22 Eylül 2022 02:58

Borçla yaşamak

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Geçtiğimiz 20 yıl içinde ülke ekonomisinde yaşanan gelişmelerin toplumun hangi kesimlerini nasıl etkilediğini anlamak için kimlerin ne kadar kazanarak zengin olduğuna, kimlerin iş ve gelir kaybı yaşayarak yoksullaştığına bakmak yeterli olacaktır. Toplumun çok küçük bir kesimi, TL’de yaşanan aşırı değer kayıplarına rağmen iktidarın sağladığı ekonomik avantajlarla zenginleşirken, milyonlarca emekçinin payına yoksulluk ve geçim sıkıntısı düştü.

Türkiye’de ücretler uzun süredir etkisini hissettiren yüksek enflasyon oranları karşısında sadece aylık değil, günlük hatta saat başı eriyor. Milyonlar, gıda başta olmak üzere en temel ihtiyaç ürünlerini karşılamakta zorlanırken, satın alma gücündeki azalma nedeniyle çareyi kredi kartını kullanarak, ihtiyaç kredisi çekerek bankalara borçlanıyor. Mevcut ücretlerin büyük bölümünün hem açlık hem yoksulluk sınırı altında kalması toplumun tamamına yakınının borçlanarak yaşamını sürdürmesine neden oluyor.

Türkiye ekonomisinin büyük ölçüde borçlanmaya ve sıcak paraya bağımlı olması, ülke ekonomisini adeta bir ‘borç ekonomisi’ haline getirmiş durumda. Ekonomide yaşanan finansallaşma ile birlikte gerek devletin gerekse bireylerin borçlanmasında belirgin artışlar görülmeye başlandı. Ücret borç ilişkisi daha önce hiç olmadığı kadar iç içe geçerken, özellikle işçiler açısından kaçınılmaz hale gelen borçlanma, emeğin patronlar ve bankalar tarafından tahakküm altına alınmasına neden oluyor. Ekonomide uygulanan politikaların bir tarafında emeğin değersizleştirilip, sermayeye daha da bağımlı hale getirilmesi varken, diğer tarafında sermayenin önündeki ‘yasal’ görünümlü engellerin kaldırılması (Örgütlenme hakkının fiilen engellenmesi, grev yasakları vb.) ile emekçilerin örgütlü mücadelesinin daha da zayıflatılması hedefleniyor.

Türkiye ekonomisinin tamamen sıcak paraya daha bağımlı hale gelmesi, eskiye oranla daha yüksek faizle borçlanmak zorunda kalmasını beraberinde getirdi. Üretimde yaşanması beklenen daralmayla birlikte yılın ikinci yarısında ekonominin yavaşlaması, işsizlikte belirgin bir artış yaşanması, yüksek borçluluk nedeniyle hane halkı başta olmak üzere, sanayi ve tarımda küçük işletmelerin kullandıkları kredilerde geri ödeyememe sorununun ortaya çıkması kaçınılmaz görünüyor.

Devletin resmi verileri, Erdoğan tarafından çizilen pembe tabloya rağmen, sadece ülke ekonomisinin değil, halkın da ciddi anlamda borç batağına saplandığını ve finansal sisteme adeta mahkum olduğunu gösteriyor. Şöyle ki, AKP’nin tek başına iktidara geldiği 2002 yılı sonunda 6.6 milyar lira olan hane halkı borcu, son 20 yıl içinde 200 kat artışla 1 trilyon 321 milyar lirayı aştı. Sadece son bir yıl içinde iki milyona yakın insan borcunu ödeyemediği için icra takibine uğradı. İcra takibine uğrayanların toplam borç miktarı ise 30 milyar lirayı aşmış durumda.

Siyasi iktidar, bugüne kadar uyguladığı ekonomi politikaları ile sadece Türk lirasının değerini düşürmekle kalmadı. Aynı dönemde emek hızla değersizleşirken, milli gelirden emeğin payına düşen pay azaltılarak sermayenin hanesine yazıldı. Bunun kaçınılmaz sonucu olarak milyonlarca emekçi kredi kartı ve tüketici kredileri ile geçimini sağlamaya çalışırken boğazına kadar borç batağına saplandı.

Bir ekonomik toplumsal sistemde emekçiler ne kadar fazla borçlanırsa, ne kadar yükümlülük altına girerse, sermayenin emek üzerindeki baskısının da o kadar artması kaçınılmaz. Emekçileri borçla yaşamaya zorlayan, hatta mecbur bırakan mevcut ekonomi politikaları tamamen terk edilmediği sürece sömürü ilişkilerinin emekçiler aleyhine daha fazla derinleşmesinin önüne geçilemez.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa