Faşizm meselesi
Charlottesville ‘Sağı Birleştir’ Mitingi | Fotoğraf: Anthony Crider/Wikimedia Commons/CC BY 2.0
Faşizm tartışmasının dünya gündemine oturmasında, 2016 Amerikan seçimlerinin büyük etkisi oldu. Elbette faşizan çevreler Avrupa’da yirmi yılı aşkın zamandır hızla örgütleniyordu. Ancak birçok sebepten dolayı ciddi bir rejim alternatifi oluşturamıyorlardı.
“Faşizm” kavramının hiçbir zaman çok revaçta olmadığı Amerika’da, Trump’ın 2016 seçim kampanyası sayesinde, ana akım medya birdenbire bir “faşist tehdit” keşfetti. Dünyanın en “liberal” görünümlü ülkesi faşizme mi yöneliyordu?
Bu düşüncelere ve sorulara anında itiraz eden de çok oldu. Ekonomik durum 1930’lar Almanyası’ndaki kadar kötü değildi çünkü. Üstelik Amerika’da içselleştirilmiş bir serbestiyetçi kültür ve bunu koruyan kurumlar vardı. Dolayısıyla faşizmin gelmesi imkansızdı.
Trump’ın yenilmesiyle bu tartışmaların son bulacağı düşünülüyordu. Oysa 6 Ocak 2021’deki faşist kalkışmayla başlayarak, Trump ve çevresinin 2020 seçimlerini geçersiz sayma çabaları, faşizmi gündemde tutmaya devam etti.
Faşizm tartışması sosyalistleri de böldü. Ciddi bir kesim, birkaç yıldır büyüyen faşizan tehdidi inkar ediyor. Buna bu kadar odaklanılmasını “liberal” bir oyun olarak görüyor. Tamamen haksız da değiller. Trump’tan başlayacak olursak... Mussolini, Hitler, Modi, Erdoğan gibi liderlerden çok büyük bir farkı var: Kitle örgütlenmesinden gelmiyor. Hiçbir ideolojik geçmişi yok. Onu destekleyen hareket de Hindu milliyetçilerinin, ülkücülerin, İslamcıların faşizan kanadının ve Avrupalı faşistlerin onda biri kadar örgütlü değil.
Tüm bunlara rağmen, Amerika’daki dağınık faşizan çevrelerin son yıllarda katettiği mesafeyi küçümsemek ahmaklık olur. İki hafta önce basına sızdırılan silahlı örgüt “Oathkeepers”ın üyelik listesi tekrar gösterdi: Şiddet yanlısı çevreler giderek büyüyor. Ve bir o kadar önemlisi, aktif ve emekli asker ve polisler, bu çevrelerin içinde giderek artan bir ağırlığa sahip. Alman ve İtalyan örneklerinden de biliyoruz. Hevesi kursağında kalan emperyal güçlerin morali bozuk kolluk kuvvetleri, faşizmin yükselişinde gayet önemli bir yer tutuyor. Bir süredir vurgulamakta olduğum “Amerika’nın emperyal düşüşü,” daha on yıllarca bu toplumu etkileyecek ve faşist potansiyelleri canlı tutacak.
Yine de tehlikenin farkında olmak, vaziyeti hemen kurtarmıyor. Manasız bir tepkiselliğe yol açabilir hatta.
Ağustos sonunda, ülkenin bir hayli aciz başkanı Biden, Cumhuriyetçi Partinin “yarı-faşist” kadroların örgütlenme alanı haline geldiğini iddia etti. Büyük fırtına kopardı bu açıklama. Cumhuriyetçi Parti, “Biden Trump’a oy verenlerin faşist olduğunu iddia ediyor” diyerek kurnaz bir karşı hamle başlattı. Oysa başkan, sadece giderek hakimiyeti ele geçiren kadrolardan bahsediyordu. Ne seçmenden ne de eski kadrolardan. Yine de bu akıllıca yalan, liberallere karşı duyulan nefreti muhtemelen iyice körükleyecek ve sağın faşizme kayışını hızlandıracak.
Demokratlar, iki senedir çok az icraata imza attıkları için, seçim yatırımlarını antifaşizme yapıyorlar. Fakat faşizme karşı en büyük kozları da FBI ve mahkemeler. Bu kurumsal yöntemler, liberallerin “bir avuç elit” olduğu algısını iyice perçinliyor. Sağ-popülizmin değirmenine su taşıyor.
Öyleyse asıl meseleye gelelim: liberal ve muhafazakar Demokratların “popülizm” kartını Cumhuriyetçilerin elinden almaya niyeti yok. Tam tersine. Partinin sol kanadını pıstırmış durumdalar. Kendilerini düzen ve dirliğin, kurumların partisi olarak sunuyorlar. Cumhuriyetçileri de isyankar, çocuksu bir çete. Bu haşarılığın başında da elbette “yetişkin” Biden tarafından cezalandırılması gereken arsız Trump var.
Liberallerin sola ve kitlelere güvensizliği, Trump’a ve faşizan çetelere karşı devletin güvenlik aygıtlarını harekete geçirmeye itiyor onları. Bu da devletin baskı gereçlerini iyice şişiriyor. (Ki bunlar, daha sonra kimlere karşı kullanılır, kestirmek zor değil). Ülkenin umutları, FBI ve mahkemelere teslim. Evet, doğru, bu kurumların yerleşikliğinden ötürü faşizme çok hızlı bir kayış pek mümkün değil. Ancak tam da bu gücün verdiği rehavet, kitle örgütlenmesini ve tabandan yükselen, sahih bir antifaşizmi neredeyse imkansız kılıyor. Hülasa, liberal ve muhafazakar Demokratlar, demokrasinin kuyusunu kazıyorlar.
Amerika’nın hemen 2024 seçimlerinden sonra faşist bir rejimle yönetilme ihtimali aşırı zayıf. Ama faşizan eğilimler gayet derin. Ve siyasi-toplumsal yapıyı kökten değiştirme gücüne sahip. Hindistan, Türkiye ve Macaristan gibi ülkelerdeki faşizan konsolidasyon, Batı Avrupa’daki gelişmeleri gölgede bırakarak, Amerikan sağına yol gösteriyor. Başka bir deyişle, dünya kapitalizminin çeperlerindeki gidişat, düşüşteki lider ülkeyi dönüştürüyor. Bu azgınlığın yolunu FBI ya da mahkemeler değil, kökleri yerele basan ama dünya çapında örgütlenen kitle hareketleri kesebilir ancak.
- Filistin, iklim değişikliği ve seçim olmayan seçim 26 Ekim 2024 04:45
- Amerikan aşırı sağı ne kadar örgütlü, ne kadar tehlikeli? 12 Ekim 2024 04:16
- "Kamyoncular", işçi sınıfı ve Amerikan seçimleri 28 Eylül 2024 05:10
- Türk-İslam tahakkümünün ve Netanyahu terörünün ortak kökenleri 14 Eylül 2024 04:51
- Dünyanın sonu mu geliyor? 31 Ağustos 2024 04:10
- Kamala Harris neyi değiştirecek? 17 Ağustos 2024 05:06
- Doğu Avrupa’da aşırı sağın durumu 03 Ağustos 2024 05:34
- Amerika, daha da sağa 20 Temmuz 2024 04:51
- Irkçılık, sembollerin dili ve masumiyet 06 Temmuz 2024 04:34
- Hindu sağı: Bir adım geri 22 Haziran 2024 04:20
- Amerikan öğrenci hareketi dönüm noktasında 08 Haziran 2024 04:59
- Aranjuez ve Deniz 25 Mayıs 2024 04:45