04 Ağustos 2022 04:50

Tartışılan sadece Alevilere saldırılar değil laik ve demokratik Türkiye’nin değerleridir

İzmir'deki Alevi kurumları

Arşiv | Fotoğraf: İnanç Babacanoğlu/Evrensel

Paylaş

Geçtiğimiz cumartesi günü, Aleviler için kutsal olan Muharrem orucunun ilk gününde Ankara’da üç cemevi ve Alevi kurumlarına yönelik saldırıda gözaltına alınan kişi sayısı üçe çıktı.

Saldırıyı yaptığı belirlenen Ahmet Ozan K’nin emniyetteki sorgusunda kimseden emir almadığını, saldırıları da tek başına yaptığını söylediği belirtiliyor. Ancak, polisin yeni kişileri gözaltına alması, saldırıların organize biçimde yapıldığının işareti olarak görülürken, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da saldırının “örgütlü saldırı”(*) olduğunu söyledi. Tartışma bu yanıyla sürecek görünüyor.

Türkiye’nin en kırılgan, bu nedenle de en tehlikeli iki fay hattından birisine (öteki Kürt sorunudur) yönelik, provokatif amaçlarla yapıldığı besbelli olan böyle bir saldırının olması elbette herkesi teyakkuza geçirecek bir gelişmedir.

Nitekim saldırının duyulmasından beri gerek Alevi kurum ve kuruluşları gerekse bu saldırıların Alevilere, onların inançlarına yönelik bir saldırı olmakla kalmayıp aynı zamanda halkların birbirini boğazlamasını isteyen karanlık ya da açık güç odaklarının amaçlarına hizmet edeceğinin farkında olan Alevi örgütleri halkların boğazlaması üstünden siyasi rant elde etmeyi amaçlayan gizli ve açık odakların siyasi ortamı provoke eden saldırıya karşı çıkarak protesto ediyorlar.

SALDIRGANLAR KORUNACAKLARINI BİLMELERİNDEN CESARET ALIYOR

Saldırıda bir can kaybı ya da ciddi yaralamanın olmaması elbette ki sevindiricidir. Ama bu saldırı bir saldırı olmaktan çok, arkasındaki tarih ve o tarihin devamı olması bakımından önem taşımaktadır. Çünkü Alevilere yönelik saldırılar, İslam’ın ilk yıllarına kadar giden bir tarihsel arka planla bağlantılıdır. Dahası, 19-26 Aralık 1978 Maraş Katliamı, 3 Temmuz 1980 Çorum Katliamı, 2 Temmuz 1993 Sivas-Madımak Katliamı, 12 Mart 1995 Gazi Katliamı gibi katliamların bilinen failleri gerektiği gibi yargılanmamış hatta aradan biraz zaman geçince ödüllendirilmişler, milletvekili, belediye başkanı gibi makamlara getirilmişlerdir. Katliam davalarının avukatları bakanlıklara kadar yükselmişlerdir.

Bu yüzden de yakın tarihin katliamlarının sorumluları gerektiği gibi yargılanmamış, bu katliamların arkasındaki asıl sorumlular hiç ortaya çıkarılmadığı gibi artık gizlenemeyen failler ise korunup kollanmış, küçük cezalarla kurtarılmışlardır. Bu yüzden de bu katliamlar, üstünden şu kadar bu kadar yıl geçti diye kapanmamış, tersine toplumun yeniden yeniden kanayan yarası olarak işlemeye devam etmiştir.

Özellikle de saldırganların cesaretlendirilmesinin arkasında sağcı partilerin Alevi-Sünni ayırımcılığı üstünden Sünni çoğunluğu yedeklemeyi birinci görev edinerek Aleviliği; İslam dışı, hatta “meşru olmayan”, “sapkın” bir inanç olarak görmeleri vardır. Bunun pratikte karşılığı ise cemevlerini ibadethane olarak görmemekte ısrar etme, Alevilere Sünni görüşüyle kabul edilebilir bir Alevilik dayatma, Diyanet İşleri Başkanlığının sadece Sünni anlayışla hareket eden bir kurum olması, cemevlerini ibadethane değil “cümbüş evi” olarak adlandırmada beis görmeme, en iyimser yaklaşanların bile “kültür kurumu”… olarak görmesi olmuştur.

Ki burjuva siyasetin bu tutumu ve devletin yaklaşımı Alevileri, son yıllarda cemevlerinin ibadethane olup olmadığının tartışma konusu olmasıyla, Alevi-Sünni ayrıştırması üstünden politika yapan, halka artık vereceği bir vaadi kalmamış siyasi odakların girişimlerinin etkili olması için provokatif saldırlar için de kolay hedef haline gelmiştir.

SALDIRGANLARIN ARKASINDAKİ ODAKLARIN AÇIĞA ÇIKARILMASI ÖNEMLİ

Açıktır ki, saldırıyı birkaç kişi yapmıştır. Ama saldırganların cesaretlendirilmesinde;

Aleviler ve onların kurumlarına yönelik ötekileştirme, dışlama ve itibarsızlaştırma üstünden politik rant sağlayan siyaset odaklarının (ve medyalarının),Cemaat ve tarikatlar ile sadece Sünni mezhebi ve değerleri etrafında hizmet veren, ama gerçek bir laik devlette olmaması gereken Diyanet İşleri Başkalığının faaliyetlerinin,Sosyal yaşamı Sünni değereler etrafında dinileştirme amacıyla yaşamın her alanında hızlı adımlar atan siyasi iktidarın birinci dereceden sorumluluğu vardır.

Nitekim Ankara’daki bu son saldırıdan sonra, her çevreden saldırıyı protesto edenler saldırının arkasındaki bu ayırımcı yaklaşıma, Alevi-Sünni ayırımcılığı üstündeki fay hattıyla oynayan iktidara ve onu girişimlerine dikkat çekmektedirler.

Nitekim önceki gün ülkemizdeki 80 baro ortak bir açıklama yaparak, “Yetkilileri bir kez daha seçim odaklı kutuplaştıran ve ötekileştiren dilden vazgeçmeye davet ediyor, bu provokasyon girişimlerinin arka planıyla birlikte açığa çıkarılmasını talep ediyoruz” çağrısı yapmışlardır.

Yine aynı gün, içinde siyasi partilerin, Alevi örgütlerinin bazı sendikaların ve derneklerin yer aldığı 44 kuruluş da barolarla benzer kaygıları ifade ettikten sonra, “Bu saldırı tüm yönleriyle aydınlatılmalı, failleri yakalanmalı, demokrasi ve laiklik karşıtı tüm kurumlaşmalar ortadan kaldırılmalıdır. Alevilerin, yok sayılan diğer halkların ve yurttaşların eşit yurttaşlık hakları tanınmalı” diyerek Alevi-Sünni ayırımcılığı ve kimlikler üstünden yapılan tüm ayırımcılıklara karşı mücadelenin yolunu işaret etmişlerdir.

Çünkü tartışılan sadece Alevilere ve kurumlarına yönelik saldırılar değil, laik ve demokratik Türkiye’nin hangi değerler üstünde yükselmesinin gerektiğidir.

Seçim sathı mailinde ilerledikçe siyasetin bu kadim tartışmasının daha çok gündeme geleceği de herhalde tartışmasızdır.

(*) Yeni Şafak gazetesi cemevleri saldırısı ile ilgili İzmir'de gözaltına alınan Çağdaş Can B'nin Devrimci Gençlik Derneklerinde faaliyette bulunduğunu iddia etti. Devrimci Gençlik Dernekleri ise “AKP medyasının yazdığı hikaye baştan aşağı yalandır. Bahse konu şahısların da derneğimizle herhangi bir ilişkisi bulunmamaktadır” açıklaması yaptı.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa