19 Temmuz 2022

Erdoğan Tahran’da istediğini alabilecek mi?

Fotoğraf: Murat Kula

/ AA

ABD Başkanı Biden’ın Ortadoğu ziyaretinin ardından Rusya Lideri Putin, İran Cumhurbaşkanı Reisi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Tahran’da bir araya geliyor. Zamanlama olarak ilgilisi olsun ya da olmasın, Putin’in Tahran ziyaretinin Ortadoğu’daki egemenlik mücadelesi bağlamında Biden’ın İsrail ve S. Arabistan ziyaretine karşı bir hamle olarak anlam kazandığını/kazanacağını şimdiden söyleyebiliriz.

Biden’ın Ortadoğu ziyaretinin amacını, S. Arabistan’ın Cidde kentinde yaptığı “Ortadoğu’da Çin, Rusya veya İran tarafından doldurulacak boşluk bırakmayacağız” sözleri özetliyor.

Biden’ın Cidde’de Arap liderlerle yaptığı görüşmelerde her ne kadar daha önce Ürdün Kralı Hüseyin’in gündeme getirdiği Ortadoğu NATO’su konusunda somut bir adım atılmamış olsa da “İran tehdidi” karşısında ABD desteği ve İsrail ile iş birliği temelinde bir politik hat benimsendi. S. Arabistan yönetiminin İsrail dahil hava sahasını bütün sivil uçuşlara açması ve Biden’ın İsrail’den S. Arabistan’a doğrudan uçması, bu yönde atılmış bir adım oldu.

Enerji başta körfez ülkeleri ile ciddi ekonomik ilişkiler geliştiren Çin, Biden’ın açıklamalarına “Ortadoğu’nun kimsenin arka bahçesi olmadığı” ve “Çin’in Ortadoğu ülkelerinin egemenlik haklarına saygı duyduğu” açıklaması ile yanıt verdi.

Biden’ın ziyaretinin İran ve Rusya’yı birbirine daha fazla bağlayacağına da şüphe yok. Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Sullivan’ın “İran’ın Ukrayna savaşında kullanılmak üzere Rusya’ya yüzlerce SİHA (silahlı insansız hava aracı) vereceği” açıklaması da bu gerçeğe işaret ediyor.

Tam bu noktada Türkiye’deki Erdoğan yönetiminin bölgede oluşturulmaya çalışılan bu yeni dengeler içerisinde nerede durduğu ya da duracağı sorusu önem kazanıyor. Bu sorunun yanıtını verebilmek için Tahran’da Putin, Reisi ve Erdoğan arasında yapılacak görüşmeden çıkacak sonuçları beklemek gerekiyor.

Bugün Tahran’da yapılacak zirvede, Erdoğan’ın önceliğinin Suriye’de Kürtlere yönelik yeni bir operasyon için Rusya ve İran’ın desteğini ya da ‘olur’unu almak olduğu biliniyor. Çünkü zor günler geçiren Erdoğan iktidarı, böylesi bir operasyonun tıpkı 2018’deki Afrin operasyonu gibi havanın kendisinden yana dönmesini sağlayacağını umuyor.

Ancak her ne kadar Erdoğan’ın önceliği Fırat’ın batısında (Tel Rıfat ve Menbic’de) Kürtlere yönelik operasyon olsa da Rusya ve İran, kendileri için daha önemli gördükleri sorunları masaya getirecekler.

Türkiye’nin Ukrayna savaşındaki tutumu ve Erdoğan’ın son NATO zirvesinde Finlandiya ve İsveç’in üyeliklerine onay vermesi; Karadeniz’in güvenliğinden İdlib’e, Libya’dan Kafkasya’ya, Rusya ile bıçak sırtında duran ilişkilerin geleceği bakımından belirsizlikler yaratıyor.

Yine Erdoğan iktidarının bölgede yaşadığı sıkışmışlıkla da bağlantılı olarak İsrail ile ‘Normalleşme’ adımlarını atması ve körfezde İran’ı ‘düşman’ olarak gören Arap rejimlerle ilişkilerini geliştirmesi, İran’ın bölge politikası için bir tehdit oluşturuyor. Bu gelişmeler, temelde zaten iki bölgesel rakip konumunda bulunan Türkiye ve İran arasında Suriye sahasındaki geçici uzlaşmanın da geleceğini belirsiz hale getiriyor.

