Kaz Dağı’nı kazmanın bedeli!
Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel
Bir rivayete göre M Ö 7. yüzyılda, Kaz Dağı’nın güney yamaçlarında kurulu olan Paleo Gargara kentinde bir salgın başlar. Gargaralılar, tanrılara kurbanlar adayarak bu salgından korunmaya çalışırlar. İşte bugün dağın dört bir yanında görünen sunakların nedeni budur. Ne çare ki ölümler bir türlü durmayınca kentliler tanrıların kendilerini cezalandırdıklarını düşünürler ve 5 km daha güneydeki Arıklı köyüne göç ederler.
Ne gariptir ki Paleo Gargaralıların göç ettiği yerde bugün insanlar bin yıllar öncesine benzer endişeler içinde yaşıyorlar.
**
Çanakkale-İzmir karayolunda, Kaz Dağı rampalarına sarmadan hemen önce sağ tarafa doğru bir yol ayrılır. Arıklı tabelası ile ayrılan bu küçük yol, tamamı çam ormanları içerisinde döne kıvrıla ilerleyerek bir süre sonra Ege’nin doyumsuz mavisinin göründüğü bir tepenin başına kadar ulaşır. Aşağıdaki ovada zeytin ağaçlarının, çeşit çeşit meyve ve sebze bahçelerinin yeşili denizin mavisi ile birleşir.
Bugünlerde gidecek olursanız, üzerine çam pürenleri ve kozalaklar dökülmüş olan bu yolun deniz tarafında hummalı bir çalışmanın seslerini duyarsınız. Yaklaşık iki hafta önce gelseydiniz eğer yolun kenarında kocaman bir sondaj makinesi, yanında birkaç konteyner, bir akaryakıt tankeri ve çevresinde arazi araçlarını görmeniz mümkün olurdu. Sondaj çalışmaları şimdi ormanın daha içinde, yoldan görünmeyen bir dönemecin sonunda devam ediyor.
Arıklı köyüne kuş uçumu 500-600 metre uzaklıktaki sondaj alanına gittiğimizde bir iki hafta önce yapılan sondaj çalışmalarından arta kalanlarla karşılaştık. Çevreye saçılmış kimyasal madde poşetleri ve eni boyu bir mezar kadar görünen sondaj havuzundaki kirli su, çalışmadan sonra alanın olduğu gibi bırakılıp gidildiğini gösteriyordu. Etrafta kesif bir kimyasal madde ve mazot kokusu vardı. Çam ormanlarının ortasında, hele hele Kaz Dağı gibi dünyanın oksijeni en bol olan coğrafyalarından birinde nefes alırken ciğerlerinize dolan bu koku yüzünüzü buruşturuyordu.
Olduğu gibi bırakılıp gidilen sondaj alanında göze çarpan bir başka sorun ise sondaj havuzunun içinde plastik bir örtü, jeomembran olmamasıydı. İçine biriken kirli çamur rengindeki suyun sondaj sırasında çıkan atık sular olduğunu söyledi bizi bölgeye götüren Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıklarını Koruma Derneği Başkanı Süheyla Doğan. “Oysa bu sondaj suları kesinlikle doğaya karışmamalı, geçirimsiz plastik bir örtü ile kaplı havuzda toplanmalıydı. Gördüğünüz gibi plastik örtü falan yok. Sular toprağa sızıyor” dedi.
Çimento torbasına benzeyen bir ambalaj atığının üzerinde “bentonit” yazıyordu. Sondajda çalışan MTA görevlileri Süheyla’ya delme sırasında sadece bentonit kullandıklarını söylemişler. Etraftaki diğer kimyasal madde ambalajlarını ve mazot artığını göstererek, “Oysa etrafa kısaca bir göz atmamızla bile sondajlarda zehirli olabilecek karboksimetil selüloz ve ağır soda gibi kimyasalların da kullanıldığını gördük. Tüm bunları fotoğrafladık ve çeşitli kurumlara yazdığımız şikayet dilekçesine ekledik” dedi.
Şikayetler pek işe yaramamış ki toplam 16 sondajdan dokuzuncusunu açıyordu bizim gittiğimizde MTA çalışanları.
Halihazırda sondajın yapıldığı ormanın içine doğru ilerlediğimizde çalışmaların birkaç metre yakınında çamların altında park etmiş arazi aracından çıkan hafif göbekli, genç bir adam bizi çay içmeye davet etti. Büyük bir gürültüyle devam eden sondaj çalışmasının yanındaki konteynerlerin oraya vardığımızda ise konteynerin içinden çıkan başka birisi sinirli sinirli üzerimize doğru yürüdü. Kendisini sondaj çalışmalarından sorumlu kişi olarak tanıtıp o gürültü patırtı arasında “Buraya girmeniz yasak, çıkın!” dedi. Adamın bu çıkışı çay içme hayallerimizi bir anda alıp götürdü. Sondaj sorumlusunun bizi oradan alelacele gönderme çabalarına rağmen göreceğimizi de görmüştük.
Sondaj deliğinin çevresinden köpüklü, çamurlu bir su, bir mezar derinliğindeki havuza akıyor, onun kenarından da sızarak çam ormanları ile kaplı tepeden aşağı doğru süzülüyordu. Biraz öteye park ettiğimiz otomobilimize dönerken bizi çaya davet eden jeoloji mühendisi olduğunu öğrendiğimiz adama bu durumu sorma şansımız oldu. “Dünyanın her yerinde sondajlar böyle yapılıyor” diye yuvarlayıp attı ki kendisi de biliyordu dünyanın hiçbir yerinde böylesi bir sondaj çalışması usulüne uygun yapılıyor sayılmazdı. Sondaj sularının neden doğaya salındığı sorumuzu da “Bilmiyorum, bakarız” diye geçiştirdi.
Arıklı’ya giden yolda yeni yapılan sondajların tam karşısına düşen ormana girerek 1961-1982 yılları arasında yine MTA tarafından bölgede yapılan 56 sondajın bulunduğu bölgeye gittik. Bölgede sayısı tam olarak bilinmeyen, ortalama 3-5 metre derinliğinde açılan hendekler vardı. Elli-atmış yıl önce yapılan uranyum arama sondaj çukurları olduğu gibi duruyordu. İçinde kurumuş çam iğneleri, kozalaklar, otlar ve toprak bulunan bu çukurların o tarihten bu yana hâlâ radyasyon yaydığı Gülcan Top isimli akademisyenin yaptığı araştırmalarda ortaya konmuştu.
“Saha gözlemlerinde sondaj atıklarının çevredeki sahalara döküldüğü ve bu noktalarda yapılan gama doz hızı ölçümlerinde ortalama 6991 nGy/h olduğu tespit edilmiştir. Dünya ortalaması 84 nGy/h’dir. Sağlık riskleri açısından, birinci ve ikinci gruplar için ortalama yıllık etkin doz eş değerleri sırasıyla 0.93 ve 1.30 mSv/saat idi. İç mekan yaşam boyu aşırı kanser risk indeksi ortalaması 3.70 ve 5.20 olarak bulundu. Bulunan değerler dünya ortalamalarının üzerindedir (Dünya ortalamaları: 0.41 mSv/yıl ve 1.16).
Raporda arama hendeklerinin bulunduğu Feyzullah Tepesi denilen yerdeki bu çukurların doldurulması ve sahalardaki radon emisyonunun sürekli kontrol edilmesi tavsiye ediliyordu.
Bu çukurlardan birkaç yüz metre kuzeye doğru yürüdüğümüzde bölgedeki bir başka ekolojik felaket çıktı karşımıza. Etkileri belki de bu uranyum sondajları gibi on yıllar boyunca sürecek bir felaketti bu. Kaz Dağı’nın altında açılan iki tünelin pasaları ile oluşturulmuş pasa tepesi, ormanın ortasında, Kaz Dağı’nın yamacında yükseliyordu. İzmir-Çanakkale kara yolunun Kaz Dağı geçişini sağlayacak olan tüneller yarım saatlik yolu 5 dakikaya indiriyordu ama işte bu ortaya çıkan tablo tünelin bedelinin hiç de az olmadığını gösteriyordu.
Nusratlı Deresi’nin üzerine, tamamı ormanlar ve makiliklerle kaplı eğimli bir araziye dökülen pasalardan oluşan tepe bulunduğumuz yerden son derece güvensiz ve her an aşağıya doğru akacakmış gibi duruyordu. Bu yoldan kaç kere geçmiş olmama rağmen ilk kez gördüğüm pasalar araçlardan fark edilmeyecek bir yerde oluşturulmuştu. Tünellerden çıkan, artık içinde uranyum mu toryum mu, başka bir ağır metal mi ne var ise Kaz Dağı’nın yamacına yığılmıştı. Tünelin bedelini bölgede yaşayan ve belki de o tünelden gelip geçen herkes ödeyecekti!
Arıklı köyüne dönerken yüzyıllardır Kaz Dağı’nın bu en güzel köşelerinden birinde, ormanların koynunda hemen aşağısındaki denize bakarak yaşayan güzelim köyleri saran endişenin ne kadar da büyük ve yakın olduğunu düşündüm. Paleo Gargaralılar da madencilikle, Kaz Dağı’nı kazarak geçimlerini sağlıyorlardı. Büyük olasılıkla bunun bedelini canlarıyla ödediler ve bu yüzden göçtüler.
Bu bölgede yaşamış insanlarca kurulmuş Paleo Gargara ve Gargara Antik Kentleri bugün madencilik faaliyetlerinin tam ortasında kalacak engel olunamazsa.
Alınmayan dersler nedeniyle tarih belki de yeniden tekrarlanacak, Gargara kentinde yaşayan insanların bölgeden göç etmesine neden olan sağlık sorunları aradan geçen binlerce yıl sonra yeni bir göçü doğuracak.
- “Yarın diye bir şey var” 27 Ocak 2025 04:26
- Geri çekilin, halk uyandı! 20 Ocak 2025 06:15
- Nilüfer Çayı’ndaki kirlilik Marmara’daki müsilajı da tetikliyor 13 Ocak 2025 04:25
- İklim değişikliği politikalarında Trump endişesi 06 Ocak 2025 04:46
- Kayıp bir yıldan yeni bir dünyaya... 30 Aralık 2024 06:42
- Çevre mücadelelerine karşı şirketlerin "kutsal kitabı" 23 Aralık 2024 04:34
- Kıbrıs’tan Şam’a bir siyasal İslam okuması 16 Aralık 2024 04:35
- Siyasette dip temizliği 09 Aralık 2024 04:09
- Bu toprağın sonu!.. 02 Aralık 2024 04:33
- Doğa ve Direniş Öykülerinden çıkıp geldiler 25 Kasım 2024 04:12
- COP29 toplantıları ya da "Bir şey yapılıyor tiyatrosu": Tam bir zaman kaybı 18 Kasım 2024 04:20
- Kaz Dağları kardeşliği... 11 Kasım 2024 04:44