Türkiye’de sinemayı sinema yapanlar: Cemil Filmer (2)

Görsel: Gazete kupürü
Geçen hafta yaşam öyküsünü yazmaya başladığımız askerlikte, cephelerde geçen Cemil Filmer, Balkan Harbi sırasında “Ordu Film Merkezi”nde sinemayla da tanışır. Fotoğraf çekme becerisi nedeniyle Fahrettin Altay Paşa’nın emriyle cepheden İstanbul’a “Ordu Film Merkezi”ne gönderilir. “Bu emirle birlikte hayatımın çizgisinin değiştiğini nereden bilecektim. İstanbul’a gelişim ve daha sonraki yıllarda sinemaya yönelişim, belki de orada çektiğim Paşa’nın fotoğrafına bağlı idi” cümleleriyle anlatır o günleri Cemil Filmer. İstanbul’a geldiğinde uzak kaldığı İstanbul ve temiz deniz havasını ciğerlerine çektikten sonra şimdiki üniversite merkez binası olan Merkez Komutanlığına, Enver Paşa’nın sağ kolu olan Abay Cevat Bey’in yanına gider. Üniversitenin Beyazıt’taki binası Harbiye Nezaretidir. Şimdiki üniversite binasının bahçesinde sol kolda Şehzadebaşı’na doğru açılan kapının yanındaki tek katlı bina “Ordu Sinema-Filim Merkezi”dir. Merkezin başında Fuat Uzkınay vardır. “Enver Paşa Alman ordusunda bulunan Foto-film merkezinin benzerini bizde de kurmak istediğinden bu teşkilatı kurdurmuştu. Kolordulardan gelecek teğmenler burada sinema sanatının, teknik yönlerini öğrenecek ve aletleri ile birlikte yeniden görev yerlerine döneceklerdi. Film çekmek, yıkamak, pozitif basmak ve bunu projeksiyonda göstermek işin esası idi” diye anlatır MOSD’un görevini Cemil Bey.
Fuat Bey “Kolordulardan gelen ilk subay sensin, sen benim muavinim ol, bu işin bütün tekniğini sana öğreteceğim” der Cemil Filmer’e. Orada “Elde olan imkanlarla, makinelerle ‘sinema hadisesini’, çekim ve yıkamayı, filim göstermeyi” öğretiyordur Fuat Bey. Cemil Filmer’e de ilk olarak makineye nasıl film takıldığını gösterir. “Karanlık odada filmi takmayı gösterdi. En mühim tarafı filmi çekerken el ile makarayı belli bir tempoda çevirmek oluyordu. Öyle ki, bir defa çevirdiğimizde 24 kare çekmek icap ediyordu. Ne fazla ne eksik. İkinci mühim mesele ise bir el ile makarayı çevirirken öbür elinizle geriye doğru sarma işi idi. Ayrıca çekim sırasında panoramik bir görüntü alıyorsanız, bir de makinayı sağa sola döndürmek vardı. Bu şartlarda bir filim çekmek hayli maharet isteyen bir iş idi. Ancak on günde buna alıştım.” (1)
İLK FİLMİNİ ÇEKER
Fuat Bey bir gün Cemil Bey’den bir film çekmesini ister. Enver Paşa Kozlu’daki Linyit ocaklarını ve orada bulunan alayın faaliyetlerini gösteren bir film istiyordur. Yanıma dört arkadaş alarak Kağıthane’ye kadar uzanan dekovil hattından Kozlu’ya gider Cemil Bey. Başkomutan tarafından gönderildiği için çok iyi karşılarlar, yedirip içirirler. Elindeki imkanlarla işçilerin, askerlerin, madenlerin, faaliyetlerin görüntülerini alırlar.
Filmleri önce Fuat Bey görür, beğenir. İlk işinde başarılı olmuştur. “Harbiye Mektebi”nin bulunduğu yerde, şimdiki Hilton’a taraf düşen mahalde paşaların, kabine azalarının atlarının bulunduğu bir has ahır vardı. Onun beri tarafında ise o devir ricalinin toplanıp eğlendiği ‘Sipahi Ocağı’ binası yer alıyordur”. Filmi orada gösterecektir.
“Kalabalık çoktu. Talat Paşa, Sait Halim Paşa, Enver Paşa hep orada idiler. Filmi gösterdik, çok beğenildi. Bana ve yanımdaki teknisyen arkadaşa ikramda bulundular.
Enver Paşa, yanıma gelerek bana: ‘Yarın bize gel, Ortaköy’e, film çekme makinasını ve fotoğraf makinasını da getir’ dedi. Heyecanlanmıştım. O yılların Türkiye’sinde en nüfuzlu adamdı.” (a.g.y.)
O yıllarda İstanbul’da 125 kişilik bir tek sinema vardır. Beyoğlu’da şimdiki Akbank’ın bulunduğu yerde olan “Aynalı Sinema”. Giriş holünün tavanında yekpare bir aynası olması hasebi ile bu isim verilmiştir. Sigmund Weinberg işletiyordur. “Enver Paşa ve devrin ricali film görmeye oraya giderlerdi.
Fuat Bey Weinberg ile ahbaptı. Enver Paşa’nın Ortaköy’deki sarayı şimdiki kömür depolarının olduğu yerdeydi. Deniz kıyısında çok güzel bir bina idi. Beni bir salona aldılar. Tavanlarında boğaz manzaraları olan fevkalade güzel döşeli, kıymetli eşyalarla dolu bir salondu. Burada Naciye Sultan’ı kucağında çocuğu ile yanında Enver Paşa sabit bir resimlerini çektim. Daha sonra hareketli olarak filmlerini çektik. Bahçeye çıktık ve orada dolaşırken panoramik olarak kendilerini filme aldık, öğle üzeri idi, bizi yemeğe alıkoydular, mükellef bir yemek yedikten sonra döndük. Bir iki hafta sonra da Sadrazam Sait Halim Paşa ile Enver Paşa’nın atlarının katıldığı Veliefendi’de bir yarış filmi çektim. Bu filmi de Sipahiocağı’nda seyrettiler. At yarışları merakı o yıllarda büyükler arasında yaygındı. Filmi heyecanla ve şakalaşarak seyrettiler.
Yine Enver Paşa’nın emri ile o günlerde ülkemizi ziyaret eden Şeyh Sûnûsi’nin fotoğraf ve filmlerini çekmekle görevlendirildim. Şeyhi Topkapı Sarayı’nda ağırlamışlardı. Oraya gittim ve bahçesinde birkaç fotoğrafını çektim. Orta boylu, kırçıl sakallı, esmer bir adamdı. Oradan Sarayburnu İskelesine yanaşan saltanat kaşağı ile Dolmabahçe Sarayı’na gittik. Sultan Reşad ile Şeyh Sünusî’nin birlikte resimlerini çektim. Akşam yemek verildi. Ömrümde bu kadar muhteşem sofra görmedim. On yedi yere yer sofrası kurulmuştu. Çok çeşitli yemekler vardı. Kavunlara ev şekli vermişlerdi, içlerinde mum ‘yanıyordu. Istakozlara redingot giydirmişlerdi. Yemekten sonra padişah ve şeyhe bir filim gösterisi yapacaktık. Fuat Bey bir Amerikan filmi vermişti. Demiryolunda geçen bol tiren görüntülü bir film. Padişah ve Şeyh perdeye, yakın duruyorlardı. Bir sahnede lokomotif hızla yürüyünce şeyh kendi üzerine geliyor sanarak ayaklandı, gerimizde perde arkasında saraylı kadınlar, sultanlar vardı. Gülüşmeye başladılar. Şeyh Sünûsî sanıyorum ilk olarak Dolmabahçe Sarayı’nda benim gösterdiğim filmi görüyordu, şaşırmış, hatta korkmuştu.” (a.g.y)
Savaş biter, işsizlik açlık günleri başlar. Savaş sırasında çöllerde dolaşmış, üç dört gün aç kalmış, her türlü zorluğa katlanmıştır, savaş bitmiş, ancak sıkıntı bitmemiştir. Altı ay iş aramış, aç kalmış, büyük bir sıkıntıya girmiştir. Zaman zaman Kemal Bey Sinemasına giderek film seyreder Cemil Filmer.
Not: Haftaya devam edeceğiz.
(1) Cemil Filmer, Hatıralar. İstanbul -1984
Evrensel'i Takip Et