Canhıraş bir dönem
Fotoğraf: M.A. Pushpa Kumara/AA
Dünya hayli karmaşık; çatışmalı ve kaotik bir dönemden geçiyor. Hangi ülkeye bakılsa kargaşa görülür. Kapitalist ülkelerde birbirine benzer, bazı unsurlarıyla aynılık gösteren sorunlar yaşanıyor. Kuşkusuz her biri ayrı toplumsal özelliklere, tarihi şekillenmelere sahip ve örneğin Türkiye ile Sri Lanka’da yaşananlar bazı bakımlardan benzerlikler gösterse de sınıf ilişkileri, mücadele gelenekleri ve kitlelerin devletle ilişkileri arasında önemli farklılıklar var. Ancak tümü güvensizlik, gerginlik, kaygı ve kaos karışımı bir ortamda bulunuyor.
Çin ve Rusya gibi rakip emperyalistleri diktatörlükle yönetilen ülkeler kategorisinde göstererek kendi diktatörlüklerini “demokratik” maskeyle şirinleştirmek isteyen İngiliz, Alman, Fransız ve Amerikan devlet şeflerinin uluslararası alanda çatışma üreten politikalarına, içeride halk kitlelerine, özellikle de işçilere yönelik saldırılar eşlik ediyor. İzledikleri politika, sürmekte olan savaşların yanı sıra yeni ve daha büyük çaplı saldırı savaşlarını davet ediyor. Bu politika dünyayı ve ülkeleri gerginlik, çatışma ve kaosa mahkum bir durumda tutuyor ya da açık militarist boğazlaşmalara sürüklüyor. Biden’in Ortadoğu “hamleleri”; Rusya ve Çin ile Batılı emperyalistlerin örtüsüz rekabette ulaştıkları yeni restleşmeler, militarist bürokratik devlet aygıtının tüm ülkelerde takviye edilmesi, Ukrayna’daki savaş ve bu savaşı fırsat bilerek silah sanayilerini geliştirip yıkım üzerinden kârlarını artırma yarışındaki şirketler ve devletler, görüntünün parçaları arasındadır.
Tümü de toplumsal yaşamın etkeni olan bu unsur ve gelişmeler, işçi ve emekçilerin yaşamını dolaylı-dolaysız, ancak kesin olarak olumsuz şekilde etkiliyor. Militarizmin, silahlanmanın, emperyalistler ile işbirlikçilerinin sürdürdükleri savaşların yükü halkların sırtına biniyor. Şu ya da bu ülkede, silahlanmaya yüzlerce milyon ya da yüzlerce milyar dolar kaynak ayıran burjuva hükümetleri, sıra işçi ve emekçilerin hayat pahalılığı altında ezilmemek, yoksulluk ve açlık içinde yıkıma sürüklenmemek için daha iyi koşullarda yaşama istemlerine geldiğinde, karşılarına devlet gücüyle dikiliyor; polis, özel güvenlik ve jandarma kuvvetlerini seferber ediyor, grev ve direnişleri yasaklama kararları çıkarıyorlar. Kapitalist emperyalizmin “Batılı demokrasi” olarak reklam edilen en önemli ülkelerinde, hükümet ve devlet başkanlarının emekçilerin istemlerine ve eylemlerine karşı açıklamalarıyla uygulamaya koydukları ve grev yasaklarını da içeren politikalar bu çarpıcı gerçeği bir kez daha gözler önünü serdi. Joe Biden, demiryolu emekçilerinin toplu sözleşme görüşmelerine müdahale etti ve Başkanlık Acil Durumu Kurulu (PEB) oluşturularak duruma el konması talimatı vardi. Almanya’da ise, Alman İşverenler Birliği (BDA) Başkanı Rainer Dulger, “Şirketlerin acilen malzemeye ihtiyaç duyduğu bir dönemde greve gidilmesinden büyük rahatsızlık duyuyorum. Belki de ihtiyaç duyulan şey, grev hakkını da sınırlayan bir ulusal olağanüstü hâl yasasıdır” şeklindeki açıklamasıyla işçilere karşı sermaye ve devlet politikasını açık etti.
Dönem, artan ve ağırlaşan sorunların yükü altındaki emekçiler bakımından eski bir deyişle canhıraş bir durumu içeriyor. Emekçiler can havliyle yaşam kavgasındalar.
Biden ve Dulger’in açık ettiği tutum, sömüren-sömürülen; ezen-ezilen sınıf ve kesimler arası ilişkilerin katı gerçekliğini yansıtıyor. Burjuvazi kurumlarıyla birlikte bilinçli sınıf politikası izliyor.
Bu politikaların sonuçlarını en ağır şekilde yaşayanlar ise halk kitleleri, işçiler ve diğer emekçilerdir. Kuşkusuz tekellerin baskısı ve pazarlar üzerine rekabetin kızışması küçük ve orta boy kapitalist işletmelerin iflasına da yol açarak onların sahiplerini ellerindekini kaybetmeye sürüklüyor.
Bu da tüm bu kesimleri, her biri açısından farklılıklar da olmak üzere, egemen ekonomik ve askeri politikalara karşı tepkiye yöneltiyor. İşçi ve emekçilerin Şili, Ekvator, Panama’da, ABD, İngiltere ve Fransa’da, Almanya ve Çin’de, Sri Lanka ve Türkiye’de, çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi, sosyal-ekonomik ve politik saldırıların son bulması talebiyle işsizlik, yoksulluk ve açlığa karşı giriştikleri grev ve gösteriler ya da Sri Lanka’da sürmekte olan ayaklanma türünden daha büyük ve etkili kitle eylemleri bu tepkilerin ürünü olarak ortaya çıktı.
Bu protestolar ve kimi ülkelerde ayaklanmaya varan kitle patlamaları kuşkusuz ilk kez yaşanmıyor. Arap ayaklanması olarak ortaya çıkan kitle eylemlerinin sonuçlarından biri de Tunus diktatörünün, şimdilerde Sri Lanka devlet başkanının başına geldiği türden kaçarak kurtulmasıydı. Bir diğer örnek Kazakistan’da yaşandı ve yüzlerce kişinin ölümü sonrası kimi tavizler koparılarak sona erdi.
Çok yönlü saldırılarla ve çok yönlü yoksunlukla terbiye edilmek istenen işçi ve emekçiler, iki bin yirmilerin yeni ağır yaptırımları altında ezilmemek için yeniden direnme tutumu içine girmeye başladılar. Bu tepki ve direnişlerin hangi ülkede ne kadar etkili olacağı ve uluslararası bir yeni yükseliş yönünde kararlılık gösterip göstermeyeceği henüz net değildir. Saldırıların kapsamı, boyutları ve ağırlığı benzer olmakla birlikte her bir ülkede toplumsal ilişkilerin tarihsel gelişiminin farklılık göstermesi, emekçilerin, özellikle de işçilerin mücadele birikimleri, gösterilen tepkilerin ve baş vurulan eylemlerin halk yararına sonuçları üzerinde etkili olacaktır. Ancak sömürülen ve ezilenlerin, mali sermaye ve tekellerin çıkarlarına işleyen kapitalist çark ve burjuva devlet iktidarının her ülkede, en küçük direnme durumunda karşılarına dikilmesine bakarak sonuç çıkarmaları şarttır. Çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi gibi hemen her zaman emekçilerin aktüel en önemli sorunu olarak öne çıkan ekonomik-sosyal bir sorunun kapitalizm koşullarında kalındığı sürece ancak kısmen, geçici ve güç ilişkilerine bağlı olarak her seferinde geriye dönüş olasılığıyla birlikte emekçilerin karşısına çıkması, ister istemez ya da kaçınılmaz şekilde bu sorun etrafında sınıf karşıtıyla ‘boğuşma’yı getirir. Burjuvazi ve sınıf iktidarının aygıtı bu kadarına da olanak tanımak istemez. Ancak, işçi ve emekçilerin kontrol edilebilir mücadelesini mecburen sineye çektikleri durumlar az değildir. Hayati tehlike saydıkları ise işçi ve emekçi mücadelesinin bu durumu aşacak bir yönelişe girmesidir.
Bu durum işçi sınıfı ve emekçilerin karşısına bir tarih dersi ve mücadelelerin uluslararası deneyiminin sonucunu çıkarıyor: Kapitalizm koşullarında kalındığı sürece durum dönemsel etkenlerle bağlı değişikliklere birlikte sürüp gidecektir. İşçiler, kapitalist üretimin tüm ana atar damarlarını ellerinde tutan ana üretici güç olarak güçlerinin farkına varmalı ve sömürüden tümüyle kurtulma hedefine bağlanan aktüel acil talepleri için mücadele perspektifiyle hareket etmelidirler. Kurtarıcı sonuca ancak böyle ulaşabilirler. Diğer yandan bu perspektif, bu sınıf bilinçli tutum, aktüel acil taleplerin (ki her zaman önemlidirler) elde edilmesi için birleşik eylemin olanaklarını da artırıp genişletir.
- Kaosun geniş mezarlığı 12 Aralık 2024 05:20
- ‘Suriye pastası’ ve duvarların dışına bakmak! 05 Aralık 2024 06:50
- Değişim; nasıl ve hangi yönde? 28 Kasım 2024 06:45
- Kürtçe eğitim Türkiye’yi böler mi? 14 Kasım 2024 04:52
- Bahçeli’nin çağrısı Kürt gerçeğinin neresinde? 07 Kasım 2024 05:41
- Sorun yoksa, telaş niye? 31 Ekim 2024 06:54
- Çürümenin toplumsallığı ve çürüyeni yönetme politikası 24 Ekim 2024 12:47
- İktidarın ekonomi kriterleri 26 Eylül 2024 05:56
- Vicdansızlık! 19 Eylül 2024 05:15
- Derin ve lağımlı bataklık! 12 Eylül 2024 05:58
- Sağın gücü ve işçilerin ‘kör noktası’ 05 Eylül 2024 05:28
- Malazgirt, Bahçeli, HÜDA PAR vs. 29 Ağustos 2024 05:40