01 Eylül 2022 04:50

Ülkede, bölgede, dünyada savaş kışkırtıcıları ve barışın sahipleri!

Fotoğraf: Serhat Koç/Flickr (CC BY-SA 2.0)

Paylaş

Bu yıl 1 Eylül Dünya Barış Günü’nü dünyada ve bölgemizde savaş tamtamlarının sesinin yükseldiği/yükseltildiği koşullarda kutluyoruz. Çünkü ‘barış’ sözcüğünü ağızlarından düşürmeyen emperyalistler ve Erdoğan iktidarı gibi iş birlikçi gericilikler, paylaşım mücadelesi için dünyanın farklı bölgelerinde yeni gerilim ve çatışmaları kışkırtmaktan geri durmuyorlar.

Ukrayna’da altı ayını geride bırakan Rusya’nın saldırı ve işgali karşısında barış savunucusu rolüne soyunan ABD emperyalizmi, Temsilciler Meclisi Başkanı Pelosi’nin Tayvan ziyareti üzerinden Asya-Pasifik’te Çin’le gerilimi tırmandırmakta sakınca görmüyor. İşgalci kendi rakipleri Rusya olunca seslerini yükselten batılı emperyalistler; Suriye, Libya, Irak, Yemen ve Filistin’de kendilerinin de sorumlu oldukları yıkım ve devam eden çatışmalar karşısında ‘sağır sultan’ oluyorlar.

Bölgemizde nerede gerilim ve çatışma varsa karşımıza kendi iktidarını ayakta tutmak ve kader birliği yaptığı tekelci burjuva gericiliğin çıkarlarını korumak için savaş ve yayılmacı politikalar peşinde koşan Erdoğan iktidarı çıkıyor. Erdoğan, bugün iktidarının ülke içindeki güç kaybını durdurmak için Suriye Kürtlerine karşı operasyona umut bağlıyor ve böylesi bir operasyon için her türlü gerici pazarlığın peşinde koşuyor.

Emperyalistler için ‘uluslararası hukuk’ ve ‘barış’ savunusu, sadece kendi çıkarları söz konusu olduğunda var.

Bunu en son Rusya’nın Ukrayna müdahalesinde gördük. Putin, Ukrayna müdahalesini Birleşmiş Milletlerin (BM) 51. maddesindeki “meşru müdafaa” hakkına dayandırmış; Kiev yönetiminin soykırım ve zorbalığına karşı Donetsk ve Lugansk’ı korumak için Ukrayna’ya “barış gücü” gönderdiği savunmasını yapmıştı. Putin, bu savunmayı yaparken aynı zamanda ABD’nin başını çektiği batılı emperyalistlere ve NATO’ya da mesaj gönderiyordu. Çünkü bu güçler, yine Doğu Avrupa’da “insani müdahale” ve “meşru müdafaa hakkı” iddiasıyla 1999’da Kosova’nın kaderini tayin hakkını savunmak adına Yugoslavya’ya bomba yağdırmışlardı.

Bugün Rusya’yı BM kararlarını ihlal etmekle suçlayan -ki, bu doğrudur- Batılı emperyalistler 2003’te Irak’ta, 2011’de Libya ve Suriye’de aynı ilkeleri kendilerinin ihlal ettiklerini, tek taraflı müdahaleler gerçekleştirerek yüz binlerce kişinin ölümüne, milyonlarca insanın göç etmesine neden oldukları ve bu ülkeleri bugüne kadar devam eden yıkım ve çatışma ortamına sürükledikleri gerçeğini hatırlamak istemiyorlar.

İster Rusya’nın Ukrayna müdahalesi ister ABD ve NATO’nun Kosova, Irak, Libya ve Suriye müdahaleleri olsun gerçek değişmiyor; emperyalistler için BM kararları, hukuk ve barışı savunmak ancak kendi çıkarları söz konusu olunca geçerli oluyor.

Dahası Asya-Pasifik üzerinden tırmandırılan gerilim, dünya halkları için daha büyük felaketlerin kapıda olduğunu haber veriyor. ‘Kuzey Atlantik İttifakı’ olan NATO’nun haziran ayı sonlarında düzenlenen Madrid zirvesine Japonya, Avustralya, Yeni Zelanda ve Güney Kore gibi Asya-Pasifik ülkelerinin katılması, bu zirvede ABD’nin en büyük rakibi Çin’in de “Küresel sistem için bir tehdit” olarak tanımlanması ve ağustos ayı başlarında Pelosi’nin Tayvan’ı ziyaret etmesi, Çin’in buna savaş tatbikatı ile yanıt vermesi ve ABD’nin savaş gemilerini Tayvan Boğazı’na yönlendirmesi…

Bütün bu gelişmeler aynı gerçeği işaret ediyor: Emperyalistlerin ve iş birlikçi gericiliklerin liderleri sahne önlerinde barış nutukları atarken aslında sahne arkasında dünyanın daha geniş bölgelerini gerilim ve çatışmalara sürükleyecek, daha fazla halkı yıkıma uğratacak savaşların hazırlığı yapılıyor!

Erdoğan iktidarının Ortadoğu, Doğu Akdeniz, Kafkasya ve Karadeniz’deki yayılmacı emelleri ve bu emeller doğrultusunda gerçekleştirilen müdahaleler de bu gerçeklikten güç alıyor. Erdoğan, savaşçı politikaları içeride kendi baskıcı yönetiminin dayanağı haline getirirken öte yandan bu müdahaleler üzerinden kader birliği yaptığı tekellerin emperyalistler arasında devam eden paylaşım mücadelesinden pay almasını istiyor.

Kürt sorunu ve “milli güvenlik” gerekçesiyle yapılan müdahaleler, bu savaşçı ve yayılmacı politikanın en önemli dayanaklarından biri olarak kullanılıyor. Oysa bir hak eşitliği ve demokrasi sorunu olan Kürt sorununu, ülke içinde baskı ve şiddet politikalarıyla çözme politikasının bir devamı olarak Kürtlerin sınırların ötesindeki kazanımlarının da bir tehdit olarak görülmesi ve bu temelde müdahaleler gerçekleştirilmesi, ülkeyi daha ciddi sorunlarla yüz yüze bırakıyor. Çünkü bu politika, hem sorunu daha geniş alanlara yayıp çözümsüzlüğü büyütüyor ve hem de emperyalistlerin bu sorunu kendi çıkarları temelinde kullanabilmelerinin önünü açıyor.

Ancak Erdoğan, ülkenin değil ama kendi iktidarının bekası için Kürtlere karşı yeni operasyonlar yapmak istiyor ve bu operasyonlar için ülkeyi yeni tehditlerle karşı karşıya bırakacak pazarlıklar yapıyor. Çünkü Kürt sorununun burjuva muhalefetin de zayıf karnını oluşturması, Erdoğan’ın bu sorunu iç siyaseti dizayn etmek kullanabilmesine olanak tanıyor. Erdoğan, Suriye Kürtlerine yönelik operasyonu şovenizm ve milliyetçiliği kışkırtarak altılı masa etrafında bir araya gelen burjuva muhalefeti içten parçalamak ve dahası HDP ve demokrasi güçlerine yönelik baskı ve yasakları tırmandırmak için bir araç haline getirmeyi amaçlıyor.

2022 1 Eylül’ünde bizi karşılayan bu tablonun bize söylediği en önemli gerçek şudur: Dünyanın paylaşımı ve bu paylaşımdan pay kapmak için gerilimi tırmandırmaktan, yeni çatışmaları tetiklemekten geri durmayan emperyalistler ve iş birlikçi gericiliklerin barış savunusu kendi gerici emellerinin bir örtüsü olmaktan öteye gitmiyor. Barış mücadelesinin asıl sahipleri, bu paylaşım mücadelesinden çıkarı olmayan işçi sınıfı ve halklardır. Bugün bu mücadelenin zayıf olması, 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda nasıl faşizm yenilgiye uğratıldıysa bugün dünyanın üzerinde toplanan savaş bulutlarını da ancak bu güçlerin dağıtabileceği gerçeğini değiştirmiyor.

Türkiye’de baskıcı Erdoğan iktidarının, bölgedeki savaş ve gerilimlerde belirleyici bir rol oynaması ise, ülkede demokrasi ve bölgede barış mücadelesinin nasıl iç içe geçtiğini gösteriyor. Bu nedenle Kürtlere yönelik operasyonlar başta, bölgedeki savaşçı-yayılmacı politikalara karşı çıkılmadan ülkede de gerçek anlamda bir demokrasiden yana olunamayacağını ortaya koyuyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa