Yeni katliam, kabaran suçlar ve değişmeyen sorular
Irak hükümetinin Twitter'da yayımladığı tören videosundan ekran görüntüsü alınmıştır
Kürt sorununu savaş ve şiddet politikaları ile çözme ve bu temelde sınır ötesi operasyonlar yapma konusunda ısrar eden Erdoğan yönetimi, Irak Kürdistan Bölgesi’nde yeni bir sivil katliamı gerçekleştirdi. 20 Temmuz’da TSK tarafından gerçekleştirilen havan topu bombardımanı sonucu Zaho’nun Perex köyünde piknik yapan 3’ü çocuk 9 sivil yaşamını yitirdi ve 31 sivil de yaralandı.
Rudaw’a konuşan Zaho Kaymakamı Muşir Beşir, turistik geziler ve piknik için kullanılan Perex köyünün TSK tarafından bu ay içerisinde 3 defa bombalandığı bilgisini paylaştı. Saldırının ardından Başbakan Kazımi başkanlığında toplanan Irak Ulusal Güvenlik Konseyi, Türkiye yönetimini kınayarak “Irak’ın egemenliğine ve vatandaşlarının güvenliğine yönelik ihlallerin durdurulması” çağrısını yaptı. Toplantıda ayrıca Türkiye yönetiminin ihlalleri ve saldırıları konusunda BM Güvenlik Konseyine ‘acil başvuru’ yapılması kararı da alındı.
Erdoğan yönetimi ile ekonomik ve siyasi iş birliğine büyük önem veren Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) tarafından yapılan açıklamalarda ise, bu saldırıya dair daha temkinli bir dil kullanıldı. KDP Lideri Mesut Barzani “Hangi taraf olursa olsun masum sivillerin şehit edilmesi ve yaralanması bir suçtur” derken; KBY Başkanı Neçirvan Barzani ve Başbakan Mesrur Barzani tarafından yapılan açıklamalarda “Türkiye ve PKK arasındaki çatışmaların bölgeyi şiddetin içine çektiği” vurgusu öne çıktı.
Türkiye Dışişleri Bakanlığı, yaptığı yazılı açıklamada saldırının TSK tarafından gerçekleştirildiğini reddederek “Irak hükümeti yetkililerini hain terör örgütünün söylem ve propagandasının etkisi altında açıklamalar yapmamaya” çağırdı. Açıklamada “Türkiye terörle mücadelesini uluslararası hukuka uygun şekilde, sivillerin, sivil altyapının, tarihi ve kültürel varlıklar ile tabiatın korunmasına azami hassasiyet göstererek yürütmektedir” denildi.
Dışişleri Bakanlığının açıklaması şaşırtıcı değil. Çünkü daha önceki dönemlerde de sivilleri hedef alan saldırılardan sonra bunları soruşturmak yerine “Terör örgütü propagandası” denilerek sorumluluk reddedildi. Ağustos 2020’de ‘Pençe-Kaplan’ operasyonunda Irak Sınır Muhafızlarının iki komutanı öldürüldüğünde bile Erdoğan yönetimi, “Iraklı komutanların PKK bölgesinde ne işi var?” açıklamasını yaparak egemenlik haklarını ihlal ettiği Irak tarafını suçlamaktan geri durmamıştı.
Son saldırıda da KBY’ye bağlı yerel makamlar katliamın TSK’nin topçu bombardımanı sonucu gerçekleştirildiğini açıkladıkları halde Dışişleri Bakanlığının bunu “terör propagandası” olarak göstermeye çalışması, akıllara Tansu Çiller’in başbakanlığı zamanında (1994) yaptığı “Köyleri PKK helikopterleri yakıyor” açıklamasını getiriyor.
Dışişleri Bakanlığı açıklamasında her ne kadar “Uluslararası hukuka uygunluk” vurgusu yapsa da uluslararası kurumlar tarafından hazırlanan raporlar, TSK’nin gerçekleştirdiği operasyonlarda uluslararası hukukun defalarca ihlal edildiğini ve sivillerin katledildiğini belgeliyor. İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) tarafından mayıs 2017-haziran 2018 arasında hazırlanan raporda, sadece bu bir yıllık dönem içerisinde gerçekleştirilen 4 askeri operasyonda uluslararası hukuk sözleşmelerinin ihlal edildiği ve 7 sivilin yaşamını yitirmesine neden olunduğu bilgilerine yer veriliyor. Öte yandan yine son yıllarda operasyonlarda SİHA’ların kullanılmasına bağlı olarak hukuk ihlallerinin ve sivil kayıplarının arttığı da belirtiliyor.
Erdoğan iktidarının uyguladığı politikalar, Türkiye’nin uluslararası hukuk ihlallerinin ve savaş suçlarının giderek kabarmasına yol açıyor. Bu politika Türkiye’nin gelecekte uluslararası alanda ciddi sorunlarla yüz yüze gelme olasılığını da arttırıyor.
