13 Ağustos 2022 04:07

Bir kazananın gözünden Türkiye: Kadim Bey’in hikayesi (III)

İnşaatta çalışan işçiler.

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Önceki iki yazımda, kısmen hakiki, kısmen kurmaca olan Kadim Bey’in ve komşularının, Türkiye’de zenginliği ve yoksulluğu nasıl gördüklerini anlatmıştım. Bir de iktidar yanlısı, inşaat zengini Kadim Bey’in, iktidar düşmanı (varlıklı) komşularınca neden bu kadar sevildiğini. Bu yazı, bu mevzuları biraz daha detaylandıracak, biraz da işçilerin aynı tabloya nasıl baktığına değinecek.

Geçen yazıdan hatırlayacaksınız, işçi olmayan mahalleli, Kadim Bey’in yükselişini çalışkanlığıyla açıklıyor.

Oysa... Mahallede, (sınıf bilincine sahip olmayan) işçiler kendilerinin yoksul kalışını az çalışmak, biriktirmemek gibi nedenlere değil de eğitimsizliklerine, kadere, ya da siyasetçilerin ve elitlerin “kendileri gibi” insanları sevmemesine bağlıyorlar. “Kendileri gibi”den kastettikleri, hangi kimliği -dindar, milliyetçi, Alevi, Kürt, vb.- sahiplendiklerine göre değişiyor.

Fakat Kadim Bey’e gelince, işçilerin açıklamaları vites değiştiriyor. Kişisel özellikler ağır yer tutuyor anlatılarında. Örneğin, Kadim’in insan-üstü denilebilecek bir enerjiye sahip olması. Sert mizacına rağmen hoşsohbet yanıyla, kendisiyle yeni tanışan birini bile hemen etkilemesi. Dediğim dedik olması ve yerleşik beklentilerin aksine davrandığında bile bir yolunu bulup, kendi iradesini dayatması.

Sosyolojide buna “karizma” deniliyor. Sanki büyülü bir yapısı var karizmatik kişinin. Ancak dini karizma özelinde de bilindiği gibi, “Şeyh uçmaz, mürit uçurur.” Kadim Bey’in olağandışı enerjisi, hırsı ve ortama hakim olma yetisi, ayrıksı hayat hikayesinin ona bahşettiği hediyeler. Ama işçilerin gözünde, zenginliğinin kaynağında kısmen bu kişisel özellikler var. Bu açıklamalar da aslında herkesin bildiği ama bilmezden geldiği “ilk birikim” kısmını bastırıyor, yok sayıyor.

Gerçek şu ki, bir iki seçkin aileden aldığı referans, Kadim Bey’in önünü bayağı açmış. Bu ailelerden bağımsız olarak, “parti” ve “cemaat” bağlantıları da işini kolaylaştırmış. Sözü geçen seçkin aileler, Kadim Bey’in ideolojik evreninden olmadığı için, iki farklı evrende kabul gören bir usta olması, kendisine ayrı bir avantaj sağlamış. Bu geçmişi (kendisi dahil) herkesin hatırlamazdan gelmesi, Kadim Bey’in sınırsız öz güvenini katmerliyor.

 Kadim Bey’e göre, Türkiye’de kötü giden şeyler yok değil. Ama nedenini şöyle açıklıyor:

“Sorumsuzca fiyat arttıran bazı vatandaşlar var. Devletin değil vatandaşın suçu bu.”

Yani evet diyor Kadim Bey, Türkiye’de belirli bir “yoksunlaşma” var, tam anlamıyla “yoksulluk” olmasa bile. Ama bunun suçlusu, tedarik zincirlerinin kırılmasını ve Ukrayna krizini fırsat bilen kimi uyanık tefeciler. Devlet, her şeyi kontrol etme gücüne sahip olmadığı için, bu kişileri hemen cezalandıramıyor.

Biliyorum, hükümet basınında da sıkça gördüğümüz bir argüman bu. Fakat tablonun çok dikkat çekmeyen bir kısmının altını çizelim. Kadim Bey ve (işçisiyle, profesyoneliyle) mahalleli, birçok konuda anlaşamasalar bile, ortak bir zeminleri var: Bazı kötü odaklar ayıklandığında, adanmış bir şekilde çalışan herkesin gemisini yürüteceği bir ülke haline geleceğimize sarsılmaz inançları. Ana fark, Kadim Bey’e göre bu odakların devletin en üst kademelerinden zaten temizlenmiş olması... Resmi muhalefeti takip eden mahallelilere göre ise, kötülüğün başının, devletin de başında olması.

Bir unsur gözden kaçmasın. Kadim Bey, bir AKP ürünü değil sadece. O, 1980’den beri girdiğimiz yolu temsil ediyor. Cumhur ittifakı gidip, Millet ittifakı gelse, Kadim Bey yine yolunu bulur. Zaten o ittifak da herkesten önce Kadim Bey gibileri kazanmayı hedefliyor.

Hal böyleyken, hükümete sadece, “Yalan söylüyorsunuz, herkes sürünüyor, siz ve adamlarınız dışında” diyerek muhalefet etmek, sermayenin bu çarktan nasıl çıkar sağladığının üstünü örtmektir.

Zenginiyle, orta hallisiyle, fakiriyle... mahallelinin Kadim Bey’le, resmi muhalefetin de Türkiye ekonomisiyle kurduğu ilişki, kolay kolay değişecek gibi değil. AKP’ler gelir gider, Kadim Beyler daha kalıcıdır. Neden mi?

Hani resmi muhalefet, Türkiye’de kötüye gidişin miladını ya 2002’den ya 2010 civarından başlatır ya... Aslında bu eksik milatlandırma, bugünkü gidişatın zeminini, 1980 sonrasının hazırladığını unutturur hep. 1960’lı ve 1970’li yıllar, birçok açıdan idealden uzak olmasına rağmen, arzu ekonomisinin daha toplumsal olduğu yıllardı. İşçiler, köylüler, emekçiler, kurtuluşu bir araya gelmekte arıyordu. Kendi kendini kurtarmakta değil. Daha doğrusu, gidişat bu yöndeydi. 12 Eylül darbesinin ve Özal iktidarının en büyük başarısı, bu toplumsallığı (mümkün mertebe) yok etmek oldu. O noktadan sonra, her hükümet ve her resmi muhalefet köşe dönmeci bir arzu ekonomisi üzerinden tanımladı kendini.

Başka bir arzu ekonomisi kurulabilmesi için, sadece propaganda çürütmek değil, yeni bir ufuk kurmak gerekiyor. Bu ufuk da sadece sözle değil, örgütlenen işçi sınıfının kazanımlarıyla somut bir zemine oturabilir ancak.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa