Bill Russell: Haklı, öfkeli, huysuz
Fotoğraf: Wikimedia Commons
“Kazanan” (winner), ABD mantalitesinin spora mıh gibi kazıdığı, çağımıza çok uygun, hiç sevmediğim bir tabir. Ancak basketbol tarihinde bir büyük “kazanan” belirlememiz gerekse bu kesinlikle geçen hafta hayata veda eden Bill Russell olurdu. 13 profesyonel sezonuna 11 şampiyonluk sığdıran Russell’ı daha da özel hale getiren bunu tarihin en iyi takım oyuncusu olarak yapmasıydı. Hücumda topa dokunmaya ihtiyaç duymadan (ki onda da fena değildi, kariyer ortalaması 15.1 sayı) bir maçın kaderini değiştirebilen savunma uzmanı, bu yanıyla basketbolda fedakarlığın ve takım oyununun başarı için vazgeçilmez olduğunu kendisinden sonra gelen herkese hatırlatan bir simgeydi. Özellikle bizim kuşaklar onu şampiyonluk yüzükleriyle verdiği şen pozuyla, alçakgönüllü mesajlarıyla, uyumlu tonton ihtiyar imajıyla hatırlıyor. Oysa kendi deyimiyle “insan hakları popüler değilken insan hakları mücadelesi veren” bu adam, tüm o şampiyonlukları kazandığı dönemde medya ve seyircilerle sürekli sürtüşen, asık suratlı kimilerine göre “huysuz”, kimilerine göre “burnu havada” bir isimdi.
Bill Russell, ırkçılığın çok güçlü olduğu bir dönemde büyüdü. Dedesi marabalık, babası hademelik, kendisi “süper yıldızlık” yaparken değişmeyen şey yaşadıkları ayrımcılıktı. Ve buna karşı mücadelede aile geleneğini sürdürdü. Boyun eğmedi, karşı koydu. Arazisini hasat etmeyeceğini duyunca “Bana ne yapmayacağını söyleme zenci” diyen toprak sahibi ve arkasındaki KKK üyelerine karşı pompalı tüfeğiyle nöbet tutan dedesi, Russell’ın kahramanıydı.
“Kararlıydım, hiçbir zaman bağnazların istediği zenci olmayacaktım. Onlara kendini sevdirmeye çalışan gülen çocuk olmak bana göre değildi.” Bill Russell bu yüzden “Amerika’nın en ırkçı şehri” dediği Boston’da bir spor sembolü olmayacağını kabullenmişti. Üçüncü şampiyonluklarını kazandıktan sonra trafik ışıklarında “Hey zenci, o arabayı almak için kaç tane boktan maç yaptın” diyen adam, şehrin ve ülkenin gerçeği olmaya devam edecekti. Banliyöde ev aldığında o “nezih” semtin sakinleri Russell ailesinin mahallelerine taşınmaması için imza kampanyası başlatmış, ilk tatillerinden döndüklerinde evlerini talan etmişlerdi. Boston medyasına göre bu barbarlığın gerekçesi Russell’ın “kibirli” tavırlarıydı! Tüm şampiyonluklarda oynadığı başat role rağmen medya onu bir şekilde hep ikinci plana itmeyi başardı. O da sahada kendini alkışlayıp saha dışında yuhalayanlara karşı lafını hiç esirgemedi. “Ilımlı” beyazlara, “liberallere” göre Russell’ın sert tavrı “onun türünün mücadelesine” zarar veriyordu. Bu argümandan hep nefret etti. Bazen Martin Luther King Jr.’ı yumuşak olmakla eleştirdi, Malcolm X’e, Nation of Islam’a yakınlık duydu. Siyahların, şiddet de dahil, tüm araçlarla ezilmişliklerine karşı koymaları gerektiğini söyledi. “Beyazların çoğunu beyaz oldukları için sevmiyorum. Siyahların çoğunu da siyah oldukları için seviyorum. Bana en aşağılık, en mazlum siyahı gösterin, size onun kardeşim olduğunu söylerim” dediğinde “ırkçı Bill Russell” korosuna koşarak katılanlar Güney eyaletlerine gittiklerinde onları kabul etmeyen otellerden, lokantalardan bahsetmekte pek çekingen kaldılar. Bill Russell, daha fazla para, daha fazla popülarite için hiçbir zaman şirinlik yapmayacak, öfkesini hep diri tutacaktı. Bu bazen derdini daha geniş kesimlere daha iyi anlatmasına engel olsa da…
Lige 1959’da gelen Wilt Chamberlain onun hem en büyük imtihanı hem en büyük zaferiydi. Pek çok açıdan Russell’ın tam tersiydi. Basketbolculuğu, mizacı, politik eğilimleri…(*) En büyük farkları belki de şuydu: Wilt her zaman sevilmek istedi; beyazlar, siyahlar, seyirciler, takım arkadaşları, rakipleri onu sevmeliydi. Russell ise kendisinin de sıkça söylediği gibi sevilmeyi umursamadı ama saygı görmek istedi. Saygı gördü, 1960’ların sertlikleri unutulduktan sonra sevildi de… Şurası kesin, ailesini ırkçı toprak sahibine karşı pompalı tüfeğiyle savunan maraba dedesini hiç mahcup etmedi.
(*) Yeri gelmişken şu anekdotu da aktarayım… Russell ve Wilt saha dışında çok iyi dost oldular. Ancak Russell’ın 1969 finalleri sonrası görüntü alındığını bilmediği bir toplantı sırasında Wilt’i kolay pes etmekle (quitter), sürekli kaybetmekle (loser), yani en çok kullanılan medya klişeleriyle itham etmesi ipleri kopardı. Wilt, medya ya da seyircilerin kendine böyle sataşmasını artık umursamıyordu ama saygı duyduğu bir isimden, en büyük rakibinden ve kıymetli bir arkadaşından bunları duymak onu yaraladı. Tam 24 yıl küs kaldılar, büyüklüğü yapan ve barış adımını atan Wilt oldu ve Shaquille O’Neal’ın 1993’teki Reebok reklamında birlikte (Kareem ve Walton da vardı) rol aldılar.
- 100 yıl arayla Paris’te iki olimpik dönüm noktası 26 Temmuz 2024 05:27
- Papara baskını ve marka değeri 19 Mart 2024 04:10
- Bozacılar ve şıracılar 12 Mart 2024 04:46
- Beşiktaş'a cüret gerek 05 Mart 2024 04:42
- "Dünümüzü getirin, yarınımızı verelim" 27 Şubat 2024 04:15
- Geriden oyun kurmayı, yarım alanlara sızmayı atla, göğe bakalım 20 Şubat 2024 04:50
- "En eski spor arkadaşları"nın 2024 model çekişmesi 13 Şubat 2024 04:21
- Gerçeğin yumruğu: İşte Türk futbolu bu! 13 Aralık 2023 04:56
- Çalınmış ülke, bölünmüş spor: Filistin 23 Ekim 2023 04:36
- City Football Group-Başakşehir flörtü 09 Ekim 2023 04:00
- Süper Lig, süper sömürü 02 Ekim 2023 04:30
- 'Voleybol Ülkesi' miyiz? 25 Eylül 2023 04:25