26 Temmuz 2022 04:19

Operasyon hesabı Tahran’dan döndü ama…

Tahran zirvesi

Fotoğraf: Mustafa Karnacı/AA

Paylaş

Erdoğan’ın Rusya lideri Putin ve İran Cumhurbaşkanı Reisi ile geçtiğimiz hafta Tahran’da gerçekleştirdiği zirveden en büyük beklentisi, Suriye Kürtlerine yönelik operasyon konusunda bu liderlerin desteğini almaktı. Ancak gerek Rusya ve İran liderlerinin ayrı ayrı yaptıkları açıklamalar ve gerekse Tahran zirvesi sonrasında yayımlanan ortak bildiri, Erdoğan’ın bu beklentisinin karşılanmadığını ortaya koyuyor. Dolayısıyla Erdoğan’ın operasyon hesabının Tahran’dan döndüğünü söyleyebiliriz.

Ama şimdilik!                                                                         

Çünkü her ne kadar ‘güvenlik’ gerekçesinin arkasına saklanmaya çalışılsa da Erdoğan bu operasyona kendi iktidarını ayakta tutabilmek için ihtiyaç duyuyor. Bu nedenle bugün için istediğini alamamış olsa da Ukrayna savaşının bölgede (Ortadoğu) yarattığı yeni dengelere bağlı olarak böylesi bir operasyon için koşulları sonuna kadar zorlamak istiyor. Zaten Erdoğan’ın Tahran zirvesi dönüşü yaptığı "Yeni bir harekat konusu milli güvenlik endişelerimiz giderilmediği sürece gündemimizde yer almaya devam edecek" açıklaması da bu ikili durumu; yani zirveden istediğini alamadığını ama operasyonun buna rağmen rafa kaldırılmadığını ortaya koyuyor.

Rusya ve İran, Erdoğan’ın Tel Rıfat ve Menbic’i öncelikli hedef olarak belirlediği operasyona karşı olduklarını Tahran zirvesi öncesinde de beyan etmişlerdi. Çünkü Suriye rejiminin en büyük destekçileri konumunda bulunan bu güçlerin böylesi bir operasyona ‘olur’ vermeleri, Erdoğan yönetimi ve desteklediği cihatçı grupların Halep’i yeniden tehdit edebilecek kadar pozisyon kazanmalarına yol açacak ve kendi işlerini zorlaştıracaktı.

Öte yandan Rusya ve İran’ın operasyona karşı olmaları, Erdoğan yönetiminin operasyon tehdidini kendi çıkarları için kullanmadıkları ya da kullanmayacakları anlamına da gelmiyor. Aksine sahadan gelen haberler, gelişmelerin Erdoğan’ın operasyon talebine “siyasi çözüm” ile yanıt veren bu güçlerin istediği yönde olduğuna işaret ediyor.

Erdoğan’ın haziran ayı başlarında Tel Rıfat ve Menbic’e operasyon yapılacağını söylemesi, Suriye’nin kuzeyindeki Kürt özerk yönetiminin askeri gücü olan Suriye Demokratik Güçlerini (SDG) de harekete geçirmiş ve SDG, böylesi bir operasyonun başlatılması halinde Suriye ordusu ile koordinasyona geçileceğini ilan etmişti. SDG cephesinden yapılan bu açıklamanın ardından SDG ve Suriye yönetimi arasında Rusya’nın arabuluculuğunda görüşmeler başlatılmış ve varılan anlaşma kapsamında Kobanê, Tel Rıfat ve Menbic’in sınır bölgelerine Suriye askerleri gönderilmeye başlanmıştı.

Suriye Demokratik Meclisi Eş Başkanı Riyad Derar da el-Ahbar gazetesine verdiği demeçte, Suriye ordusunun SDG ile anlaşmalı olarak Halep’in kuzeyindeki Menbic’e asker gönderdiğini söylemiş ve varılan anlaşmanın Fırat’ın batısını kapsadığını belirtmişti.

Bilindiği gibi, Kürt özerk yönetimi, Fırat’ın doğusunda ABD ile işbirliğini sürdürüyor ve varılan anlaşma bu bölgeleri kapsamıyor.

ABD, her ne kadar Rusya ve İran gibi Erdoğan yönetiminin Kürtlere yönelik operasyonuna karşı çıksa da Kürtlerin Suriye yönetimi ile uzlaşmasını da istemiyor. Bu nedenle Kürtlerle işbirliğini sürdürülemez hale getirecek ve bölgesel egemenlik mücadelesinde Rusya ve İran’a karşı pozisyonunun gerilemesine yol açacak bir çözümün önüne geçmeye çalışıyor.

Böylesi bir siyasi tabloda muhataplarının hepsinin operasyona karşı olması, Erdoğan’ı bu hevesinden vazgeçirmeye yetmiyor. Çünkü Erdoğan, bölgedeki dengelerin ve Ukrayna savaşının ABD-Rusya arasındaki egemenlik mücadelesini daha belirgin hale getirmesinin önümüzdeki süreçte kendisine böylesi bir operasyon için aradığı fırsatı yaratabileceğini umuyor. “Milli güvenlik endişelerimiz giderilmediği sürece…” açıklaması, bu beklentinin bir ifadesi olarak anlam kazanıyor. Dahası bugün böylesi bir operasyon yapamıyor olması, Erdoğan yönetiminin topçu atışları ve SİHA’larla bölgeye yönelik saldırı politikalarını devam ettirmesini de engellemiyor. SDG’nin IŞİD’e karşı mücadelede önemli rol oynamış komutan yardımcısı Salwa Yusuf’un da aralarında yer aldığı 3 kadın komutanına SİHA’yla gerçekleştirilen suikast, bu saldırganlığın son örneklerinden birini oluşturuyor.

Bugün Erdoğan’ın “milli güvenlik” gerekçesi üzerinden Suriye’ye operasyon yapmasını destekleyenlerin yanıtlaması gereken soru şudur: Sınır bölgelerine Suriye ordusu yerleştiği ve sahadaki muhataplar ‘siyasi çözüm’ çağrıları yaptıkları halde Erdoğan neden bu operasyonda ısrar ediyor? Ayrıca tehdit gibi gösterilen Suriye Kürtleri de her fırsatta Türkiye için güvenlik sorunu oluşturmadıklarını ve bu konudaki kaygıların giderilmesi için müzakerelere hazır olduklarını söylüyorlar.

Geçtiğimiz perşembe günü Zaho’da (Zaxo) aralarında çocukların da olduğu 9 sivilin katledilmesi, Kürt sorununu savaş ve baskı ile çözme politikasının açmazlarını bir kez daha gösterdi. İlk başta bombardımanın TSK tarafından gerçekleştirildiğini reddeden Erdoğan yönetimi, Irak yönetiminin ortaya koyduğu delillerden sonra sessizliğe büründü. İktidarın sürdürdüğü politika, bölge halkları için daha fazla ölüm ve Türkiye için de çözümsüzlüğü derinleştirip uluslararası alanda yeni tehditlerle karşı karşıya kalmaktan başka bir şey getirmiyor.

Gelinen yerde Erdoğan yönetiminin bölgedeki saldırganlığına karşı çıkmadan ülkede demokrasiyi savunmak olanaklı görünmüyor. Çünkü bütün muhatapları barışçıl temelde bir siyasi çözümden söz ettikleri halde Erdoğan’ın operasyon ısrarının arka planında “güvenlik” kaygıları değil; iktidarını ve kader birliği yaptığı sermaye çevrelerinin çıkarlarını korumaya yönelik savaşçı ve yayılmacı politikalar yer alıyor. Bu nedenle en son Zaxo’da gördüğümüz gibi burjuva muhalefetin Erdoğan’ın bu politikası karşısındaki sessizliği, en çok içeride demokratik bir geleceğin inşa edilmesini zorlaştırıyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa