07 Ağustos 2022 04:05

Sabır edebiyatı

Fotoğraf: Anadolu Ajansı

PAZAR
Paylaş

Cumhurbaşkanı sürekli sabır talep ediyor bu aralar.

Sabır ile ilgili sorunum olduğunu fark etmem de bundan ötürü oldu.

Sabır temennisi bir tek ölüp gidenin ardından, kalanlar için çıkar ağzımdan. Yapacak başka hiçbir şey kalmadığından.

Sabır biraz da işkence gibidir tezcanlı olana. "Elim kolum tutuyor, niyetim de var, nasıl durayım, neyi bekleyeyim? Kalkıp yapayım aklımdan çıksın" gibi

Tüm taşındığım evlerde akşamına halılar serilir, çay koyulur. Boya yapacaksam hiç öyle ilk kat üzerine bir tam gün bekleyemem, sabaha karşı kalkar atarım ikinci katı. Uzun yoldan keyif alırım ama aynı gün de illa varılacak gidilecek noktaya. Roman denedim yazamadım mesela, öykü yazıyorum her ay en az iki tane. Sabredemiyorum aklımdaki hemen hayata geçmeyince. 

Sabrın kökenine baktım; Arapça şabr'dan geliyormuş: Tahammül, katlanmak, başa gelen haksızlığa, zulme ses çıkarmadan beklemek. 

Tevekkeli sabırsızız çoğumuz. Katlanmak mı? O niye?

Vikipedi daha şık açıklamış:

“Sabır, ya da dayanç, zor koşullar altında cesaret ve metanetini yitirmeme duygusudur. Sabırlı insan uzun süreli gecikmelere ve tahriklere rağmen moralini bozmadan yoluna devam eder veya beklemesini sürdürür. "

Bu tanımın karşılığı gerçekten sabır mı emin değilim, ‘direnç’e ya da dirayete daha yakın kanaatimce.

Dozunda sabır iyi olabilir diye örnekler arıyorum: Mesela avcı avını beklerken sessizce bekler oltanın, kapanın ya da tetiğin başında. Av, sadece attığını vurmak değil, sabır da ava dahil.

Avcılık da medeni bir dünyada artık yasaklansın ha?

 

Elinde kozu biten sabrın edebiyatını yapıyor da peki edebiyatçı nasıl tanımlıyor sabrı?

 

Kafka 1920'de aşık olduğu kadının babasına yazdığı mektupta:

“Yaşam, bir sabır oyunundan fazlasıdır” diyor.

Aynı yıl içinde birkaç ay sonra ise artık başka bir kadın var hayatında ve Milena'ya mektubunda:

“Dünyada benim ihtiyaç duyduğum kadar sabır var mı?​” diye soruyor.

Franz'ın kafası karışıktı anlaşılan sabır konusunda, en az aşkta olduğu kadar.Georges Perec, öğrenilmeyen şeyler içinde geçiriyor sabrı:

“Öğrenecek çok şeyin var, öğrenilmeyen her şey, yalnızlık, kayıtsızlık, sabır, sessizlik.”

Yan yana durduğu diğer kelimeler de tercihli bir seçim olmadıklarında güzel “şeyler” değil. Alıntı “Şeyler”den bu arada.

 

Ve yine Perec sabırlı olup beklemeyene de çatıyor, üzerine alınmalı mı sabırlı ya da sabırsızlar?

“Sabırlısın ama beklemiyorsun, özgürsün ama seçmiyorsun, müsaitsin ama hiçbir şey seni harekete geçirmiyor. Hiçbir şey istemiyor, hiçbir şey talep etmiyor, hiçbir şeyi dayatmıyorsun. Hiç dinlemeden duyuyor, hiç bakmadan görüyorsun: Tavanlardaki çatlakları, parkenin dilimlerini, gözlerinin çevresindeki kırışıklıkları, ağaçları, suyu, taşları, geçen arabaları. Artık tükenmez olanın içinde yaşıyorsun. Her bir gün ses ve sessizliklerden, ışık ve karanlıklardan, yoğunluklardan, bekleyişlerden, ürpermelerden oluşuyor. Olan tek şey, her seferinde biraz daha yitip gitmen, sonu olmadan başıboş dolaşman: Vazgeçme, bıkkınlık, uyuşukluk, kendini koyveriş? Artık sen dünyanın adsız efendisisin, tarihin üzerinde artık etki yapmadığı kişisin, yağmurun yağdığını artık hissetmeyen, gecenin gelişini artık görmeyen kişisin. Ne bir aşama sırası ne bir tercih. Dingin bir kayıtsızlık seninki.”

 

Bazı vasıfların vardı ve içlerinden büyütüp hayata yaymak için kayıtsızlığı mı seçtin? diyor. İyi sorgulama.

İslam tevekkül tembihler, sen Allah'a havale et, rahat et der. Kader, nasip ve kısmet ile açıklanabilir her şey.

Kaderinse çekersin, nasipse olur, kısmetse çözülür, bolca sabır, sonu selamet diye umulur. Oysa edilgenin salim kaldığı zor görülür.

Sabır da bu yüzden Siyasal İslam'ın sevdiği kelimelerden, bu sıralar çokça tembihleniyor, kitleler edilgen kalsın istendiğinden.

Bir çelişki olacak ama günümüz dünyasının İslam adına büyük konuşmacısı diye geçen isimlerden Pakistan asıllı ABD vatandaşı, akademisyen Nouman Ali Khan bakın nasıl anlatıyor sabrı:

“Duygularınızı şişelere doldurup durmaya sabır denmez. Aslında biriktirdiğiniz şey barut tozudur ve en sonunda patlar.''

Biri bana sabret deyince ense tüylerime kadar ürpermem belki de bundan; duyguları şişeleyip durduğumuzdan.

Ayın 3’üydü, Gezi tutuklularının 100 günü doldu içeride, bugün 104.

Yüz gün düşündünüz mü hayatımızda ne anlam ifade ediyor? Neler başarmıştık geçmiş bazı 100 günler içinde?

Ben ergenlik asabiyetini kenara bırakıp çalışmaya karar vermiş ve Anadolu lisesini kazanmıştım 100 günde. Sonra aynı şekilde son yüz günde açılıp çalışıp üniversiteyi.

Son senemde iki yıllık ders bıraktığımı fark edip gece gündüz çalışıp bitirmeyi başarmam da sınavlar dahil yüz gündür.

Okul hayatımın tamamı yüz günlük setler halinde gelen başarı.

Bir şehri, evi, statükoyu terk edip limon sıkacağına kadar sıfırlanmış yeni bir hayata başlamam yüz gün içinde oldu.

Ömrümün en güzel tatili sadece yedi gün sürdü, en güzel ikinci tatili 4 geceydi. Steril bir plazaya istifayı basıp mobilyalarını ellerimizle kurduğumuz, camlarını kendi sildiğimiz ofiste kendi işimden ilk parayı kazanmam arası 40 gün bile değildi.

100 gün önce doğan bebekler bugünlerde başlarını dik tutabilmeye başladılar. Yüz günü geçtim, günü bile geçtim daha geçen hafta 21 yaşında bir kadın Manş’ı yüzdü; 16.5 saat sürdü.

Haftalık dizi çekiyorlar, kurgusu dahil bir hafta sürüyor; 2.5 saat izliyorsun. Bu hesapla Gezi tutukluluğu 15. Haftasında. Filmler Türkiye’de 75 ile 120 gün sürüyormuş, bu garabet senaryoyu film yapsaydık demek yakında vizyonda olacaktı.

Kafamda sürekli bu hesapları yapıyorum, duramıyorum.

Şimdi Can Atalay, Tayfun Kahraman, Hakan Altınay, Mücella Yapıcı, Mine Özerden, Çiğdem Mater 18'er yıl ceza aldılar; 6570 gün eder kabaca.

6 kişi toplamda 39 bin 420 gün yatacaklar. 946 bin 080 saat diyelim. Yahu 8 milyon insandık sekiz milyon o Gezi'de.

Böl insan başına, 7 dakika ediyor. Müebbet verdikleri Osman Kavala'nın ömrü bol olsun dileyelim, insan başı üçer dakika da onun için yatalım, onar dakika onar!

Ben bu işin matematiğinden çıkamıyorum, sürekli bölüp çarpıyorum, her işlemde yüz büyüyor.

Yüz sayısı büyüdükçe, Kavala'nın 1738. günü devleşiyor, Demirtaş'ın tutsaklığı sonsuz gibi geliyor, hafızası dakikalara düşen ve inatla tahliye edilmeyen Aysel Tuğluk'un bir günü kaç saat hissettiğini düşünmeden duramıyorum.

Sabır öyle mi? Sayılar yaşamdan düşüyor, neyin sabrı?

Bir günde kaç kilometre yürüyoruz, kaç vasıtaya biniyoruz, kaç kere telefonumuz çalıyor, kaç insanla kucaklaşıyoruz, kaç kere bakıyoruz göğe, kaç kedi, köpek okşuyoruz, kaç dükkana girip çıkıyor, kaç kişiyle selamlaşıyoruz? Kolay mı insanların ömrünü çalmak öyle? 

Arsaya çökersin rayici var, kaçakçılık yaparsın tutarı belli, ihaleye fesatın hesabı illaki çıkar, insan ömründen çalanın cezası ne, karşılığı ne, bedeli nasıl hesaplanacak? Giden günler sadece içeride tutulanın hayatından değil tüm sevdiklerinden eksiliyor. Dışarıda olsalar hayata sunacakları katkı tüm toplumdan eksiliyor. Raporlar yazılamadı, dersler verilemedi, filmler çekilemedi, davalar açılamadı. Bunlar nasıl hesaplanacak? Nasıl hesaplaşılacak?

Bu sabır barutu nasıl sönümlenecek?

İçimizdeki yangın bir gün soğuyacak mı?

 

Artık dillerde sabra kılıf sağduyu duymak değil sabırsızlığı dindirecek somut bir vade, vadeye götüren bir harekete işaret gerek.

Tahminim bu memlekette sabır da para kadar hiçe dayanmıştır. Sabır öğütleri altında sabırsızlıktan çatlıyorum.

 

Edilgen değil etken olduğunuz bir pazar dilerim, mektup yazacağım, yine sabırsızlandım, yazıyı burada kesip sözü Shakespeare'e bırakıyorum, Yanlışlıklar Komedyası’ndan ama bize komik değil.

 

“Duyarsız sabır!

Hiç de şaşılacak bir şey değil.

Başka türlü olması için başka bir neden yoksa,

İnsan yumuşayabilir.

Felakete uğramış bir zavallının ağladığını görünce,

Ona susmasını öğütleyip sabır dileriz,

Ama aynı ağırlıkta bir acı bizim üstümüze çökse,

Onun kadar, belki de daha fazla, dizimizi döveriz.

Sense, seni üzecek taş yürekli bir eşin olmadığı için,

Bol keseden savurup yararsız sabır öğütleriyle

Yatıştırmaya çalışıyorsun beni.

Bir gün sen de benim gördüklerimi görecek kadar yaşarsan,

Bak o budalaca sabır öğütlerinden eser kalacak mı o zaman!”

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa