15 Temmuz 2022 04:50

Demokrasi nöbetlerinden nöbet geçiren demokrasiye!

15 Temmuz 2016'daki darbe girişimi. (Fotoğraf: Elif Öztürk/AA)

Paylaş

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı, 15 Temmuz “Demokrasi ve Milli Birlik Günü”nde yurt içi ve yurt dışında 9 bin etkinlik düzenleneceğini açıkladı.  Açıklamada 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminden bu yana en yüksek etkinlik sayısına ulaşılmış olmasından duyulan ‘gurur’ belirtiliyor. Kendini darbecilere karşı demokrasinin cisimleşmiş hali gibi sunmaya çalışan bu baskı rejiminin, zaten oldukça sınırlı olan demokratik kazanımlara saldırdıkça ve her siyasal sorunda toplumu kutuplaştırdıkça “demokrasi ve milli birlik” adı altındaki nümayişlere daha fazla ihtiyaç duyduğu anlaşılıyor.

15 Temmuz darbe girişimi, ülkeyi 11 yıl boyunca birlikte yöneten iki ‘ortak’ arasındaki iktidar mücadelesinin bir tezahürüdür. İdeolojik söylemleri ve demokrasiye karşı tutumları bakımından ikisi arasında özde bir fark olmasa da kazanan taraf, halkın darbelere karşı birikmiş tepkisini ‘demokrasi nöbetleri’ üzerinden kendi baskı rejimini kurmanın bir dayanağı haline getirdi. Böylece darbecilerle mücadele adı altında ilan edilen ve Dönemin Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş’un “En fazla bir buçuk ay içinde bitirmek istiyoruz” dediği OHAL, demokrasi güçlerini tasfiye etmenin ve medyayı susturmanın silahına dönüştürüldü. Ülke tarihinin en şaibeli seçimlerinden biri olan 16 Nisan 2017 “başkanlık/tek adam iktidarı” referandumu bu baskı ortamında gerçekleştirildi.

Bu yönüyle 12 Eylül darbesi sonrasında yapılan 1982 Anayasa referandumu ne kadar demokratik ve meşru ise, OHAL koşullarında gerçekleştirilen16 Nisan 2017 referandumunun da o kadar demokratik ve meşru olduğunu söyleyebiliriz.

Ancak Erdoğan yönetiminin böylesi bir baskı rejimi kurabilmesinde burjuva muhalefetin tutumu da etkili oldu. CHP Lideri Kılıçdaroğlu ve diğer muhalefet liderlerinin “Yenikapı Ruhu” adı altında Erdoğan’ın yanında saf tutması, “darbeye karşı demokrasi” propagandasıyla bu baskı rejiminin inşa edilmesinde kolaylaştırıcı bir rol oynadı. Her ne kadar muhalefet liderleri daha sonra iktidarın önceden haberini aldığı bu darbe girişimi ile ilgili soru işaretlerini gündeme getirmiş ve siyasi ayağının ortaya çıkartılması için soru önergeleri vermiş olsa da ilk dönem ortaya koydukları bu tutum, Erdoğan’a nefes aldırıp baskı rejiminin inşası yönünde yeni hamleler yapabilmesinin önünü açtı.

Gerçekten de Dönemin Genelkurmay Başkanı Akar ile MİT Müsteşarı Fidan’ın önceden haberdar edildiğini bildiğimiz bu darbe girişimi konusunda hâlâ aydınlatılmayan birçok soru bulunuyor ve bu girişimin siyasi ayağının ortaya çıkartılması bizzat iktidar bloku (Cumhur İttifakı) tarafından engelleniyor. Dahası Erdoğan’ın, Gülenciler/FETÖ için “Ne istediler de vermedik” demesi, bunların darbe girişimi yapacak kadar devlet içinde nasıl güç kazandıkları ve darbenin siyasi ayağının ortaya çıkartılmasının neden engellendiği sorularının yanıtını da veriyor.

Darbe girişiminden 6 yıl sonra karşımızda artık demokrasiyi kendi iktidarı ile eşitleyen ve kendisine muhalif bütün kesimleri “darbeci”, “demokrasi düşmanı”, “emperyalizmin/dış güçlerin uşağı” ilan edecek kadar hastalıklı bir rejim bulunuyor. En temel demokratik haklar arasında yer alan gösteri-açıklama yapma hakkı valilikler üzerinden aylarca, yıllarca yasaklanabiliyor, Kürtlere ve demokrasi güçlerine yönelik tasfiye operasyonları parti kapatma davalarına kadar vardırılıyor, işçilerin grev ve sendika hakları engelleniyor, medya üzerindeki baskılara sosyal medyanın susturulması girişimleri ekleniyor, seçim yasaları ve sandık kurulları iktidar blokunun çıkarına geldiği gibi düzenleniyor, artık olağan hale getirilen kayyumlarla seçme ve seçilme hakkı ortadan kaldırılıyor.

‘Beka’ denilerek aslında iktidarın devamı ve kader birliği yaptığı tekellerin çıkarları için dayatılan savaşçı politikalarla (Kürtlere yönelik sınır ötesi operasyonlar ve yayılmacı emellerle gerçekleştirilen müdahaleler) ülke sürekli yeni tehditlerle yüz yüze bırakılıyor.

Bu hastalıklı rejimin ekonomik ve siyasi olarak ülkeyi getirdiği nokta, her geçen gün halkın daha geniş kesimleri tarafından görülüyor. İktidar kitle desteğini kaybettikçe de baskı politikalarına daha fazla sarılıyor. Giderek sıkışan Erdoğan, darbe girişiminde ‘üst akıl’ ilan edilen ABD’nin başkanından randevu alabilmek için manevra üstüne manevra yapıyor, dün “darbenin finansörü” olarak gösterilen Birleşik Arap Emirlikleri’ne bugün kurtarıcı olarak bakıyor.

Son günlerde Fetullah Gülen’in hastalığı konuşuluyor ve yerine kimin geçebileceği tartışılıyor. Ancak hasta olan sadece darbe girişiminin arkasındaki isim olarak gösterilen Fetullah Gülen değil. Darbe girişimini kendisi için “lütuf” olarak gören Erdoğan’ın bu baskı rejimi de içeride ve dışarıda sıkıştıkça daha sık nöbetler geçiriyor. Nöbet geçirdikçe kendi politikalarından kaynaklı sorunları başka nedenlere bağlıyor ve buna inanmayanları “düşman” ilan edip histerik bir biçimde saldırıyor.

Gelinen yerde bu hastalıklı rejimden kurtulmak ülkenin/halklarımızın öncelikli sorunu haline gelmiş bulunuyor. Elbette ülkedeki emek ve demokrasi güçleri de önümüzdeki sürece dair mücadele program ve taktiklerini bu gerçeği gören bir yerden belirleyecektir. Ancak burjuva muhalefet ve onun 6’lı masasının eski sistemin restorasyonuna dair çözüm programının bu hastalığın tekrar nüksetmesini engelleyemeyeceğini de akıllarda tutmak gerekiyor. Tam bu noktada kurucu meclis ve demokratik anayasa talepleri etrafında halk güçlerinin demokratik seçeneğini oluşturmanın önemi daha iyi anlaşılıyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...