22 Ağustos 2022 04:30

Ankara-Şam diyaloğu ve Kürtler

Beşar Esad, Vladimir Putin, Tayyip Erdoğan

Fotoğraflar: Beşar Esad ve Vladimir Putin (solda) President of the Russian Federation, Wikimedia Commons
| Tayyip Erdoğan (sağda) Murat Kula, AA

Paylaş

Arap coğrafyasında 12 yıl önce başlayan ve “Arap Baharı”, “Arap Ayaklanmaları”, “Arap İsyanı” gibi adlarla tartışılan eylemler, köklü demokrasi sorunları yaşayan rejimlerin her biri için farklı özellikler gösterdi. Bazı ülkelerde, iç dinamiklere dayalı olarak halkın talepleriyle başlayan bu eylemler, pek çok ülkede de, emperyalist çıkarları için oraya buraya “demokrasi” götürmeyi alışkanlık haline getiren, bu amaçla işgaller yapan dünyanın “efendilerinin” marifetiyle körüklenerek maniple edildi.

Tarihi ve güncel olayları, önemli özgünlükleri dışta bırakarak okumayı sevenler - kuşkusuz bu bazılarının çıkarları gereğidir - bu ayaklanmaların tamamını ya “demokratik halk isyanları” ya da “Emperyalist hesaplarla dışarıdan tezgahlanan eylemler” olarak gördüler. Arap coğrafyasındaki gelişmeleri düzenli izleyen, her hafta bir sayfasında da özel olarak takip eden Evrensel için bu konuda doğru okuma yapmak önemli. 

Bu özet girişten sonra güncel mevzumuza gelelim. Bodrum Havaalanında 5 Ağustos 2008’de Erdoğan ve Esad ailesinin birlikte verdiği fotoğrafın ardından, AKP iktidarının, 2012 yılında Emevi Camii’nde namaz kılma hülyasına evrilen ilişkiler, Suriye’ye yönelik hesaplar boşa düşünce bugün yerini Erdoğan’ın “Bizim Esed’i yenmek, yenmemek gibi bir derdimiz yok ki” sözünde ifadesini bulan noktaya bıraktı. Gelinen nokta açısından birçok faktörle birlikte Rusya’nın koyduğu ağırlığın rolü büyük.

Artık Ankara ile Şam’ın yeni diyalog sürecinin nasıl şekilleneceği tartışılıyor. İktidar medyasına sızdırılan kulis haberlerle yol yapılıyor, kamuoyu hazırlanıyor. Türkiye açısından Suriye savaşının tarafı olmaya sürüklenmenin yol açtığı büyük yıkım üzerine dosyalar yapıldı, kitaplar yazıldı. Burada saptayıp geçelim. 

Emperyalist bir kuşatmanın alanı haline gelen, 10 yıl boyunca vekalet savaşlarının insanlarını katlettiği, kentlerini yıktığı, ekonomisini tarumar ettiği Suriye, kendi toprak bütünlüğüne saygıyı Ankara ile yeni dönemdeki rotasında temel ölçü olarak koyuyor. AKP hükümeti açısından da, Suriye sahasında kaymakam atamak ve İdlib’deki radikal İslamcı grupları desteklemeye kadar varan çizgi, değişen dinamikler içinde “sınır güvenliği” söylemini öne çıkararak bir iddia sahibi hesabına dayanıyordu. Şimdi Rusya, İran ve Suriye, Ankara’nın artık bu hesaplarından vazgeçtiğini görmek istiyor. AKP hükümetinin, çöktüğünü itiraf etmek durumunda kaldığı yeni Osmanlıcı dış politikadan sonraki adımlarını takip edip göreceğiz. 

Şimdi bu yazının asıl meselesine geçelim. Hem Türkiye hem de Suriye, aradaki bu kanlı, yıkıcı on yıldan önce de örnek demokrasilerin ülkeleri değildi. Kürt sorunu her iki ülkede de, talepler yüksek sesle dile getirilince “bölücülük” paranoyası ile üniterlik dayatması altında bastırılıyordu. 

Suriye’deki savaşın başında Kürtler, 19 Temmuz 2012’de Kobanê’de başlattıkları direnişle, bulundukları bölgeyi yönetme ve taleplerin kabul edilmesi iradesini dillendiler. Şam, yeni bir cephe açmama taktiğiyle emperyalist işgale karşı radikal şeriatçı örgütlerle mücadeleyi öne aldı. Suriye’nin kuzeyindeki Rojava’da kantonlar oluşturmaya başlayan Kürt örgütleri de, “başkasının savaşının bir parçası” olmama taktiğini benimsediler. AKP hükümeti ise PYD ile temaslarında, Suriye Kürtlerini, kendisinin yanında Suriye yönetimi ile savaşma politikasına kazanmaya çalıştı, ama başarılı olamadı. Gazeteci Cansu Çamlıbel’in, Brüksel’de görüştüğü PYD Lideri Salih Müslim de bunu açıkça ifade etmişti: “2004’ten beri biz zaten bu rejimle mücadele içindeyiz. Siz kalkıp Halep’te, Şam’da, Ankara’da kol kola gezerken, beraber lahmacun kebap yerken biz istihbarat bodrumlarında işkenceye maruz kalıyorduk. Şimdi kalkıp bize ‘Rejime şöyle yap, böyle yap’ diyorlar. Bizim bir siyasetimiz var. Bunları püskürttük, yerlerimizden kovduk. İlla ki gidip Şam’da onlarla savaşmamızı, sizin yerinize asker olmamızı mı istiyorsunuz? Bunu yapmıyoruz. Kürtlerin tarih boyunca yaptığı başkalarının askeri olma sanatını biz bıraktık kardeşim.”

Türkiye’de milyonlarca kişinin oy verdiği yasal parti HDP’nin eş başkanları ve milletvekillerini tutuklayıp, belediyelerine kayyum atayan AKP iktidarı, Rusya’dan izin kopararak seçim öncesi Suriye’nin kuzeyinde yeni bir harekat gerçekleştirmek istiyor. Şam ile yeni diyalog süreci böyle bir dönemde yapılıyor. Türkiye’de Suruç, 10 Ekim Ankara Gar Katliamı’nın aralarında bulunduğu birçok katliamı gerçekleştiren IŞİD’e karşı Suriye’de önemli kazanımlara, başarılara imza atmış olan Kürtler bu dönemde, bu diyalog sürecinin kendilerini eski dönemdeki gibi ağır bir baskı ve inkar sürecine zorlama ihtimalinin endişesini taşıyor. AKP hükümetinin Şam yönetimi ile ilişkilerde ‘muhalefet ile diyalog’ dediği seçeneğin uluslararası kurumların ‘terör’ listesindeki radikal dinci örgütleri işaret ettiği dikkate alınırsa tamamen haklı bir endişe bu.

Bu yazıyı, daha sonra devam etmek üzere şöyle noktalayalım: Halklara özgürlük getirmeyen hiçbir süreç, kapısı barışa açılan bir diyalog süreci olamaz! 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa