28 Temmuz 2022

Zulmü bir düzen olarak nitelendirme sorunu

Eskiden yasa devleti değil hukuk devleti talep ettiğinizde, sağlı sollu milli birlik ve beraberlikçiler -ki onları müesses nizam savunucuları olarak da nitelendirebiliriz- insan hakları standartlarını öcü olarak karşınıza dikerlerdi.

İnsan hakları standartları, onlara göre yerli ve milli değildi. Yabancı. Kavram ve bu doğrultudaki örgütlenmeler, talepler, dış güçlerin kullandığı bir argüman, araç!

Hukuk devleti talebi de insan hakları standartları talebi de dış mihrakların işiydi ya da bu talepler dış güçlere yarardı.

Türkiye’de zaten yasalar vardı, mahkemeler vardı. Vardı modern bir devlette bulunması gerekli bütün kurumlar…

“Türkiye bir çadır devleti değildir” derlerdi, hâlâ da öyle diyorlar. Çadır devleti olunca ne oluyor ki, küçümseyici bir ifade olarak kullanılıyor bu?

Ben bu ifadeye katılmıyorum şahsen. “Çadır devleti” ifadesine hakarettir, Türkiye düzenine çadır devleti yakıştırması.

Mesela bir çadır devletinde yaşasaydı eski milletvekili, Avukat Aysel Tuğluk, zaten tutuklanmazdı da demanslı haliyle hâlâ hapiste tutulmazdı.

Mesela İHD’nin raporlarına göre 650’den fazla ağır hasta mahpus, hâlâ hapislerde tutulmazdı…

Mesela 200 günü aşkın süredir adalet talebiyle ölüm orucunda olan Sibel Balaç ve Gökhan Yıldırım ölüm orucunda olmazdı. Nuriye Gülmen sırf bir KHK direnişçisi oluşu nedeniyle 10 yıl hapis cezasına çarptırılıp hapislerde tutulmazdı, delilsiz.

Mesela Ankara Sincan Cezaevi kampüsündeki bir mahkemede yargılanan Türkiye’nin 3. büyük partisi mensupları, başta genel başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ     olmak üzere Kobani’nin düşmesine sevinecek olanların kurduğu düzenekle yargılanmazlardı.

Sevgili, bir zamanlar İHD’mizin genel sekreterliğini yapmış olan Nazmi Gür kardeşimiz hapislerde olmaz, hastalanmaz, bunalmaz, bayılmazdı. Ne Sincan’daki yargılamalar gündeme gelirdi, tut ki çadır devleti olabilseydi eğer ne de Anayasa mahkemesindeki kapatma davaları…

Türkiye bir hukuk devleti olsaydı eğer demiyorum, yasa devleti olsaydı da demiyorum, hatta hatta o beğenmediğiniz çadır devleti olsaydı, olabilseydi eğer, emin olun İstanbul Sözleşmesi’nin feshi düşünülmez, konuşulmaz, feshedilemezdi. Dr. Kerem Altıparmak hatırlatmasıyla söyleyelim, Anayasaya göre insan haklarıyla (İstanbul sözleşmesi kadın hakları/insan hakları konusundadır) ilgili bir konuda o sözleşmenin bir kelimesini bile değiştiremeyen Cumhurbaşkanı bir kararla (kararname de değil) Sözleşmenin feshi yoluna gidemez ve Danıştay da idare hukukunun tüm ilke ve esaslarına ve değerlerine aykırı o kararı-yasa devletinde bile olunsa- veremezdi.

O kadar da değil, bu kaba hak ve özgürlük karşıtı anlayış kesinlikle gündeme gelemezdi.

Mesela Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararlarına uyma taahhüdünde (46. madde) bulunmuş olsaydı o çadır devleti, o çadır devletinin hiçbir bürokratı, bakanı, yöneticisi, hakimi-hekimi uymak zorunda değiliz demezdi, diyemezdi o çadır devletinde…

Bu kadar açık ve net taahhüde rağmen “uymak zorunda değiliz” dediler mi, dediler. Bir çadır devletinde olamaz böyle bir şey. O çadır devleti o söze, verdiği söz, uyma sözüne uyardı, emin olun, uyardı!

O çadır devletinde ne müebbetlik Osman Kavala yargılamaları olurdu ve ne Gezi hak savunucuları Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Yiğit Ali Ekmekçi'ye 18’er yıl hapis cezası verilirdi.

“Zulmü” bir düzen olarak nitelendirme sorunumuz olduğunu düşünüyorum. Bence düzen ne hukuk devleti ne yasa devleti ve ne de çadır devleti tanımlarına uygun.

Faşizm mi, oligarşik diktatörlük mü, otokratik yönetim mi, onu da tam bilemiyorum.

Evrensel'i Takip Et