Emanetçiye ve emanet kemiklere dair...
Fotoğraf: MA
"Fırat’ın kıyısında bir kuzu kaybolsa, gelin bunun hesabını bana sorun.” demişti, Süleyman Demirel, Başbakanlığı döneminde.
“Dicle’nin kenarında bir koyunu kurt kapsa, bunun hesabı bizim üzerimizdedir.” diyordu, bugünün cumhurbaşkanı, 10 yıl öncesinin Başbakanı Erdoğan...
“Fırat’ın kıyısı” ya da “Dicle’nin kenarı”...
Kaybolan kuzular ya da kurdun kaptığı koyunlar...
Kastedilen coğrafya ve yaşanan tarihsel sorun böyle hamasi metaforlarla ifade ediliyor, ‘güvenin, artık bize emanetsiniz’ deniliyordu.
Devlet ile yurttaş arasındaki ilişki, hak ve özgürlüklerle tanımlanmış asgari bir ‘yurttaşlık hukuku’ üzerinden yürümüyorsa, bu ‘emanet’ söylemiyle dillendirilen ‘hukukun’ gerçek hayattaki karşılığının, sonuç ve yansımalarının nasıl olacağı bilinmez değil elbette.
Şark despotizminden yadigâr kalmış ve ‘modern devlet’le de kolayca buluşturulmuş bir standarttır, ‘devlete emanet vatandaş’ normu. İlk bakışta ‘vatandaşın’ lehine gözükür ama tersidir. Türkiye pratiğinin de kanıtladığı üzere ‘devlete emanet vatandaş’ önce hak ve özgürlüklerinden yoksun bırakılır, kolu kanadı kırılır. Öyle ya, ‘emanet’in emanet olduğu yere güvenmesi kuraldır. Onun hak ve özgürlüğü emanet olduğu devletin münasip gördüğünce geçerlidir ancak.
Buradan bakınca ‘kaybolan kuzular’ ya da ‘kurdun kaptığı koyunlar’ın bu ülkedeki hikâyeleri, yürek yakıcıdır. Hele Dicle’nin kenarı, Fırat’ın kıyısıysa yaşadıkları yer, yaşanılanlar hepten dayanılmaz oluyor. Duydukça, dinledikçe, tanık oldukça insanı insanlığından utandıran bir girdabın içinde savruluyor, artık şaşırma duyunuzu yitirmiş oluyorsunuz.
***
“Bir torba verdiler, meğer torbadaki kutuda 28 yaşındaki oğlumun kemikleri varmış... Bunu hiç beklemiyordum, gözlerim karardı, nefesim kesildi, sanki o an tüm Diyarbakır başıma yıkıldı. İçinde oğlumun kemiklerinin olduğu o kutuyu nasıl teslim aldım, nasıl götürdüm hatırlamıyorum, kahroldum."
Ali Rıza Arslan, 7 yıl önce Sur’daki çatışmalı günlerde yitirdiği oğlu Hakan’ın kemiklerini aldıktan sonra bunları söylüyor. Yıllar sonrası bir kazı çalışması sırasında bulunmuştu kemikler. Mezar yeri belli olmayan yüzlerce insandan birinin kemikleri, aylar süren ‘kargo’ yolculukları sonrası böyle teslim edilmişti. ‘İcabında’ kaybolan kuzuya dair Kürde teminat vermiş ‘Emanetçi’ devletin, insana dair malum hassasiyeti bir kez daha açığa çıkıyordu. ‘Adli Emanet’te, kargo bölümünde sahibine teslim edilmişti ‘Emanet’! Teslim Tesellüm Tutanağı’yla elbette: “Soruşturma dosyasında Hakan Arslan’a ait kemikler üzerinde yapılan incelemenin tamamlanması nedeniyle Hakan Arslan’ın babası Ali Rıza Arslan’a teslim edilmiş olup iş bu tutanak tanzim edilmiştir.”
