30 Haziran 2022 04:43

Bin yalana bir doğru ne der?

Ekran görüntüsü: Hurriyet.com.tr

Paylaş

Taklacı güvercinler dünya harikası ender kuşlardandırlar. Hareketleriyle yaşamın güzellik yanlarını anımsatır, sevindirir ve sevilirler. “Taklacılık”, insanlar söz konusu olduğunda ise, çıkarı için girmeyeceği kılık bırakmayan yalaka-dönme tiplerin durumunu akla getirir.

Ama hiçbir insan hali mutlak ve kesin değişmezlik kararlılığı içinde, monoton ve tektiplik göstermez. Nihayetinde insan bireyler belirli toplumlar içinde belirli toplumsal koşullarda yaşayan bireylerdir. Çıkar için ya da korku nedeniyle tiksinilecek bir tutum içinde olan birinin de kimi durum(lar)da, bir kez de olsa doğru bir söz etmesi pekâla mümkündür. Bir doğru, bin yalanı aklamaz, çirkefi kapatmaz. Ama yine de doğrunun gerçekliğe uygunluğu bir kez için dahi olsa, çizgi dışı sapma olarak da olsa, bir yalan denizinde tutulmaya çalışanlar için uyarıcı işlev görebilir.

İktidar sermayesinin tabloid paçavralarından birinde yazan bir gazetecinin iki gün önce, “Kokuşmuş, çürümüş bir şeyler kapladı her tarafı” diye yazması, bu türden bir hal tarifidir! Halk kitlelerini kokuşmuş -çürümüş bir sistemin ilişki ağı içinde tutmak için nefes tüketen sermaye medyası ‘kalemşörleri’nin, eşiğine post serdikleri iktidar sahiplerini de zan altında bırakacak bu türden laflar etmeleri, “kötek”lenmelerine bile neden olmuştur!  Hakan, her ne kadar kokuşmuş-çürümüş şeyleri “bir şeyler”le sınırlı göstermeye çalışsa da, kokuşmuşluk ve çürümüşlük savunduğu sistemin durmaksızın ürettiği ve içinde boğulmaya mahkum olduğu bir halin, diz boyu falan değil düpedüz boğazları aşmış bir durumun ifadesidir.

Eski söyleyiş biçimiyle söylersek mesela; açlık sınırının asgari ücretin üstü, yoksulluk sınırının birkaç on milyon insanın gelirinin üstü olduğu bir durumda, azınlığın azınlığı bir kesimin aylık gelirlerinin yüz bin-iki yüz bin-üç yüz bin TL olması, bir çürümenin; ekonomik-ahlâki-sosyolojik-kültürel; ne denirse densin o türden bir kokuşmuşluğun göstergesidir.

Mesela; ülkesinin Türkiye’deki büyükelçiliğinde doğranıp eritildiği belirtilen bir gazetecinin infaz emrini verdiği söylenen bir petrodolar milyarderinin-ona “veliaht kral” da dense, halkın işsizlik, yoksulluk ve hayat pahalılığı nedeniyle ‘zar ağladığı’ bir dönemde, Saray iktidarının devlet ikâmetgahında, Osmanlı debdebesini andırır şekilde “çalgılı-şarkılı ağırlanması”, pek İslami, pek ahlaki, pek demokratik mi sayılmalıdır?

Ya da örneğin “Ne zaman hasta olmuşsam, bilin ki hanımlarınızdan biri çarşafını çıkarmıştır” diyen, “Kadın sokağa çıkacak bir şey değildir’, ‘Kızlar katiyen orta, lise, üniversiteye gitmez, avanaklık etmeyin” buyruğu veren bir tarikat yöneticisinin devlet ve Diyanet yönetenleri tarafından “önder” ve “üstat” olarak ululanması, hangi tanımla karşılık bulur ya da bulmalıdır?

Ve bir soru daha: Kapalı Çarşı bölgesinde 1998 yılındaki bir patlamanın gaz kaçağından olduğuna dair üç bilirkişi raporuyla Polis Olay Yeri İnceleme Raporu bulunmasına ve daha önce beraat etmesine rağmen, 24 sene sonra Pınar Selek’in “bombacı” suçlamasıyla yeniden yargılanması yönünde bozma kararı açıklayan Yargıtay’ın ilgili dairesinin tutumu, Ahmet Hakan gibilerinin “bir şeyler” listesinin neresinde yer alır?

Hadi bir soru daha soralım: On milyonlarca insan yoksulluk içinde, yarına nasıl çıkabilirim diye acı çekerken, sermaye medyasında üstlenmiş yorumcu, analizci, köşe yazarı, iktisatçı, sosyolog titriyle iktidar yalakası meslek icra etmek ve karşılığında servet yığmak bu çürümüşlük ve kokuşmuşluğun neresinde yer alıyor? Sahi siz kaç dolar-sterlin-avro maaş alıyorsunuz?

A.Hakan, A. Selvi’ler, sizin -ve sizin gibilerin- ülke gerçekliğine ilişkin ve birbirinden aynı alanlardan seçilmiş bu sorulara, kokuşmuşluğu ve çürümüşlüğü, “bir şeyler”le sınırlı değil tüm şeyler bağlamında reddeden yanıtlar vermeniz beklenemez. Kokuşmuşluğu-çürümüşlüğü üreten çünkü savunusunu yaptığınız sistemdir. Emek gücünün sömürülmesine dayanan bu sistem her gün her saat baskı, vahşet, sürgün, imha, gerginlik ve çatışma üretiyor; kapitalistler başta olmak üzere insanları birbirinin kurdu olmaya sürüklüyor. Çürüme, yozluk, tiksindirici bozuşma, alçaklık ve kalleşlik onun özündendir. Bu sistem mayından besleniyor, bombadan, kandan, vahşetten, kaçaktan, kara paradan, uyuşturucudan…Kaçak yollarına bakın, dikenli-elektrikli-mayınlı-bombalı sınırlara… NATO’cuların savaş ve imha manevralarına, işgallere, işgal hazırlıklarına… Ulvi ulusal üstünlük söylemleriyle bu sistemsel özellikler hiçbir kapitalist ülkede örtülemez.

Ve evet, bu çürümüşlük ve kokuşmuşluk(lar) mevcut sistemi, sosyolojisi ve kültürüyle, ilişkilerinin bütün yönleriyle ölüme sürüklüyor. Yaşam deneyiminden ve bilimsel aklın öğreticiliğinden biriktiren işçi sınıfının eylemiyle özel mülkiyet ilişkilerinin köleleştirici-bencil ve çıkarcı mengenesi parçalanıp atıldığında, bu kokuşmuşluk batağı da ondan beslenenlerle birlikte yok olacaktır. İnsan soyu, ancak böyle kurtulabilir. Etiksel hümanist bir söz ile ifade edilirse, kokuşmasız bir toplumsal yaşamın kapısı da gerçekte ancak o zaman açılmış olur.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa