26 Ağustos 2022 04:40

Kürt sorunu ve ‘milli çıkarlar’!

Özal ve Erdoğan

Özal fotoğrafı: World Economic Forum/Wikimedia Commons (CC BY 2.0) Erdoğan fotoğrafı: DHA

Paylaş

Youtuber Oğuzhan Uğur’un HDP Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu ile yaptığı program, son dönemlerin en çok izlenen ve tartışılan programlarından biri. Uğur, Gergerlioğlu’nun katıldığı ‘Mevzular-Açık Mikrofon’ programına soru sormak için katılanların bileşimini “Ohh Ülkü Ocakları gibi burası” diyerek daha en başından belli ediyor. Programda “Bir istihbaratçı evladı” olmakla övünen (Öcalan’ı sorgulayan Albay Atilla Uğur’un oğlu) Oğuzhan Uğur’un anadilinde eğitim, Kürtçenin eğitim dili olması talebi karşısında “Kimsenin dili yok olmasın; evinde, arkadaşlarıyla konuşsun ama…” diye başlayan açıklamaları, “Türkiye Türklerindir” zihniyetinin tipik bir temsilcisi olduğunu anlamaya yetiyor.

Zaten Uğur’un programına katılanlar da Kürt sorununun mağdurları kendileriymiş gibi konuşup Gergerlioğlu’ndan hesap sormaya çalışıyorlar. Uğur’un programı, Kürt sorunundaki milliyetçi-şoven görüşlerin, özellikle gençler arasında ne kadar etkili olduğunu göstermesi bakımından dikkat çekiyor.

Evet, Kürt sorunu aslında bir Türk sorunudur. Sosyolojik, tarihsel bir olgu olan Kürtlerin ayrı bir ulus oluşunun ve bundan kaynaklı ulusal-demokratik taleplerinin Türk egemen sınıfları tarafından tanınmamasından kaynaklı bir sorundur.

Cumhuriyetin kuruluşundan hemen önce M. Kemal, Kürtlere muhtariyet (özerklik) verilmesinden söz etmiş ama Cumhuriyet rejimi Türk burjuvazisinin çıkarları temelinde bir ulus-devlet olarak inşa edilmişti. Yukarıdaki örnek, cumhuriyetin yüzüncü yılına girerken Türkiye’de bu soruna dair milliyetçi algıları çarpıcı bir biçimde ortaya koyuyor.

Peki, bu milliyetçi-şoven algılar kimin/kimlerin çıkarlarına hizmet ediyor?

Türk gençleri, neden Kürtlerin ulusal hak eşitliğini ülkeyi yıkmaya yönelik bir fitne ve mesela Kürt yerel/özerk yönetimlerin kendi kaynaklarını kullanabilmesini kendi geleceklerinin çalınmak istenmesi olarak algılıyor?

Bu sorulara bu kez geleneksel baskı, şiddet ve asimilasyon politikasını anlatarak değil, aksine Kürt sorununu çözme iddiasıyla öne çıkan iki liderin; Özal ve Erdoğan’ın yaptıkları, yapmak istedikleri üzerinden yanıt vermek daha anlamlı olacaktır.

Özal, 1990’lı yılların başında “Federasyon dahil, her şeyi tartışabiliriz” dediği için Kürtler arasında da cesur, sorunu çözmek isteyen bir lider olarak bilinir. Oysa KDP lideri Mesut Barzani’nin geçtiğimiz günlerde yayımlanan anıları, Özal’ın federasyonu hangi politik çıkarlar temelinde gündeme getirdiğini açıklıyor. Barzani, anılarının 5. cildinde Özal’ın kendilerine “Irak Kürdistan’ının Türkiye’ye federal ya da konfederal bir biçimde bağlanmasını” önerdiğini, “Çünkü zamanında Musul Vilayeti’nin koparılması ile Türkiye’ye büyük bir haksızlık yapıldı” dediğini anlatıyor.

Özal, bu öneriyi yaparken o dönem fiilen Irak’tan ayrılmış olan Irak Kürdistan’ını (1991’deki Körfez savaşından sonra 36. Paralelin kuzeyinde bulunan Irak Kürdistan’ı fiilen Irak’tan ayrılmış durumdaydı) da kapsayacak bir federasyon hedefliyordu. Başka bir deyişle bu öneri, Türk burjuvazisinin yüz yıllık hayalini gerçekleştirmeyi; Irak Kürdistan’ının zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarını Türk burjuvazisinin hizmetine sunmayı amaçlıyordu. Dolayısıyla Özal’ın Kürt sorununda gündeme getirdiği federasyon önerisi, 1991’deki Körfez Savaşı’nda “bir koyup üç almak” biçiminde formüle ettiği politikanın bir devamı olarak Kürtlere vermekten çok Türk burjuvazisi için almaya dayanıyordu.

Zamanında “Bu ülkenin Başbakanı olarak Kürt sorunu benim sorunumdur” diyen Erdoğan da ‘çözüm süreci’ni, Kürtleri ülke içinde başkanlık rejimine ve bölgede de Suriye başta yayılmacı emellerine yedeklemek için kullanmayı amaçlıyordu. Suriye Kürtlerinin özerk yönetim kurmasını değil, tıpkı bugün ÖSO adı altında toplanan cihatçı gruplar gibi kendi askerleri olmalarını istiyordu. Yani Erdoğan da “Anaların gözyaşlarını dindirmek”ten söz ederken aslında Kürtlere ulusal-demokratik haklarını vermeyi değil, onları kendisini bölgenin lideri yapacak müdahale politikasının askeri haline getirmeyi hedefliyordu. Bu hedef gerçekleşmeyince de çözüm masası devrildi, müzakerenin yerini tekrar silah ve savaş aldı.

Özal ve Erdoğan’ın ortak noktası, “çözüm”den söz ederken bile Kürtlerle siyasal yetkileri ve ekonomik kaynakları paylaşmaktan çok Kürtleri Türk burjuvazisinin çıkarlarına yedeklemeye çalışmalarıdır.

Koç Holding, Batman’da işletilen petrolden; Cengiz ve Ciner gibi holdingler de Kürdistan coğrafyasının yeraltı ve yerüstü kaynaklarının işletmesinden milyonlarca dolar gelir elde ediyorlar. Bu kaynakların bölgede yaşayan Kürtlerin çıkarlarına hizmet edecek biçimde işletilmesi, Uğur’un programına katılan gençlere bir şey kaybettirmez ama Koç, Cengiz, Ciner gibi Türk burjuvalarına kaybettirir. O yüzden Türk burjuvazisi ve onun siyasal temsilcileri, yüz yıldır kendi egemenliğini ve kaynaklar üzerindeki sahipliğini Kürtlerle paylaşmak istemiyor. Dahası milliyetçi-şoven politika ve söylemler üzerinden kendi sınıfsal çıkarlarının üstünü örterek bunu bütün halkın çıkarlarına hizmet eden bir politika gibi sunuyorlar. İşte son 35 yılda on binlerce insanın ölümü, milyonlarca insanın yaşadıkları toprakları terk etmesi ve yüzlerce milyar dolarlık kaynağın harcanmasının arka planında bu çıkarlar bulunuyor.

“Milli çıkarlar” adı altında sürdürülen bu politika Uğur’un programına katılan gençlerin kendi geleceklerini gerçekte kimlerin çaldığını görmelerini engellemekle kalmıyor. Türk ve Kürt halklarının eşit haklar temelinde insanca yaşayacakları demokratik bir gelecek kurma mücadelesinde birleşmelerinin de önüne set çekerek bu sömürü ve baskı düzeninin devamına hizmet ediyor.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa