23 Ağustos 2022 04:45

Suriye politikasında değişen ve değişmeyen!

Türkiye ve Suriye'ye odaklanmış harita

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Erdoğan iktidarının Suriye politikası değişiyor mu?

Bugünlerde herkesin tartışıp yanıtını aradığı soru bu.

Önce iktidara yakın Türkiye gazetesinin Erdoğan ve Suriye Lideri Esad arasında telefon görüşmesi olabileceği haberi, ardından Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun Belgrad’da Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad ile daha önce yaptığı görüşmeyi kamuoyuna duyurması, sonra MHP Lideri Bahçeli’nin Suriye ile diyalog girişimlerini destekleyen bir açıklama yapması ve diğer bir iktidar destekçisi Vatan Partisi Lideri Perinçek’in Suriye ziyaretinin gündeme gelmesi ve son olarak da “Bizim Esed’i yenmek, yenmemek gibi bir derdimiz yok” diyen Erdoğan’ın Suriye ile diplomasi kanallarının açık tutulması gerektiğini söylemesi…

Başta sorduğumuz soruya iktidar cephesinden yapılan açıklamalara bakarak yanıt verenler, Suriye politikasının değiştiği ya da değişmekte olduğunu söylüyor. Oysa bu soruya yanıt vermeden önce iktidarın Suriye politikasındaki temel hedeflerinin ne olduğuna dönüp bakmak gerekiyor.

Erdoğan iktidarı bölgesel liderlik iddiası ve yeni Osmanlıcı hayallerle Suriye’ye müdahale politikasının öncülüğüne soyunurken birinci hedefi, Esad yönetimini devirmek ve Suriye’de kendi iş birlikçilerini (Suriye İhvanı ve radikal İslamcı güçleri) iktidara getirmekti.

Şam’daki Emevi Camisi’nde kılınacak namaz, İslam liderliğinin ilanı olacaktı.

Suriye müdahale politikasının ikinci hedefi ise, aslında müdahalenin ilk zamanlarında öngörülmeyen bir gelişmenin sonuçlarını ortadan kaldırmayı amaçlıyordu.

Neydi bu gelişme?

Suriye yönetimi ve cihatçı güçleri arasındaki çatışmalarla da bağlantılı olarak Suriye Kürtlerinin temmuz 2012’den başlayarak kendi yaşadıkları topraklarda (Rojava) yönetimi ele geçirmesiydi.

Erdoğan yönetimi, PKK Lideri Öcalan ile ‘görüşme/çözüm süreci’nde bile Suriye Kürtlerinin kurduğu özerk yönetimi kendi politikası için bir tehdit olarak gördü. Bu nedenle önce el Nusra’nın ve sonra da IŞİD’in (Kobanê süreci) Kürtlere karşı saldırılarını destekledi-ki, Kobanê’nin düşmemesi, görüşme/çözüm sürecinin sonlandırılmasında önemli bir rol oynadı.

Suriye’ye müdahale konusunda Erdoğan’ı teşvik eden ABD, 2015’te değişen dengelere bağlı olarak IŞİD ile mücadele stratejisi kapsamında Kürtlerle iş birliğine yönelince yeni bir durum ortaya çıktı. Erdoğan bu kez Türkiye ve ABD’yi karşı karşıya getirmek isteyen Rusya’nın ‘olur’u ile ve iş birlikçisi cihatçı çetelerle birlikte Suriye Kürtlerine yönelik operasyonlar düzenlemeye başladı.

Putin, Erdoğan’la iş birliğini NATO üyesi Türkiye’yi ABD ile karşı karşıya getirmek ve Kürtler üzerinde baskı kurmak için kullandı. Dahası Erdoğan üzerinden Suriye’deki cihatçıların kademeli olarak tasfiyesini de sağladı.

Erdoğan iktidarının 2016’da Rusya ile başlayan iş birliği, 2017’de Suriye yönetiminin bir diğer destekçisi İran’ın da katılımıyla Astana Protokolü’nün imzalanmasıyla yeni bir sürece evrildi.

Böylece Erdoğan 2011’de Suriye’ye müdahale politikasının öncülüğüne soyunurken ‘düşman cephesi’nin en güçlü aktörleri olan Rusya ve İran, 2017’ye gelindiğinde Erdoğan’ın sahadaki ortakları oldular.  Demek ki Erdoğan, daha 2017’de Rusya ve İran ile anlaşma imzalayarak aslında Suriye yönetimini devirme hedefinden de vazgeçmiş oluyordu.

Öyleyse bugün Erdoğan iktidarının Suriye yönetimi ile diplomatik ilişki kurmaya yönelik girişimlerini, ülkede ve bölgede yaşadığı sıkışmışlıkla da ilişkili olarak 2017’de başlatılan sürecin bir devamı olarak değerlendirebiliriz.

Erdoğan yaşadığı sıkışmışlıktan kurtulmak ve 2023 seçimlerini kazanıp iktidarını ayakta tutmak için Suriye Kürtlerine yönelik operasyona ve onunla da bağlantılı olarak Suriyeli mültecilerin ele geçirilecek bölgelere yerleştirilmesine umut bağlıyor.

Bilindiği gibi böylesi bir operasyon için önce Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliklerinin veto edilmesi kartı üzerinden ABD ile pazarlıklar yapıldı ama istenen sonuç alınamadı. Erdoğan, temmuz ayında Tahran’da Putin ve İran Cumhurbaşkanı Reisi ile yaptığı pazarlıklardan da eli boş dönmüştü.

Ukrayna ziyareti dönüşü Suriye ile ilgili mesaj verdiği açıklamasında “Gönül arzu ederdi ki İran’la da oradaki bu çalışmaları daha etkin yürütelim ama bu olmadı” diyen Erdoğan, İran’ın tutumuna dair rahatsızlığını ortaya koymuştu.

Erdoğan, Tahran ziyaretinin ardından ağustos ayında bu kez Soçi’de Putin ile baş başa bir görüşme gerçekleştirdi. Bu görüşmede Putin’den Erdoğan’ın sıkışmışlığını fırsata çevirmeye yönelik yeni bir hamle gelmişti. Erdoğan, bu görüşmeden sonra yaptığı açıklamada Suriye Kürtlerine yönelik operasyon talebine Putin’in, “‘Mümkün olduğunca bunları, rejimle birlikte çözme yolunu tercih ederseniz çok daha isabetli olur” yanıtını verdiğini söyledi.

İşte Erdoğan iktidarı ve destekçilerinin Suriye ile diplomatik ilişkileri geliştirmeye yönelik mesajları bu görüşmeden sonra ardı sıra gelmeye başladı.

Yani ortada Suriye ve bölge politikasındaki yanlışlardan dönülmesi, cihatçı gruplarla birlikte yayılmacı emeller doğrultusunda sürdürülen müdahalelerden vazgeçilmesi gibi bir durum yok.

Ne var?

Zaten Esad yönetimini devirme hesabını çoktan rafa kaldıran, kaldırmak zorunda kalan Erdoğan iktidarının Suriye Kürtlerine karşı operasyon için yeni pazarlık kapısını aralamaya çalışması var.

Uzun lafın kısası Kürtlere yönelik operasyon konusunda başka seçenekleri kalmayınca Esad’ın kapısını çalmak zorunda kaldılar.

Sonuç olarak Erdoğan gericiliği, Suriye’de yanlıştan dönmüyor aksine müdahale politikasının iki temel hedefinden elde kalanını koruyabilmek için her türlü kirli pazarlığın peşinde koşuyor. Bu nedenle ülkede demokrasi için olduğu gibi, bölgede barış için de Erdoğan gericiliğinden kurtulmak güncelliğini koruyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa