24 Temmuz 2022

Bir garip tükenmişlik

Üniversite son sınıfta 21 ders almış, okulu bitirmeye çalışıyordum. Sınav dönemi çalışmam gereken notları ve kitapları saatlere bölmüştüm. Bir saatte 100 sayfa okumam ve özetlemem gerekiyordu. Önümde on bin sayfaya yakın içerik, duvardaki koca saatin tik takları, kalbimde panikten gelen bir çarpıntı, tek istediğim yorganı başıma çekip her şeyden kaçmaktı, okuduğumu anlamam imkansız oluyordu.

Sonra okul bitti, 2001 kriziydi. Bulabildiğim tek işte, akşama kadar tanımadığım insanları telefonla arayıp bir hizmet satabilmek için randevu talep etmem gerekiyordu. İş bulabildiğime olan şükür kısa sürdü. O telefon gözümde büyüyor, koca ofisi kaplıyor, karşımdaki sesin "efendim" ya da "alo" deyişindeki ton, beni hayata bağlayan ipi inceltiyor ya da sağlamlaştırıyordu. Birkaç ay içerisinde strese bağlı yaralar çıkmıştı yüzümde, ellerimde, öyle üzerime geliyordu o telefon. O sıralar nefret ettim telefonla konuşmaktan, 20 sene geçti üzerinden, o nefret geçmiyor. Tanımadığım birini arayıp dert anlatmam gerektiğinde sırtımdan terler akıyor, onun yerine otobüse atlar yanına giderim, yeğdir.

10 yıl da üretime bağlı işlerde çalıştım. Geçenlerde eski bir fotoğrafımı gördüm. Son işyerimde, birilerinin doğum günü, pasta kesiyoruz ofiste. Cam duvarlara, açık ofis mobilyalarının parlak beyazlığına tezat; örgü bir yelek var sırtımda, ayağımda çamurlu postallar, uzun bir bluz giymişim, ütüsü gitmiş, saçlarım tokasından fırlamış, darmadağın. Ne kendime saygım kalmış ne işe ne hayata.

Hatırladım yeniden o ruh halini; önündeki bilgisayarda açılması gereken yüzlerce sipariş, hata payını sıfır belirlemişler, sabahlara kadar çalışsan bile bir o kadar daha iş yığılacak biliyorsun. Yaptığın iş ne kadar zeka gerektiriyor, ne kadar bilgi-birikim her gün sorguluyorsun.  Hiçbir zevki yok, hiçbir heyecanı, hiçbir şey değişmeyecek yarına ya da haftaya. On dakikada dağılacağını bildiğin göstermelik doğum günü toplaşmaları, kimseye kaloriden başka şey ifade etmeyen pastalar, bir sosyalleşmen de o işte, zoraki. İzne çıksan döndüğünde arap saçına dönecek işler, gecelerce daha çalışacaksın, biliyorsun.  Bit-me-ye-cek. Telefon da susmayacak zaten o tatilde, daha önce tecrübe etmişsin. Öyle bir bıkkınlık her şeyden. Çıkıp gitme şansın yok, bassan istifayı açsın.

Sonradan öğrendim: Burnout sendromuymuş adı.

1970'li yıllarda New York'lu psikoterapist Herbert Freudenberger'ın ortaya attığı "Burnout Sendromu"nu şimdilerde artık duymayan kalmamıştır.

Yanmaktan alır adını, insanın yangın var diye bağırmak istediği ve bağıramadığı bir tükenmişlik hali, her şeyin üzerine fazla gelmesi. 

Eskiden tamamen iş ve kariyer odaklı tükenmişliklerde kullanılan bu kavram şimdilerde iş dışında da üzerindeki yükü taşıyamayanların yaşadıkları için kullanılıyor.

Belirtilerini uzmanlar üç başlıkta inceliyor.