Bir torba içerisine sığdırılmış ‘dünyanın en ağır yükü’yle evine gönderilen Ali Rıza Arslan’ın yaşadığı ve hiçbir kelâmın, hiçbir yazının tarif edemeyeceği o derin acıyı hangi tutanak yazsındı peki? ‘Emanetçi’nin alanına girmiyordu besbelli. Kentlerin tarumar edildiği o ölüm ve yıkım günlerinde yaşanan, yaşatılan birçok şey gibi. Annesi tarafından kokmasın diye derin dondurucuda günlerce saklanan Cemile’nin cesedi gibi... Sokağa çıkma yasağından dolayı anneleri Taybet İnan’ın kapı önündeki cesedini bir hafta boyunca alamayıp seyretme zulmune reva görülen çocuklarının çaresizliği... Yol kenarlarına, kaldırımlara gömülenler... Daha öncesinin JİTEM günlerinde, Beyaz Toroslarla, ‘Yeşil’lerle, ‘Sarı Levent’lerle imzası atılmış 90’lar karanlığında yaşananlar... Asit kuyularında buharlaştırılanlar...
***
Tarihin de bir tutanağı vardır elbet!
Ali Rıza Arslan’ı 29 Ağustos’ta eline tutuşturduğu torbayla Adli Emanet’ten mezarlığa yolcu eden ‘Emanetçi’nin, 30 Ağustos’ta kutladığı ‘Zafer’in asırlık hikayesinde anlatılmayan, gösterilmeyen, duyulmayan ne varsa, bir tutanağı olacaktır illa ki.
30 Ağustos Uluslararası Zorla Kaybedilenler Günü’nde Ataşehir’deki Kimsesizler Mezarlığı’nda basın açıklaması yapmak isterken polisçe yerlerde süründürülüp gözaltına alınan ‘Cumartesi’ direnişçilerinin hikayesi de o tutanağa dahildir.
Malazgirt’ten Dumlupınar’a bağlanan “büyük millet, bağımsız devlet” hamaseti ne kadar şiddetli, ne kadar gürültülü olursa olsun, ortadaki o kara deliği, o onulmaz derdi gizlemek ne mümkün! Kutlanan ‘Ulusal Zafer’den bugüne kalan gerçekliktir aslolan. Çocuklarının kemiklerini babalarına, annelerine kargo torbalarıyla teslim eden malum ‘Emanetçi’nin tarihi ile bugünü arasında kesintisiz bir ‘gayrinizami suç’ çizgisi bulunuyor.
Ez cümle; Kürdün coğrafyasında geçen bütün hikâyelerde, kuzuyu kaybedenin de koyunu kapan kurdun da adresi aynı yere, emanetçiye çıkmaktadır!
- 1 Mayıs, 10 Not 05 Mayıs 2024 04:46
- İstanbul seçimi, sazan sarmalı ve Zana’nın trajedisi! 29 Mart 2024 19:51
- Solun ayarını seçimler mi bozuyor, yoksa ayarlar bozuk mu zaten? 09 Temmuz 2023 04:40
- Sosyalistlerin muaf olma hali ya da kaybeden sadece "Burjuva muhalefeti" mi?! 25 Haziran 2023 01:55
- Yenilmek de direnerek olsun, teslim olarak değil! 21 Mayıs 2023 04:40
- 1 Mayıs notları ve 14 Mayıs imkânı 07 Mayıs 2023 02:19
- Tarihi seçimler ve solda sekterlik halleri 30 Nisan 2023 04:17
- ‘Ayşe Teyze’ler, Mahirler varken, seccade konsolidasyonu yeter mi? 09 Nisan 2023 04:56
- Ayhan Bilgen’in ‘yapıcı muhalifliği’ ve bir tür ‘itirafçılık’ hali! 02 Nisan 2023 04:48
- Şapkadan çıkan Erbakan ile ‘bize pusu kurdular’ diyen pusucu nereye koşuyor? 26 Mart 2023 04:40
- 20 Mart’a denk düşen ‘tesadüfler’ ve bir zorunluluk 22 Mart 2023 04:49
- Değişim enerjisi, kuyudaki Akşener ve ‘kazanacak aday’a ilişmek! 12 Mart 2023 10:16