Oysa bu politikanın yanıtsız bıraktığı sorular yıllardır değişmiyor.
Her operasyondan sonra “Terörle mücadelede kazanılan başarılardan” ve “yüzlerce/binlerce teröristin etkisiz hale getirilmesinden” söz ediliyor.
Peki, o halde PKK neden bitirilemiyor ve operasyon üstüne operasyon yapılıyor?
Dönemin Genelkurmay Başkanı Başbuğ daha 2010’da “Matematiksel olarak baktığımızda 26 yılda, güvenlik kuvvetleri 5 defa bu PKK terör örgütünü bitirmiş. Bu bir tespittir” demişti. Ama PKK, matematiksel değil; siyasal bir sorunun sonucu olduğu için bitmiyor, bitirilemiyor.
PKK, Kürt sorunundaki çözümsüzlük; daha doğrusu sorunu siyasal hakların inkarı ve askeri baskı uygulamaları ile çözme politikasının bir sonucudur. Sorunun hak eşitliğine dayalı demokratik çözümü yerine sorunun sonuçlarından biri olan PKK ile mücadeleye odaklanmak, çözümsüzlüğü derinleştirmekten ve sorunla daha geniş alanlarda muhatap olmaktan başka bir işe yaramıyor.
Erdoğan iktidarına sorarsanız sorunun çözümü için Irak’ta Kandil’den Şengal’e ve Suriye’de Fırat’ın batısından doğusuna Kürtlerin bulunduğu bütün bölgelere operasyon yapılması ve bu bölgelerin işgal edilmesi gerekiyor. Oysa yapılan her operasyon Türkiye’nin sorunla ilgili daha fazla muhatapla yüz yüze gelmesine neden oluyor ve bölgede egemenlik mücadelesini sürdüren emperyalistlerin bu sorunu kendi bölgesel çıkarları için kullanabilmelerinin de önünü açıyor.
Üstelik Erdoğan iktidarının Irak ve Suriye’deki uluslararası hukuk ihlalleri ve savaş suçları, sorunun kaynağının ve çözümünün dışarıda değil, içeride olduğu gerçeğini de değiştirmiyor.
O zaman Erdoğan yönetimi neden bu operasyonlarda ısrar ediyor?
Çünkü bu operasyonlar ve Kürt sorununda sürdürülen politika, ülkedeki baskı rejiminin ve demokratik muhalefeti susturmanın dayanaklarından biri olarak kullanılıyor.
Öte yandan bu operasyonlar ve “güvenlik” gerekçesiyle cihatçı çetelerle birlikte işgal edilen bölgeler, her fırsatta Lozan’da kaybedilen topraklardan söz eden iktidarın yayılmacı emellerine de hizmet ediyor.
Dışişleri Bakanlığının açıklamasına bakınca, Erdoğan yönetiminin daha öncekilerde olduğu gibi Zaho’daki sivil katliamında da sorumluluğunun üstünü örtmeye çalışacağı ve ülkenin güvenliği için değil ama kendi geleceğini kurtarmak için operasyon ısrarını devam ettireceği anlaşılıyor. Bu noktada Erdoğan iktidarının politikalarına karşı olduğunu söyleyen güçlerin Zaho katliamına karşı sesini yükseltmesi gerekiyor. Çünkü bu katliama karşı alınacak tutum, aynı zamanda Erdoğan iktidarının ülke ve bölge halkları için ciddi tehditler yaratan politikalarıyla hesaplaşmanın bir adımı olarak da anlam kazanıyor.
- Ankara'da Rojava pazarlığı 13 Aralık 2024 10:10
- Esad rejimi sonrası Suriye ve Ortadoğu’yu ne bekliyor? 10 Aralık 2024 05:30
- Adı konulmamış ‘süreç’te Rojava çıkmazı! 06 Aralık 2024 06:45
- Cihatçı saldırının yol işaretleri ve Halep'te kesişen yollar 03 Aralık 2024 06:55
- HTŞ’nin Halep saldırısının arkasındaki güçler ve hesaplar 30 Kasım 2024 06:50
- Bahçeli neden ısrarla Öcalan’ı işaret ediyor? 29 Kasım 2024 06:20
- Selefi Ebu Hanzala in, demokrasi ve laiklik out! 26 Kasım 2024 06:45
- ‘İşgalci ülke’ açıklaması ve Erdoğan iktidarının Suriye’de alarm veren politikası 19 Kasım 2024 05:00
- Trump'ın Ortadoğu'su ve Erdoğan'ın Kürt sorunu 12 Kasım 2024 04:45
- Devlet ‘yeni sürece’ kayyım atadı! 05 Kasım 2024 05:04
- Yeni ‘süreç’: Demokratik siyasete kurt kapanı 01 Kasım 2024 05:03
- Putin’e ‘Esad’ ricası ve Kürt sorununun çözümü 29 Ekim 2024 12:34