Birisi; Duygusal tükenmişlik/Çabuk yorulma

Güne başlanan sabah saatlerinde başlar yorgunluk hissi, o "uyanmış insan enerjisi" asla tam hissedilmez eskisi gibi. Arada bir tatil olur, arkadaşlarla buluşmayı bile canı istemez insanın, ağzını açıp konuşası gelmez. Hobi mobi hak getire, ihmal edilir zevk veren şeyler, denense de rahatlatmaz zaten. Kızgınlık, hayal kırıklığı, öfke veya bayılma gibi garip ve negatif hisler baskın gelir. Duygusal bir boşluk, yorgunluk çöreklenir. Ne dinlenmeyi becerebilir mağdur ne de düzenli uyuyabilir. Hep gergindir. Ayrıca mide-bağırsak semptomları, baş ve sırt ağrıları veya habire yeni enfeksiyonlar...

Depersonalizasyon/Uzaklaşma/Sinizm

Büyük beklentilerle başlanılan, idealize edilen iş hayal kırıklığına dönüşür. Mağdurlar artık iletişimde olduğu diğer insanlara (hastalar, müşteriler, arkadaşlar vs.) daha az duygu besler, daha uzak dururlar. Diğerleri hakkında aşağılayıcı nezaketsiz konuşmaktan kendilerini alamazlar, herkesi başarısız, bilgisiz, cahil, beceriksiz bulurlar. İnsan ilişkileri itici ve yorucu gelir. Bir değer kaybı başlar. Sinizm, başka insanların duygularıyla dalga geçme, hor görmeye dayalı düşünce ve davranışlar baskındır. Yine de içten içe kendini suçlar insan, bu hislerinden ve davranışlarından ötürü bir suçluluk da duyar. (Depersonalizasyon: Bireylerin etraflarında olanları sisli, gerçeküstü, rüya gibi ya da çarpıtılmış algılaması, kendinden kopuk hissetmesi hali.)

Düşük verimlilik/ Yetersizlik duygusuVerimlilik (konsantrasyon, sabır, etkinlik becerisi, yaratıcılık) düşer. Mağdur artık hayatın ondan beklentilerini karşılayamayacağından endişelenir. O panikle kafası kesik tavuk gibi daha çok koşmaya, mesailere kalmaya, işleri halledebilmek, gündemi yakalayabilmek için daha çok vakit harcamaya başlar ve döngüye girer.

Bu sendrom; ICD-10'da yer almadığı için bir hastalık olarak tanımlanmasa da oldukça sık görülüyor.

Alman Psikiyatri, Psikoterapi ve Nöroloji Derneği (DGPPN), toplumsal şartların da bir bornout sendromuna sebep olabileceğini belirtmiş. Sanayi toplumunun bireye yüklediği verimlilik sorumluluğu, baskısı ve kendini sömürme hissi yüzünden.

Şimdi bir bakalım mı kendimize?

Uyku bozukluğumuz var mı? Mide, sırt, baş ağrısı? Sürekli ve kapsamlı bir yorgunluk hissi? Enerji eksikliği? Hiçbir şey yapmamaya ve hiç kimse ile iletişime geçmemeye yönelik bir istek?

Yanmışız demek; merhaba tükenmişlik sendromu.

Çünkü bir çalışan olarak değil, sıradan bir yurttaş olarak; taşıyabileceğimizden fazla yük var üzerimizde. Biteceğine dair ise inancımız yok çünkü önümüzde sayısı belirli günlerden oluşan bir takvim yok. İşte önümüze yığılan dosyalar, e-postalar gibi bir gündem, sorunlar, çalınan, yağmalanan geleceğimiz, memleket var. Gitsen gidesin yok, hiç düşündün mü ne zor anlatmak kendini yeni birisine? En baştan.

Kalsan, ne için, kim için ve nereye kadar? Biz bu memlekette yurttaşlığın bitmeyen bir ihbar süresi içinde gibiyiz, kıdemimizse hiç olmadı.

Takdir edilmek yerine azarlanıyoruz yıllardır, sistematik mobbing gibi her gün yeni bir hak kaybı, yeni bir baskı.

Üzülmek bir şart olarak yazılmış ajandamıza, her türlü mutluluk birilerinden çalınmış gibi bir suçluluk hissiyle birlikte geliyor.

Çıkışı bulmak için güç lazım, bakıyoruz kendimize, yorulmuşuz oradan oraya koşturmaktan ve sonuç alamamaktan, delicesine.

Nereye koşacağını, hangi gideni tutmaya çalışacağını şaşırmış insan sürüsüyüz. 

Uzmanlar; ‘burnout’tan çıkış için sendromun mağduruna, bakış açısını, yaşam şeklini değiştirmeyi, telefonu kapalı uzun bir tatili öneriyor.

Nasıl yapacağız? Yaşayamıyoruz ki biz, yaşayamamayı nasıl değiştirir insan?

Değişime odaklanalım o zaman? Değişimden konuşalım habire. Her olaya bir yorum yapmak zorunda değiliz, yorum tepkilerin en az efor gerektireni ama en az fayda sağlayanı da aynı zamanda. Seçtiğimiz bir konuya dair gerçek bir eylemlilik içinde olmak daha iyi bir verimlilik. Yoksa yetişemiyoruz birikenlere, hiç bitmeyecek gibi geliyor, çaresiz hissettiriyor.

Burnout'a yakalananın işyerine ne öneriyor peki uzmanlar?

Mağdurun terapi ile, çevre desteğiyle, uzun bir kaçışla iyileşmesi geçici çözüm diyorlar. Biri bir süreliğine toparlarken başkaları da yanar. Buna sebep olan koşulları ortadan kaldırmalı.

Yani sistem içi ufak değişiklikler kurtarmayacak. Temelli giden kendini kurtarır, dayanışmayla insanlar bir süreliğine sağaltılır, kalanları tükenmişlikten kurtarmak için; yükü sırtlarından almak, bunun vadesini adım adım sayılı gün olarak hedef koymak, ilk hedefin vadesini uzun tutmamak, o "yangın" hissini anımsatacak her şeyden kaçınmak gerek.

Mağdurun çevresine takdir etmeyi öneriyor uzmanlar. 

Bu tükenmişliğe, takdir alabilmek iyi gelir diyorlar. Unuttuğumuz bir kavram daha. Artık herkes yanlış, herkes boş gibi bir diğerine. Kimin neye nasıl üzüleceğine bile karar veren birer bilirkişiyiz artık her birimiz. Hiçbir işe yaramayan iki satırlık tepkiler yüzünden birbirine bilenecek kadar sinizmin içindeyiz.

Oysa takdir iki kelimeye bakar: emeğine sağlık, helal olsun, iyisin iyi, vb.

Bu pazar bir takdirle bitsin yazı: Ölsek ölünürdü dostlar, yine iyi bile yaşadık. Sazlar gibiyiz, fırtınalarda eğildik ama kırılmadık. Bir değil, bin değil, her birimiz neler atlattık.

Helal olsun dört koldan faşizme direnişe, helal olsun yürekten gülebildiğimiz her ana, perdeleri açma gücü bulduğumuz tüm sabahlara, büyüğü-küçüğü olmaz; ödenen her bedel için her birimize helal olsun, nasıl da hiç geri adım atmadık ama?

Hayata sarılışımıza sağlık, biz bu yaşamak işini yakında layıkıyla gerçek edeceğiz. Sayılı gün, sağ kalın, sağ olun.

Takdiriniz bol olsun.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Vergide sahte sefer

Vergide sahte sefer

Maliye Bakanı Şimşek’in servet sahiplerinin vergi ödememesine tepkiler üzerine ilan ettiği “vergi denetimi seferberliği”nden koca bir hiç çıktı. Müfettiş yetersizliği nedeniyle şirketlerin sadece yüzde 2’si denetlendi. Sınırlı denetimde bile kaçırıldığı tespit edilen vergi tüm şirketlerin ödediği kurumlar vergisinin yarısına erişti. Vergi yükü her zaman olduğu gibi bordro mahkumu emekçinin sırtında kaldı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Suriye’de Aleviler hem katledildiler hem de “Esed artığı”, “mezhepçi fitne”, “provokatör” gibi suçlamalara maruz kaldılar.

Evrensel'i Takip Et