20 Eylül 2022 04:38

Siyasetin nabzı: Trakya’dan notlar

şişecam çalışan işçi

Fotoğraf: Şişecam basın bülteni

Paylaş

Siyasetin atardamarları esas olarak ekonomiden geçer. Siyasetin nabzı da büyük oranda fabrikalarda, işyerlerinde, emek dünyasında atar. Anket şirketlerinin saha araştırmaları gidişata dair kimi verileri sunsa da fabrika sahasına ve işçi sosyolojisine inmeyen araştırmaların toplumsal gerçekliği yakalaması pek olası değildir. Trakya izlenimleri bunu bir kez daha teyit etmemize neden oldu.

Ayçiçek diyarı olarak anılan Trakya, çokuluslu tarım tekellerinin baskısı altında çöküş yaşıyor. Buna mukabil nüfus bakımından dünyanın en büyük şehirlerinden olan İstanbul, bir ucu Trakya’ya diğer ucu Gebze’ye uzanan oldukça kitlesel bir işçi göçü transfer ediyor. İrili ufaklı sermaye örgütleri sanayi üretimini bu iki uçta yoğunlaştırdı.

Bugün Trakya’da başlıca üç tip işçi profilinden söz etmek mümkün: Trakya’nın yerlisi işçiler, İstanbul’dan ve Anadolu’dan gelen işçiler, tarım-hayvancılıkta en ağır ve güvencesiz işlerde çalışan Kürt işçiler ve onlarla birlikte Suriyeli, Afgan işçiler.

Trakya’da yerli işçiler aileden kalma toprak ve tarımsal üretimle desteklenen bir avantaja sahipler. Ama durum hızla değişiyor. AB ve AKP’nin tarımı bitiren, kota dayatan ekonomik politikaları işçiler için topraktan gelen yan desteği hızla tasfiye ediyor. Yarı işçi yarı köylü işçi karakteri yerini tamamen işçileşen bir kuşağa bırakıyor.

İşçi anlatımlarından aldığım notlardan biri şu şekilde: “Daha önce hem işçilik hem de çiftçilik yaparak dört çocuğunu ev sahibi yapmış olan bir baba düşünün. Şimdi o babanın çocukları hem işçi hem köylü olmasına rağmen çocuklarını ev sahibi yapamıyor.”

Bölge sanayisi içinde cam fabrikaları, ağır iş kolu olması sebebiyle görece en yüksek işçi ücretlerini ödüyor. Fakat yüksek enflasyon ve sermaye lehine ekonomik politikalar karşısında onların aldığı ücretler de hızla eriyor. Bir cam işçisinden şu notu almışım: “Eskiden bizim aldığımız maaş iki öğretmen maaşına denk geliyordu. 2000 yılından yani AKP’den sonra durum tersine döndü. Öyle oldu ki, işe yeni başlayan işçinin ücreti asgarin ücretin altında kalabildi. 15 yıl önce bir cam işçisi, aldığı tazminatla, bir yazlık ev bir de sıfır araba alabiliyordu. Şimdi yazlık ev mümkün değil, para ancak ikinci el arabaya yetiyor.” 

Ağır sanayi işçileri artık çocuklarına bir gelecek yatırımı yapamıyor. Ücret bakımından cam işçilerini metal ve tekstil işçileri takip ediyor. Trakya’da tekstil işçileri ortalama 5 bin 500 ila 6 bin TL arasında ücret skalasına mahkum edilmiş durumdalar. Metal işçilerinin ücreti ise cam ile tekstil arasında seyrediyor. Orta vadede gidişatın yönü çıplak bir gerçekliğe işaret: patron örgütleri işçileri sefalette eşitlemek için zemin hazırlıyor. Tüm iş kolları için açlık sınırının altına çekilmiş asgari ücret oranında bir “eşitlik” bu. 

Burjuva düzen siyasetinin farklı fraksiyonları, mutlak yoksulluğa sürüklenen işçileri yeniden yedekleyebilmek için patron örgütleriyle söz birliği yapmış gibiler. “Avrupa’da ve dünyada ekonomik durgunluk var, pandemi ekonomiyi tüm dünyada sarstı, ekonomik kriz işçi maliyetlerini arttırdı, işverenler ne yapsın?” Yukarıdan örgütlenen bu propagandif söylem, işçi tabanına kabul gören bir rutin olarak yedirilmeye çalışılıyor. Eskide kalan ve tarımın çözülmesiyle devrini kapatan “kasaba politikası” yerini şimdi vahşi kapitalist sömürüyü mazur gösteren inceltilmiş bir burjuva kent politikasına bırakıyor. 

Yeni sömürü stratejisinin bir parçası olarak karşımıza çıkan ilginç bir deneyim: “Tekstil fabrikasında çalışıyorum. Haftalık çalışma gün sayısını dört güne indirdiler. Kalan günlerde fabrikada enerji tasarrufu yaptıklarını söylediler. Yemek, işçi servisi vb masraflarda da tasarruf yaptılar. Pandemi ve krizi gerekçe gösterdiler. Ama sorun şu ki çalıştığımız günlerde mesailer 12 saate çıktı ve bize ek mesai ücreti ödemediler.” 

Bir ilginç anekdot da şu şekilde: “Haftada 5 gün, günde 7 saat çalışma mı dediniz? Ek mesai yoksa ben o fabrikada çalışmam!” İşçilerin insanca yaşayacak bir ücret ve insanca çalışma koşullarından ne kadar uzaklaştırıldığını gösteren dramatik bir diyalog bu. Çünkü açlık ücretiyle sömürülen işçilerin ve elbette onlarla birlikte ailelerinin açlıktan ölmemesi daha çok çalışmaya bağlı! Öyle ki, günde 12 saat çalışma şartı koşarak işe başlayan işçi hikayeleri hiç de az değil.

Trakya’da “organize sanayi”leşme hamlesinin kazananları devasa şirketler, kapitalist tekeller. “Ulusal çıkarlar” diye yutturulmaya çalışılan o sanayileşme hamlesinde işçinin payına düşen ise koca bir sefalet. Yine cam sektöründen örnek: Şişecam şirketi, 2022’nin ikinci çeyreğinde geçen yıl aynı döneme göre kârını yüzde 287 artırdı! Şişecam’ın hissedarlarından İş Bankası ise aynı dönemde kârını yüzde 475 artırdı! Yani patronlar, tekeller, bankalar kârını üçe beşe katlarken cam işçilerinin ücretleri vergi kesintileri, yüksek enflasyon vb karşısında buhar oldu. Bugün ortalama bir cam işçisi yoksulluk sınırının yarısı ücretle çalışıyor. Diğer sektörlerde sınıfsal uçurum daha da açılıyor. Örneğin metal sektöründe Trakya’nın amiral gemilerinden B/S/H Grubu, 55 yıllık şirket tarihinin en büyük kârını 2021’de elde etti ve yüzde 12’lik bir büyümeyle 15.6 milyar avro ciroya ulaştı. Metal işçilerinin aldığı ücret ise açlık sınırına doğru çekiliyor.

Bugün işçilerin yakıcı gündemi, eriyen ücretler karşısında ek zam talebi. Fakat burjuva akıl bu talebi de ötelemenin peşinde. Yeni icatları ise promosyon! Maaşların yattığı bankalardan alınacak promosyon miktarı kimi işçiler için bebeğin toplu bez parası, kimi için de çocukların okul masrafı. Şirketler ek zam talebini promosyon talebine kaydırarak işçi hareketini de frenlemiş, ötelemiş oluyorlar. İşçilerin uyanık olması gereken bir konu bu.

Özetle uluslararası tekeller ve Türkiye burjuvazisi Avrupa’nın hemen yeni başında paha biçilmez bir emek sömürüsü cenneti inşa ediyorlar. Bakın işçiler nasıl bir kıyas yapıyor: “Bulgar Levası TL karşısında 10 kat değer kazandı. Buraya gelip 1000 Leva ile bagajı doldurup gidiyorlar. On sene önce tam tersiydi. Biz oraya gider, alışveriş yapar, hafta sonu gezer gelirdik. Mezar taşını bile ucuz olduğu için burada yaptırıp götürenler var! Edirne’de kira fiyatları üçe katladı. Bulgarlar TL’nin düşüşüyle maaşını artık burada harcıyorlar, burada yaşıyorlar.” 

Kıssadan hisse bir soru: Siyaset denen genel kavram neyin, hangi sınıf ya da kesimin siyaseti olacak? Emeğin siyaseti mi sermayenin siyaseti mi? İşçi sınıfı ve emekçilerin talepleri etrafında birliğini sağlayacak olan şey kendi siyaseti yani emek siyasetidir. İşçi sınıfı diğer ezilen halk kesimlerini de birleştirecek bir siyasal platform etrafında birleşmeli. İki kutba sıkıştırılmış burjuva ittifak karşısında açmamız gereken kanal emek ve özgürlük güçlerinin mücadele ittifakı olmalı. Bunun için “emek” kavramının altı doldurulmalı. Fabrikalarda, iş yerlerinde birleşmeyi sağlayarak doldurulmalı.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa