Pixabay
Bazen ‘Duysam inanmam’ dediğinize doğrudan ya da dolaylı şahit olursunuz. Çocuklara kötü muamele, işkence, akran şiddeti, sağlık hizmetlerine ulaşımına engeller, mobbing...
Çocuk cezaevlerine TTB ve valilik insan hakları il kurulu heyetleri ile her ziyaretin çıktısı bu olmuştu benim için. Bunlardan ‘Şakran Çocuk ve Gençlik Cezaevi İnceleme Raporu’ 2015 yılında, ‘Diyarbakır E Tipi Kapalı Ceza ve İnfaz Kurumunda Alıkonulan Çocuklar İzleme Raporu’ ise 2009 yılında Türk Tabipleri Birliği (TTB) tarafından bir kitapçık haline getirilerek kamuoyu ile paylaşılmıştı.
Çok açık ki, o çocukların toplum için zarar verici olma potansiyelinin çok çok üzerinde zarar vermekte kapatıldıkları mekanlar. 2008-2009 yıllarında kamuoyu taş atan çocuklar başlığı ile tanışmıştı. İsrail’de Filistinli çocuklara methiyeler düzenler yer bizim topraklar olunca içlerinde 9-10 yaşında olanlar da dahil tümünün tutuklanmasına, örgüt üyeliği iddiası ile olağanüstü ağır ceza talepleri ile yargılanmasına alkış tutmuştu. Yüksek gri duvarlar, tel örgüler, dar mekanda bitişik nizam ranzalar ve çocuklar… Yarım asırlık şiddet sarmalında çocukları mahpus etmek! Oysa temel çocuk haklarıdır yaşama hakkı, daha doğrusu “Güvenli yaşam hakkı ve yaşamını sürdürebilme, geliştirebilme hakları”! O çocukları unutmamak gerek, unutanın yüreği taş olsun!
İHD verilerine göre “2021 ekim ayı tutuklu çocuk sayısı 1347 olup 566 hükümlü çocuk ise COVID-19 izniyle hapishane dışındaydı”. Covid pandemisi hasta ve hükümlü çocuklar için izolasyonu dayanılması zor bir hale evirdi. Her hastaneye sevk dönüşünde on beş gün karantina yani ek izolasyon demek.
Bu çocuklar cezaevlerine el bebek gül bebek getirilmiyor. Öncesinde ciddi insan hakları ihlali ve işkence iddiaları her daim var. Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, “Bir çocuğu tutuklamanın başvurulacak en son yöntem olması ve bunun en kısa sürede uygulanmasını devletlere bir yükümlülük olarak verirken”, Türkiye’de tutuklu çocukların sayısı tüm zamanlarda hükümlü çocuklardan daha fazla olmuş durumda. Tutuklanma bizzat bir cezalandırma biçimine dönmüş adeta.
Paul Eluard “Asıl Adalet” şiirinde asıl adaletin çocukların yüreğinden başlayıp akla uzandığını söyler. Peki, hangi akıl? Şimdilerde çocuklar için bırakalım asıl adaleti, onarıcı adaleti bile uygulamayıp, cezalandırıcı adaleti reva gören bir hükümet eyleme aklı var.
Anneleriyle Birlikte Mahpus Çocuklar Raporu’na ( 2021, Yaşam Hakları Derneği) göre tam 345 çocuk mahpus cezaevinde kalmak zorunda. Gebe ya da ana kuzusu yaşta çocuğu olan bir kadını mahpus kılmak için nedir bu telaş? 0-6 yaş arası çocukların, sırf anneleri tutuklu/hükümlü diye mahpusçasına çıplak aranmasının; havasız, güneşsiz gri bir erişkin dünyasının ortasında soluk almasının vebali kimde? Hiç mi alternatifi yok, misal evde elektronik kelepçe?
Çocuktan ağa olur mu, ya koğuş ağası, ya çocuk işçilik? 2009 TTB Diyarbakır izlem raporunda da yer aldığı üzere, o tarihte koğuş temizliği çocuklar tarafından yapılmaktaydı. Adli koğuşta her çocuk 3 TL verip ayda 30 TL ile en yoksul iki çocuğa yaptırıyorlardı temizlik ve çamaşır işlerini. Dikkat ettiniz mi, adli koğuş demiş sistem. Yani siyasi koğuş da kurmuş devlet mahpus kıldığı çocuklara.
2009 yılında çocuklar için kişi başı yemek ödeneği 4 TL idi. Şimdi üç aşağı beş yukarı aynı. O çocuklar yeterli beslenmeden nasıl sağlıklı kalacak? Hiç unutmadım 2009 Diyarbakır çocuk koğuşunu: Çalışır bir buzdolabı, bir arada 10 çocuk, dolabın içi bomboş, temizlikçi kılınmış çocuk mahpus işçinin aylığı ayda 30 TL...
‘Cezaevlerinde çocuklara işkence ve kötü muamele ihtimali her geçen gün artıyor’ desek birileri itiraz eder.Yanıt basit, işkence ve kötü muamele sırf dayak, elektrik, ters kelepçeden mi ibaret? Yanıtını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) veriyor. AİHM 2018 yılında bir hükümlüye diyet yemeği vermediği için Türkiye’yi “İşkence ve kötü muamele yasağını düzenleyen 3. maddeden” mahkum etmişti. Türkiye’nin “Kendisi yemek alsın, kantinden satın alsın” şeklindeki savunmasına AİHM şöyle cevap vermişti: “Devletin yükümlülüğü hapishane sistemini lojistik ve finansal zorluklara göre değil, tutuklunun insanlık onuruna uygun bir şekilde dizayn etmesi gerekir”.
Cezaevlerinde hastalanmak zor, nitelikli sağlık hizmetlerine ulaşmak ise hiç de o kadar kolay değil. Acısı, ızdırabı olan, özgürlüğünden mahrum bir çocuğun tedavisini ötelemek kendi bedenini biyolojik silah misali işkence aygıtına evirmek değil de nedir? TTB Diyarbakır Çocuk Mahpus Raporundan bir alıntı: “… Benim astımım var, beni hastaneye göndermiyorlar. Bazen çarpıntım oluyor, kalbim duracak gibi öleceğimi sanıyorum. Bir de doktor bana panik atak hastası olduğumu söyledi. Nefes darlığı olunca da beni acilen hastaneye götürmüyorlar, sadece ilaçlarımı kullanmamı istiyorlar.” Ve bir başka çocuk anlatımı: “… Yemeklerin miktarı az geliyor. Bazıları yenilmiyor. Haftada üç dört kez kabak geliyor. Revire çıkmak için bir aydır dilekçe veriyorum. Psikiyatri ilaçlarımı almam lazım. Doktora çıkamıyorum.” Bir başka kararında AİHM “(Cezaevlerinde) sağlık hizmetinin derhal sağlanamamasının, tedavisinin eksik yerine getirilmesinin, kişinin onurunu zedelediği, kişide acıya sebep olup aşağılanmış hissetmesine neden olduğu, bunun fiziksel ve moral direnci azaltması nedeniyle hastalığı katlayabileceği” bahsi ile işkence ve kötü muamele olarak tanımlamıştı oysa, hem de Türkiye kararında.
BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin ilgili hükümleri, suça itilen çocuklara ilişkin uluslararası sözleşmeler ve şartlardaki hükümlere göre özgürlükten yoksun bırakmanın, diğer çözüm ve tedbirlerin hiçbirinin uygulanamadığı durumlarda en son çare olarak başvurulması, her durumda ‘çocuğun yüksek yararı’ ilkesine göre hareket edilmesi gerektiği öngörülmüştür.
37. madde “Özgürlüğünden yoksun bırakılan her çocuğa insancıl biçimde ve insan kişiliğinin özünde bulunan saygınlık ve kendi yaşındaki kişilerin gereksinimleri göz önünde tutularak davranılması; özgürlüğünden yoksun olan her çocuğun, kendi yüksek yararı aksini gerektirmedikçe, özellikle yetişkinlerden ayrı tutulması ve olağanüstü durumlar dışında ailesi ile yazışma ve görüşme yoluyla ilişki kurma hakkına sahip olması gerektiği” yer almaktadır.
TTB raporlarında da ifade edildiği üzere “Cezaevi ortamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde; çocukların gelişimi, eğitimi açısından engelleyici ve örseleyici olduğu kadar topluma yeniden kazandırılmaları yönünde istenen hedeflere ulaşmaktan uzaktır.” Çözümü basit: Çocuk cezaevleri kapatılmalıdır.
Dün taş atan çocuklara onlarca yıl hapislik öngören devlet aklı, bugün o çocukların yaşam havzasında Fırat Nehri’ne siyanür sızdıran altın madenciliğinde üç maymunu oynuyor. Soru şu, siyanürlü Fırat Nehri mi bizi öldürür, hasta eder yani tehdit eder, taş atan çocukların o küçük elleri mi? Siyanür ile zehirlenmeye sessiz kalıp çocukları siyasi mahpus ilan etmek, siyasi bir tercihtir ve toplumca sağlıklı olabilmenin gerekliliklerinden sosyal ve siyasal iyilik halinin gasbıdır.
Çocuktan mahpus olmaz, olsa olsa insan olur. Paul Eluard’ın dediği üzere;
“İnsanlarda tek sıcak kanun,
üzümden şarap yapmaları,
kömürden ateş yapmaları,
öpücüklerden insan yapmalarıdır.”
Gerisi zulümdür, gayriinsanidir, gayriahlakidir.
Sağlıcakla kalın.
- Dünya sağlık örgütü 27 Ocak 2025 04:34
- Günah vergisi: Alkol 20 Ocak 2025 06:20
- Piyasalaşma ektiler, biçilen sağlığımız oldu 13 Ocak 2025 04:07
- Verem değil yoksulluk ve yoksunluk öldürüyor 06 Ocak 2025 04:41
- Alfa kuşağı: Çeyrek yüzyıl biterken sağlık 30 Aralık 2024 04:32
- Nar: Sağlık, barış, esenlik 23 Aralık 2024 04:45
- Tamamlayıcı sağlık sigortası: Eksik olan ne? 16 Aralık 2024 04:47
- Barış kokusu: Ege denizi 09 Aralık 2024 04:53
- İnsandan inşaata demir eksikliği 02 Aralık 2024 04:48
- Bir davayı seyretmek: Başka bir sağlık sistemi mümkün 25 Kasım 2024 04:43
- Kırmızı kurdele: AIDS ve çocuk 18 Kasım 2024 04:04
- Hekim grevleri tüm dünyada tarihsel bir eşikte 11 Kasım 2024 04:50