Görüntü ve gerçek
Fotoğraf: MA
Gayrisafi yurt içi hasıla (GSYİH) göstergeleri ile 2022 yılının birinci çeyreğinde yüzde 7.3 oranında büyümüşüz. Ne diyeyim, hayırlara vesile olsun!
İktisat öyle bir bilimdir ki(!), parlak görüntülerle bir dizi çarpıklığın veya habasetin üstünü örter, hatta durumu sermayedarların adına ve siyaset hanesine değer katacak şekilde olumlu göstererek insanların yaşamlarını çalar. Topluma övgülerle yansıtılan inanılmaz orandaki bu büyümenin ne kadarının gerçek üretim, ne kadarının hizmet olduğu; bu toplamın ekonomide yük çekenlere dağılımının nasıl gerçekleştiği gibi yaşamsal konular tamamıyla gizlenmiştir. Niçin böyle bir perdeleme yapılmaktadır? Çünkü sermaye çevreleri de siyasi örgüt de durumdan mutludur, mutlu kılınmalıdır. Zaten süreç bu amaçla böyle yönetilmektedir. Peki, emekçiler, emekliler, genel halk ne durumdadır ve bu durumu nasıl algılar? Artık onu da Allah bilir!
Değerli okuyucularım hemen diyecektir ki, genel halk çarşıya pazara gittiğinde durumu kavramaktadır. Evet, çarşı pazar cüzdanımıza dokunduğunda ancak durumu idrak etmekteyiz. Gerçeği görmenin ve anlamanın yolu maddi algılama ile sınırlandırılınca, oluşumun özü anlaşılmaz, yani gerçek görülmemiş olur. Bu durum yalan söyleyerek karşımızdakini kandırmaktan farksızdır. Hal böyle ise, insanlar niçin yalan söyleyerek çevreyi kandırmak ister? Çünkü amaç, gerçeğin açığa çıkmasıyla uğranılacak zararı, yalanla geçici de olsa, çıkara dönüştürmektir. Basit şekilde yalan söyleme örneği ile açıklamaya çalıştığım durum, maalesef, çoğu koşulda sosyal ve ekonomik olayların halklara yansıtılmasında da geçerlidir. Böylesi gerçeği perdeleme işleyiş modelini sosyal olaylara aktardığımızda, artık iki kişi arasındaki basit aldatma olayından, toplum çapında hakimiyet kurma ve yaygın sömürme olgusuna geçeriz. İşte, birinci cümledeki muazzam büyüme oranında tüm oluşum ve farklı sonuçların perdelenerek, görüntünün sermayeyi ve özellikle de siyasileri mutlu kılacak ifade biçiminin arkasındaki manevra budur. Böyle bir manevra sonucudur ki, siyasiler pandemi ve tüm zorluklara rağmen böylesi yüksek bir büyüme hızına ulaşılmış olmayı giderek yoksullaşan halk kesimlerine başarı olarak yedirebilmektedir.
Oysa muazzam oranla ifade edilen büyümenin ülke zenginliği ve halkın refah düzeyi ile ilişkisi ilk algılandığı kadar yüksek değildir. Bir defa bu değerin bir bölümü kâr transferi ile yurt dışına giderek ülke zenginliğine değil, sermayenin merkez ülkesi zenginliğine katılmaktadır. İkincisi, bu muhteşem varsıllık görüntüsünün bir bölümü de üretimi değil, finansal hizmetleri yansıtmaktadır. Örneğin, faiz kazançları finans kurumlarının kârını yansıttığı kadar, günlük sıkışıklığını gidermek amacıyla ihtiyaç kredisine başvuran tüketicilerin yaptıkları faiz ödemelerini yansıtmaktadır. Buna benzer bazı kazanç görüntülü kalemler ne halkın ne de ulusun varsıllık artışının yansımasıdır. Tam tersi, bu tür kazançlar genel varsıllık artışı değil, varsıllık transferidir. Yaşamsal gereksinimlerini karşılamak için ihtiyaç kredisine başvuran ve karşılığında faiz ödeyen bir kişiyi düşündüğümüzde, kim varsıllaşıyor, kim yoksullaşıyordur? Açıktır ki, böyle bir durumda, üretim yapılmadığı koşulda, ihtiyaç kredisine başvuran birey finans kurumuna ödeme yaparak yoksullaşmaktadır. Bir dizi benzer örneklerle açıklanabilecek böyle koşullarda görüntü gerçeği gizleyerek sermayeye ve siyasi yapıya ciddi avantaj sağlamaktadır. Benzer perdeleme siyasilerin övünerek rekor olarak açıkladıkları ihracat değerlerinde de yapılmaktadır. İthalata dayalı ihracat yapılırken, ülke ekonomisine katkı yapan bölüm ekonomide üretilen katma değerdir, tüm ihracat değeri değildir.
Benzer görüntü-gerçek durumu hem de uluslararası koşul bağlamında yükseköğretim politikamızda da başattır. Ülkemizde yüzün üzerinde üniversite ile övünen siyasi yapı, aynı perdelemeyi bu konuda da yapmaktadır. Dürüst olmamız gerekirse, üniversitelerin bir tür meslek yüksekokuluna dönüştürülmesi sürecini başlatan Doğramacı’nın YÖK mantığı ve bu yöndeki yasadır. YÖK ucubesini hemen her siyasi parti kaldırma vaadi ile iktidara geldiği halde, hemen hepsi bu sistemi korudu, hatta günümüzdeki son aşamasında üzülerek gördüğümüz, üzere süreç yeşertilerek tepe tepe kullanılmaktalar. YÖK sistemi, Anayasa’nın ruhuna da aykırı olarak, üniversitenin kurum olarak özerkliğini, akademisyenlerin de temel niteliği olan özgürlüğünü, yani baskısız serbest düşünme özgürlüğünü kısıtlamış, yer yer kaldırmıştır. Bu durum, hem üniversite-sermaye, hem de üniversite-siyaset yapılanmasında sermayenin ve siyasetin üniversitenin özerkliğinin ve özgürlüğünün iğfali anlamını taşır. Bu akademik suç öylesine ülkemiz yükseköğretim sistemi üzerinde kurulmuş Demokles Kılıcı’dır ki, bir gün bu kılıcın üniversite sistemi üzerine düşeceği gün gibi ortada idi. Ve bu durum, son hazin görüntüsü ile Boğaziçi Üniversitesi üzerinde yankılandı.
Boğaziçi Üniversitesi, ODTÜ ve bazı diğer üniversitelerimiz gibi, girilemeyen, ulaşılamayan, özgür düşüncenin yaygın olarak geçerli olduğu bir vaha ya da ada olarak despot siyasileri hırslandırıyordu. Konunun bir boyutu da imam hatipleştirilen toplumda vaha ya da vahaların dikkat çekiyor olması, diğer boyutu ise, sıkışan kapitalizmin küreselleşme koşullarında dikey sıralanan ekonomiler yapılanmasında teknoloji merkezileşirken, beyin gücü üretiminin de merkezileşmesidir. Çağdaş sömürü sisteminde beyin gücü oluşumunun ilk aşamaları çevresel ekonomilerde yapılmalı, ileri aşamalar merkezde tamamlanmalıdır. Hal böyle olunca, çevresel ekonomilerde lisans düzeyinde temel eğitim verilip, filizlenen dokular merkeze alınır. Başka bir şekilde anlatmak gerekirse, çevresel ekonomiler yüksek eğitim kurumları teknik-meslek okulları benzeri olmalı, üniversite niteliğindeki kurumlar ise merkez ülkelerde konuşlanmalıdır. Böylece, eğitim ve beyin gücü oluşturma kapasitesi ölçütü ile de ekonomiler dikey sıralanarak, kapasitelerine ve kendilerine verilen müsaadeye göre dikey sıralamada yerlerini alırlar, almalıdırlar.
Geçmişte sömürgecilik politikalarıyla silah gücüyle gerçekleştirilen uluslararası soygun günümüzde ekonomik ilişkilerle ve fark edilemez şekilde yapılmaktadır. Zaten, neoliberal süreçte bu oluşumu perdeleyebilmek için gerek ekonomide gerek devlet yapılanmasında kurallar ve tanımlar değiştirilmiştir. Yönetişim olarak anılan fevkalade moda kavram da gerçeği gizleyerek, çok uluslu sermayenin tüm yerküreye dağılmasının teorik görüntülü politik kılıfıdır.
Gerçek ile görüntü arasındaki farkı fark etmek ne denli güç ise, sermaye ile siyasinin çıkarları ve manevraları arasındaki farkı fark etmek de o denli güçtür. Hatta çoğu durumda sermaye taleplerini kendi ifade ve organlarıyla değil, siyasi dil ve örgütleriyle topluma dayatır ve kabul ettirir. Daha vahimi, günümüzün uluslararasılaşması koşulunda ülkemizde uygulanan herhangi bir politikanın ne kadarı bizzat ülke yararına yönelik ve ülke siyasisinin samimi ifadesi, ne kadarının uluslararası sermaye ya da siyasi güce yararlı ve onun ifadesi olduğu birbirine karışır ve anlaşılmaz. İşte tam da bu noktada ve bu gerekçe ile özgür üniversitelere ve özerk düşünen akademisyenlere ekmek ve su kadar ihtiyacımız varken, maalesef, tam da bu gerekçe ile bu kurumlar ve elemanlar dağıtılmaktadır. Kimin kararında kimin çıkarı var? Bu süreçte görüntünün ya da oluşumun arkasındaki gerçeğin anlaşılmaması için üniversitelerin özgürlüğünün zayıflatılması ya da kaldırılması ve akademisyenlerin özerkliğinin baskılanarak, analizden yoksun, emre-hazır kurşun askere dönüştürülmesi hem ülke yönetimi, hem emperyalizmin emirlerinin uygulanmasında sükunetin sağlanması açılarından daha elverişli değil mi?
Ah canım halkım, bir bu gerçeği idrak etsek, o zaman Yüce Yaratan’ın bize emanet ettiği bu muazzam beynimizi kendimiz ve tüm halkımız yönünde daha yararlı çalıştırmış olmaz mıyız? Bu da bir görev değil mi?
- Asgari ücret konusu hafife alınmamalıdır! 07 Aralık 2024 04:50
- Çöküş ivmesi durabilir mi, durdurulabilir mi? 30 Kasım 2024 04:51
- Sistemin sis perdesi: Bütçe tartışmaları 23 Kasım 2024 05:00
- Akılcılığa yöneliş 16 Kasım 2024 04:51
- TÜYAP konuşmaları 09 Kasım 2024 04:25
- Cumhuriyet halk rejimidir, fakat… 02 Kasım 2024 05:08
- Kaos 26 Ekim 2024 03:57
- Kevork Ağabey, müjde, oğlun Nobel aldı! 19 Ekim 2024 04:46
- Siyasi yalan 12 Ekim 2024 05:00
- İktidarın anayasa histerisine şiddetle karşı çıkılmalıdır! 05 Ekim 2024 04:33
- Boğaziçililer günü 28 Eylül 2024 05:07
- Cinayetin siyasallaştırılarak, perdelenmesi 21 Eylül 2024 04:40