‘İnsanlık’ sonrasına geçiş
Görsel: Film afişi
Bu yazının kaleme alındığı tarih itibarıyla genç bir sinemasever David Cronenberg’i merak ettiğini, filmlerini izlerken doğru başlangıcın hangi yapıtla olacağını sorsa cevabım hazır: “Müstakbel Suçlar”.
Filmi bütünüyle beğenip beğenmemesinden bağımsız olarak görsel dünyası, teması ve estetiği ilgisini çektiyse geçmişe doğru bu kavramlarının izini sürmeye başlayabileceğini de salık veririm ardından. Geçen hafta itibariyle MUBI Türkiye’de gösterilmeye başlanan “Müstakbel Suçlar” (Crimes of the Future) meslektaşım Aslı Ildır’ın tabiriyle bir “hap halinde Cronenberg" filmi. Sinema tarihinin bu en özgün yönetmenin temel dertlerine dair fazla vaktiniz yoksa ana mevzuları kavramak için izleyebilirsiniz.
Ama “Müstakbel Suçlar”ın daha fazlası, eksiği var kuşkusuz. Öncelikle filmin yönetmenin kariyerinin başında, 1970’te çektiği “Crimes of Future” ile aynı adı taşıdığı bilgisini not düşelim. Filmlerin birbirleriyle ilgili olmadığın yazıp çizildi. İkinci olarak filme konulan Türkçe adın oldukça başarılı olduğunu da belirtmeden geçmeyelim. Ki, yönetmenin 2007 tarihli “Eastern Promises” filmine konulan “Şark Vaatleri” adı da çok iyiydi.
“Müstakbel Suçlar” yönetmenin ilk dönem filmleri “Scanners”, “Videodrome”, “The Dead Zone”, “Dead Ringers”, “Müthiş Yemek”, “Çarpışma”, “Varoluş” ile çok daha yakın ilişkide olduğu ilk akla geliyor. Yönetmenin gelecekte bir yerde gerçeğin farklı biçimlerde algılanıp inşa edildiği dünyalara dair anlatılar olarak tanımlanabilir bu filmlerin büyük çoğunluğu. “Müstakbel Suçlar” da yakın bir gelecekte olduğunu tahmin ettiğimiz belirsiz bir zamanda geçiyor. Bu distopik evrende insan soyunun evriminde bazı değişiklikler olduğunu anlıyoruz. Bazı vücutlar yeni organlar üretmektedir. Bir grup insanın ise beslenme alışkanlıkları değişmiş, post endüstriyel dönemin ürünlerini tüketir hale gelmiştir. Şimdilik izlemeyenler için burada keselim. Ana karakterlerimiz Saul ve Capris bu süreci bir tür performansa dönüştürmüştür öte yandan. Kuralları tam olarak oturmamış, bürokrasisi inşa edilememiş bu distopik evrende organlarla ilgili kararlar veren bir kurum da vardır. Timlin ve Wippet’in başında bulunduğu bu bürokratik kurum sistemi temsil eder görünmektedir.
Ben filmi izlerken daha çok “Çarpışma”dan anlar, “Şark Vaatleri”nden temalar belirdi gözümün önünde. “Çarpışma”, birçok biçimde yorumlanmış olsa da benim açımdan tam da döneminin ruhuna uygun bir biçimde tüketim toplumunda oluşan yaralara dair bir anlatıydı. Endüstriyel toplum her daim yönetmenin ilgisini çekiyor malum. “Çarpışma” da tüketim toplumunun doyumsuzluğunun yarattığı açlığa, bedenin başka biçimlerde tatmin olma arzusuyla tepki verdiği bir evrende geçiyordu. “Şark Vaatleri” ise bedenin bir anlatıya dönüştüğü, karakterin hayatının özeti haline geldiği bir filmdi.
“Müstakbel Suçlar” post endüstriyel dönemde bedenin toplumsal hayatın arzularının karşılanamamasına karşı tepkiler verdiği o zamanların aksine, uyum sağladığı bir ana götürüyor bizi. Ancak, bedenin bu endüstriyel dönüşüme uyum sağladığı anda dünya çökmüştür. Beden artık sadece bir performans öznesidir. Bu yeni formda beden acı duymaz, mikrop kapmaz. Evrim onu kusursuzlaştırmıştır bir bakıma. Yukarıda andığım iki filmde beden, dışarıdaki yaşama bir tepkisellik olarak konumlandırılırken, burada artık ‘yaşamın kendisi’ olmuştur. Bu durum iki türlü sonuç ortaya çıkarır. Birincisi Soul ve Caprice gibi onu sanata dönüştüren, ikincisi ise Lang gibi insanoğlunun dünyaya karşı yaptıklarının bedeli olarak dönüşümü devam ettirmek isteyen. Ben Lang’inkini daha sorumluluk sahibi buldum açıkçası!
Öte yandan, filmin estetik olarak fazla sakil durduğunu da belirtmeden geçmeyelim. Bazı alet ve edevata fazlasıyla özen gösterilmiş olsa da mekanların büyük kısmı boş. Özel bir tasarımdan ziyade yokluk içinde gösterilmek için özen gösterilmiş. Ancak bu ‘yoksulluk’ bazen özensiz gibi algılanma tehlikesi taşıyor. Bu sakilliği sevenler var ama benim gibi ayarsız bulanlar da olacaktır. Yönetmenin keskin cümleler kurmaktan çekindiğini biliyoruz ama muğlakta da bırakmaz. Burada ise kimi zaman keskin, kimi zaman fazla muğlak yaşanıyor çoğu şey…
“Müstakbel Suçlar”ın Cronenberg sinemasında bir dönüşümü de işaret ettiğini düşünüyorum. Şöyle ki üstadın daha önceki filmlerinde beden ile kurduğu ilişki; toplumsal/ kültürel durumların insanoğlu üzerinde yarattığı tahribatın bedende bir semptoma dönüşmesi şeklindeydi kanımca. Ama bu kez, bedende kendisini ifade eden bir dönüşümün insanoğlunda semptoma dönüşmesi gibi bir aşamadan bahsediyoruz. İnsanlığa dair hikaye anlatımından, insanlık sonrasına geçiş…
Filmin sanat/sanatçı, bedenin bir sanat nesnesine/öznesine dönüştürülmesi konusunda da epey sözü var açıkçası. Ama hem bu konuda kamusal alanda söz söyleyecek kadar (özel alanda atıp tutuyorum) yetkin olmadığım için hem de henüz ‘kavramsal sanatı’ kavrayamadığım (belki de sorun kavrama arzumdadır) filmin bu yönüne dair tartışmalara girmek istemiyorum.
“Müstakbel Suçlar”, Cronenberg hayranlarının kayıtsız kalamayacağı, tanımak isteyenler için ise iyi bir başlangıç filmi.
- Zamanı eğip bükmenin şehveti 21 Aralık 2024 04:15
- Uçucu bir peri masalı 02 Kasım 2024 04:15
- Altın Koza ve kronik festival problemleri 05 Ekim 2024 04:30
- Dibini görmeyen... 31 Ağustos 2024 04:25
- Silahlı kuvvetler sermayeye hükmetmeye yelteniyor! 10 Ağustos 2024 04:50
- ‘The Boys’ evreni nasıl kuruldu? 03 Ağustos 2024 04:15
- Roma’nın gurbet kuşları! 27 Temmuz 2024 04:25
- En güzeli uzaktan sevmek belki… 20 Temmuz 2024 04:42
- Analardır, adam eden adamı! 13 Temmuz 2024 04:40
- Amerika kimin rüyası? 06 Temmuz 2024 04:46
- Türkiye’nin film festivali rejimi 11 Mayıs 2024 04:15
- Müslüm’ün yapımcısından: Amy Winehouse! 04 Mayıs 2024 04:37