Kime hangi acı vatan?
Suruç'ta mültecilerin sınır geçişi | Fotoğraf: Fatih Polat/Evrensel
Seneler önce Berlin seyahatinde, bir kent müzesi gezmiştim. Geçici ve deneysel bir projeydi. Kreuzberg’de bir binada her katın zemini semtin krokisiyle kaplanmıştı. Girişte ziyaretçilere krokinin yüklü olduğu bir telefon ve kulaklık veriliyordu. Kroki üzerinde yürürken elinizdeki mobil cihazda aynı krokiyi görüyorsunuz. Bastığınız yerden bir ev seçip cihazdaki tuşa dokunduğunuzda o evde yaşayanların hikayesini dinleyebiliyorsunuz.
Semti tanıtmak, sakinleriyle empati kurdurmak için güzel bir yöntem.
Bilindiği gibi Kreuzberg “Klein/Küçük İstanbul” diye adlandırılır. Türkiye’den Almanya’ya göç eden nüfusun en kalabalık olduğu yerdir. Tarihi birçok binaya, müzeye sahip olan bu semt aynı zamanda Berlin’in gelir ortalaması en düşük bölgesidir. Sakinlerinin büyük bir yüzdesinin Alman vatandaşlığı yoktur.
İşte o müzede dinlediğim hikayelerin çoğu da Türkiye’den göç etmiş insanlara aitti. Hikaye dinlemek için krokide seçtiğim bir dükkanın sahibi anlatıyordu:
Onlarca sene önce Almanya’ya kaçak yollarla girmiş, sokaklarda aç yatmış, kendi hemşehrileri tarafından emeği suistimal edilerek kayıt dışı üç kuruşa çalıştırılmış, sonunda önce oturumunu sonra çalışma iznini almış, senelerce üç işte birden çalışıp temel ihtiyaçlar hariç hiçbir harcama yapmayarak biriktirdikleri ile bir ayakkabıcı açmıştı. Zanaatı buydu: ayakkabı ustasıydı. Emeğini, çabasını, çalışkanlığını gören bir Alman’ın desteği ve dayanışmasıyla başarmıştı. Hâlâ yakın dosttular.
Şimdilerde iyi iş yapan bir dükkanı ve dükkanın üzerinde bir evi vardı. İşte dükkanda cam bir kutu içindeki tabanı delik, burnu patlak, lime lime pabucun hikayesi buydu: Ülkeye tabanı delik pabuçla girip aynı ayakkabıyla seneler geçiren o adam artık kendi dükkanında, kimse delik pabuçla gezmesin diye uygun fiyata dayanıklı ayakkabılar satıyordu. Hikayesini “Bana inanan bir kişi hayatımı değiştirdi. İnsan bazen, buraya kadarmış, tüm gücüm tükendi diye düşünüyor. Size inanan bir kişi her şeyi değiştirebiliyor. Ben sadece ayakkabı satmıyorum, iyi görünen ucuz bir ayakkabı ile insanların hayatta daha sağlam basmalarına yardımcı oluyorum.”
Buna benzer onlarca hikaye vardı.
Gökhan Duman’ın 11. Peron kitabında ’60’lardan itibaren Almanya’ya göçenlerin hikayesi anlatılıyor.
“Berlin Duvarı’nın her iki yanında yer alan askeri birlikler, mayınlı arazi, gözetleme kuleleri ve sınırı geçerken hayatını kaybedenlerin hazin hikayeleri duvara yakın yaşamayı tehlikeli kılıyor, Almanlar duvardan uzak kalmaya gayret ediyordu. Ancak hem bu tehlikeler hem de Kreuzberg’de bulunan evlerin eski ve bakımsız olması göçmenlerin bu bölgede yaşamasına engel olmuyor, ucuz olması dolayısıyla göçmenler buraya yerleşmeyi tercih ediyorlardı.”
“...İlk başlarda ucuz olan kiralık evler göçmen nüfusunun artmasıyla bir anda değerleniyor, ev sahibi Almanlar, evlerini fahiş rakamlarla göçmenlere kiralıyordu. Kreuzberg’in Skalitzer Caddesi’nde yıkım bekleyen bir evin sahibi 2.5 odalık daireye 6 yatak koyarak bir önceki kirası aylık 54 mark olan daireden adam başı 100 mark alıyordu.”
Şu cümleler de 1973 yılında Belediye Başkanı Abendroth’un Der Spiegel’de yayımlanan sözleri:
“Kreuzberg’te geçen yıl doğan 1720 çocuğun 650’si Türk’tü. 14 yaşın altındaki çocukların sayısı 5 binden fazla. Belediye Başkanı Abendroth şöyle diyor: Böyle giderse boğulup gideceğiz. “
Almanya geçmişinde bir kez faşizm sınavından sınıfta kalmış bir ülke. Türkiye ile de kültürel olarak ortak noktası pek yok.
Ne bayramda sokaklarda, balkonlarda kurban kesilmesine aşinalar ne düğün konvoylarına, ne sünnet törenlerine.
Peyderpey on binlerce, yüz binlerce insan geliyor, dini başka, dili başka, müziği başka, huyu başka.
Sonra ne mi oluyor?
Haziran 1981, Ludwigsburg’ta 44 yaşındaki Seydi Battal Koparan’ı aşırı sağcı motorsiklet çetesi öldürdü
Mayıs 1982, Hamburg ’ta 25 yaşındaki Semra Ertan, yabancı düşmanlığını protesto etmek için kendisini yakarak, intihar etti
Haziran 1985, Hamburg’ta 29 yaşındaki Mehmet Kaymakçı sokak ortasında dövülüp, kafası beton blokla ezilerek öldürüldü
Aralık 1985, Hamburg’ta 26 yaşındaki Ramazan Avcı, beyzbol sobası ile dövülerek öldürüldü.
Aralık 1988, Schwandoorf’ta 49 yaşındaki İşçi Osman Can, eşi Fatma (43) ve oğlu Mehmet (11) ile 47 yaşındaki Jürgen Hübner Nazilerin kundakladığı evde öldüler.
Mayıs 1989, Berlin’de Ufuk Şahin, aralık 1990, Hachenburg’ta Nihat Yusufoğlu, bıçaklı saldırıyla öldürüldüler.
Kasım 1992, Mölln’de 51 yaşındaki Bahide Arslan ile torunları 14 yaşındaki Ayşe Yılmaz ve 10 yaşındaki Yeliz Arslan evlerinin kundaklanması sonucu öldü. 7 kişi ağır yaralandı.
1992 Meersbucsh’ta 20 yaşındaki Şahin Çalışır, mart 1993, Mülheim’de 55 yaşındaki Mustafa Demiral, bıçaklı saldırı sonucu öldürüldü.
29 Mayıs 1993, Solingen’de Saime Genç /4, Hülya Genç /9, Hatice Genç /18, Gülsüm İnce /27 ve Gülistan Öztürk /12) kundaklanan evlerinde öldüler. Aileden 17 kişi bir kısmı ağır olmak üzere yaralandı.
18 Şubat 1994, Darmstadt’ta Ali Bayram eşi ve çocuğunun yanında kurşunlandı.
Peki sonra ne oldu? Irkçılık hiçbir zaman tam anlamıyla temizlenmiyor. Ancak Ali Bayram’ın ölümünden 11 yıl sonra kızı Aslı Almanya güzeli seçildi.
2021 seçimlerinde Sosyal Demokrat Parti, Sol Parti, Yeşiller ve hatta biri de Hristiyan Demokrat Partiden olmak üzere Alman Parlamentosunda 19 Türkiye kökenli vekil var.
Göçmen olmanın acısını yaşamış, ayrımcılığa uğramış, yakın çevresinde mutlaka en az 1 “Alamancı” tanımış, içinde “scheisse Turken, Turken Raus” geçen anılar dinlemiş bu toplum, ellerinde değnekler ve satırlarla mülteci avına çıkıyor.
İktidarın dış politikalarına, sağlamadığı sınır güvenliğine, yönetemediği sığınmacı girişine ve mülteciler konusundaki stratejisizliğine karşı çıkmak yerine ne de kolay “Bunlar gitsin” demek ve ezilenin sırtına tekmeyi yapıştırmak.
Kendi topraklarında 33 aydınının yakılmasında bile adaleti sağlayamayan bir ülkede ne kolay unutuluyor Solingen’de, Schwandoorf’ta kundaklananların yaşadıkları.
Bu bir süreç, gelen geldi, gün gelir, gitmek isteyen de gider.
Ama bizimle kalacak ve burada yaşamaya devam edecek büyük bir nüfus olacak. Dili ayrı, kültürü ayrı. Ortak bir yaşamı belki 10 senede başaracağız belki 30 belki 50.
Almanya, geçmişinde gençlik indiriminden yararlandırdığı, maddi tazminata hükmedip erken tahliye ettiği her ırkçı katil sonrası yeni bir ayrımcılık cinayetiyle daha sınandı. Öldürülen bizim insanlarımızdı. Ne zamanki yasalarla ırkçılık affedilmez olur, o zaman gerçek bir demokrasiden söz etmek mümkündür.
Kendi topraklarımızda asimile olmadan yaşamak derdindeysek bizi laik, eşitlikçi ve adil bir hukuk sistemi ve toplumsal ahlakımız koruyacak.
Yaşadığımız büyük göç dalgasının asıl sorumlularına hesap sormak yerine göçmenin boğazı sıkılır, evi yakılır, sokaklarda insan avına çıkılırsa, baştan kaybediyoruz, tarih bizi de faşizm sınavında yenik yazacak.
İnsanları bir güruh gibi adlandırırken, her birinin sevdiği bir şarkı, kurduğu bir hayal, yaşadığı bir aşk olduğunu akla getirmek gerek.
İnsanları, insan olarak hatırlamaktan çıkıp da nefes alan bir et yığını gibi görmeye başlayandır asıl insanlıktan çıkan.
İnsanca bir yaşam, barış içinde bir pazar dilerim, milyonlarca insanın tek bir pazar keyfi yaşayamadığını unutmadan.
Not: Başlık Almanya’ya işçi olarak giden Güldane’nin yaşamını anlatan 79 yapımı Şerif Gören filminden feyzle atıldı. Bir pazar izlencesi olabilir.
Netflix’te yer alan “Stateless-Vatansız” dizisi de sığınmacı kamplarının ne demek olduğunu anlamak adına izlenebilir.
Almanya’daki ırkçı cinayetler için Gürsel Köksal’ın 2016’da Bianet’e hazırladığı dosyadan yararlandım.
- Merhaba yeni sene, mutluluk hangi seneye? 04 Ocak 2025 06:30
- Öngörü, strateji ve bir film üzerine 28 Aralık 2024 04:50
- Uyanık tutan sorular 21 Aralık 2024 05:15
- Kara kış 14 Aralık 2024 04:45
- Karar üzerine tartışma 07 Aralık 2024 06:25
- İçimdeki taziye çadırı 30 Kasım 2024 06:10
- Had aşımı 23 Kasım 2024 05:04
- Kitap-defter açık sınav 16 Kasım 2024 04:47
- Soru 09 Kasım 2024 04:19
- Bi'şey 02 Kasım 2024 04:47
- Bazı huylarımız iyi değil... 26 Ekim 2024 04:25
- El artırmak üzerine 19 Ekim 2024 04:24