Öte yandan yaşanan diğer sorunlardan bağımsız olarak Rusya ve İran, Türkiye’nin olası operasyonunu Suriye’deki politikaları için sorun yaratacak bir hamle olarak görüyor ve bu nedenle de bu operasyona karşı açıklamalar yapıyorlar.

Rusya’nın Suriye Büyükelçisi Lavrentyev, “Türkiye’nin operasyonunun Suriye’de gerilimi artırarak durumu istikrarsızlaştırabileceği ve ayrıca Suriye ve Türk ordularının doğrudan karşı karşıya gelmelerine yol açabileceği” uyarısında bulunmuştu.

Geçtiğimiz günlerde Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ile görüşen İran Dışişleri Bakanı Abdullahiyan da operasyona karşı çıkarak “Bize göre Türkiye’deki dostlarımızın güvenlik endişeleri müzakere ile ve barışçıl yolla dikkate alınmalı ve giderilmelidir” demişti.

Erdoğan’ın son NATO zirvesinde Finlandiya ve İsveç’in üyeliklerinin kabulü karşılığında kopardığı tavizler, ABD ve NATO üyelerinin böylesi bir operasyona yönelik tepkilerini sınırlayıcı bir rol oynayabilir. Fakat Rusya ve İran, Türkiye’nin, Fırat’ın batısında Kürtlere yönelik bir operasyonunun Halep başta bölgeyi yeniden istikrarsızlaştıracağı ve kendi egemenlik alanları (Suriye yönetiminin elindeki bölgeler) için yeni çatışma riskleri yaratabileceği kaygısıyla karşı çıkıyorlar.

Suriye’deki pozisyonunu koruyabilmek için Fırat’ın doğusundaki Kürt özerk yönetimi ile iş birliğini sürdüren ABD, Türkiye’nin operasyon tehdidinin Kürtler ve Suriye yönetimi arasında bir uzlaşmaya yol açmaması için girişimlerde bulunmaktan da geri durmadı. Temmuz ayı başında önce Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ve sonra Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Neçirvan Barzani ile görüşen ABD’li Senatör Graham, bu temelde Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile “Türkiye’nin güvenlik kaygılarının giderilmesi” konusunda ara buluculuk yapmaya çalıştı. Ancak Kürtler, olası bir operasyona karşı ABD kendilerine güvence vermediği için Suriye yönetimi ile ortak hareket etme kararı aldılar.

DSG Genel Komutanı Mazlum Abdi, geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada varılan uzlaşmaya bağlı olarak Suriye ordusunun Kobanê, Tel Rıfat ve Menbic sınırına yerleşmesine izin verdiklerini söylemişti. Dolayısıyla yeni durumda operasyon ısrarı, tıpkı Rusya’nın Suriye Büyükelçisi Lavrentyev’in söylediği gibi, Türk ve Suriye ordularının karşı karşıya gelmesi anlamına geliyor.

Böylesi bir tabloda Erdoğan’ın Tahran’da istediğini alması zor görünüyor. Dahası Erdoğan’ın operasyon ısrarının karşısına Putin’in İdlib’deki durumu (Cihatçı çetelerle mücadele konusunda tutulmayan sözler ve bunlarla sürdürülen iş birliği) masaya koyması kuvvetle muhtemeldir. Ancak her şeye rağmen bugün ne Rusya ne de İran, Erdoğan’ı doğrudan karşılarına almak istemeyecekleri için Tahran görüşmesinden “Astana sürecinin devamı”, “Suriye’nin toprak birliğini savunma”, “terörizmle ortak mücadele” gibi genel bir “uzlaşma” metninin ortaya çıkması şaşırtıcı olmayacaktır. Buna belki “Karadeniz’den tahıl ticareti için Rusya ve Türkiye arasında iş birliği” vurgusu gibi, Putin’in Erdoğan’ı oyalamasını sağlayacak maddeler de eklenebilir.

Sonuç olarak, Tahran zirvesi hem ülkede ve hem de bölgede zor günler geçiren ve giderek sıkışan Erdoğan’ın derdine derman olmayacaktır. Zaten Türkiye ve bölge halklarının çıkarları da çözümsüzlüğü derinleştirip sürekli yeni tehditler yaratmaktan başka işe yaramayan bu politikanın başarısızlığa uğramasından geçiyor.

Evrensel'i Takip Et