24 Eylül 2022

Gençliğin/ ülkenin israfı

Her yazıda olduğu gibi, önce konu ile ilgili beylik laflarla başlamak gerekirse, gençlik bir toplumun geleceğinin garantisidir, israf edilmemelidir, lafı uygun olur. Bu saptama üzerine gençliğin yetiştirilmesi ya da hazırlanması, diğer bir deyişle ülkemizin geleceği için neler yapıyoruz diye konuya girebiliriz.

Gençlik, zihinsel ve bedensel açılardan bir toplumun en dinamik kesimi olduğundan, başta siyasiler olmak üzere, toplumun her kesiminin gençliğe bakışı ve geleceği planlaması bu doğrultuda olmalıdır, diye düşünülür, ama durum acaba böyle midir? Siyasilerin gençliğe bakışına bir göz atarsak, iki koldan ilerleyebiliriz. Birincisi, uzun vadeli bakışla, acaba siyasiler gençliğe nasıl bir ülkesel gelecek hazırlamaktadır? İkincisi ise, kısa vadeli bakışla, siyasiler gençliği nasıl formatlamaya, yani nasıl bir kalıba sokmaya çalışmaktadır? Bu iki konunun önemi, gençliğin bugününün olduğu kadar, geleceğe yönelik algısının da siyasi erkin başatlığında oluşturulan toplumsal yapıda şekilleniyor olmasından kaynaklanmaktadır. Yaşamının inşasına başladığı ilk günlerde gençliğin sosyoekonomik yargısı, düşünebildiği geleceğin bugüne indirgenmiş algılaması ile şekillenir. Gelecek algılamasıdır ki, gençliğin eğitime, ahlaka, toplumsal davranışlara bakışını şekillendirir ve bu alanlardaki kararlarında başat olur. Geçen haftaki yazımda siyasi erkin son hamlesi olarak Boğaziçi Üniversitesine ve genel eğitime şekillendirici müdahalesini kısmen bu çerçevede tartışmıştım. Buradan devamla, ODTÜ ve Boğaziçi direnişlerini, hatta Gezi olaylarını, üzerlerine örülmeye çalışılan kılıfı yırtmaya çalışan gençliğin başkaldırışı olarak nitelemek gerekir. Bu direniş kesinlikle salt anlık özgürlük arayışı olamayıp, yarın kendisinin de içinde yaşayacağı toplumun karartılmasına karşı ciddi bir tepkidir.

Baskıcı tek-adam yönetimiyle topluma başat olan neoliberalizmin tüm ezici hamlelerine karşı gençliğin direnişi iki nedenden dolayı her türlü takdirin ötesindedir. Birincisi, gençlik gelecekte oluşması muhtemel koşulların bugüne yansımasını tüm gerçek boyutuyla algılayabilmektedir; ikincisi ise, gençlik ileride içinde yaşayacağı toplumsal bilinçle hareket etmektedir. Diğer bir deyişle gençlik, ne “Gelecekten bana ne!” demekte; ne de “Nasıl olsa ben bir şekilde kendimi kurtarabilirim” şeklinde neoliberal sahteciliğe bürünmektedir. Bu durum, gençliğin mekansal ve zamansal olarak toplumsallaşmış ve bilinçlenmiş olduğunu kanıtlar. Gençliğin bu vakur görüntüsü siyaseti rahatsız ettikçe, siyasetin bu infernodan çıkış yolu, hem Poulantzas anlatımı doğrultusunda sertleşmek hem de uyanma potansiyeli çok yüksek genç beyinleri imam hatip sistemi ile güçlendirilmiş gericilik beşiğinde sallamaktır.  Bilimin katbekat kademelerine ulaşmış günümüz dünyasında, alt kademelerde imam hatipleşme yöntemiyle, üst kademelerde ise, bilimsel kapasitesiyle ancak 15-20 üniversiteyi kaldırabilecek potansiyeli olan ülkemizde bunun on katına ulaşmış tabelalı apartmanlar oluşturup, serbest duhuliye sistemiyle beslenen ucube sistemde ülkenin genç beyin potansiyelini öğütmek gençliği ve ülkeyi heba etmektir.

Şimdi cesurca soralım: Tüm politikalardan ve onların olası sonuçlarından sorumlu olan siyasi erkin uyguladığı ve giderek sıkılaştırdığı politikaların kime, hangi kesimlere yararı ya da zararı olabilir? Salt politikaların anlık yüzeysel etkilerine bakacak olursak, gençliğin, dolayısıyla ülkenin geleceğinin israf edildiği sonucuna ulaşabiliriz. Formatlanmış, felsefeden ve temel bilimlerden yoksun beyinlerle piyasaya sürülen gençler siyasetin emre-hazır bindirilmiş gücüdür. Nitekim çoğu siyasi toplantılarda topluluktan ve gençlerden oy vaadiyle taahhüt-bağlılık sözü almak, kurşun-asker üretiminin verimliliğini ölçme sanatı değil midir?  Sözün kısası, uygulanan siyasi köleler yetiştirme politikalarıyla gençliğin ve ülkenin geleceğinin çalınması pahasına siyasi yapı anlık ayakta durmaya çalışmaktadır.

Peki, siyasi erkin kısa vadeli amacına uygun bu politika, kapitalizme hem sivil hem de askeri alanda ucuz emek arzı politikası acaba hangi yönleriyle başka grupların da işine yarıyor olabilir? Eğer böyle bir ilişki var ise, acaba siyasi erki söz konusu politikalara salt iktidar hırsı mı itmektedir, yoksa yukarıdan daha geniş bir politika-çıkar ağı mı duruma hakimdir? Böylece meseleyi genişletip, uluslararası platforma taşıyarak ülkenin konumunu ve durumunu daha net görebiliriz. Her siyasi kadro bir gün gidici, fakat ülke kalıcı ise, kapitalizm vahşetinde siyasi erkin politikalarının salt gençliği değil, ülkeyi hangi konuma getirdiği, özellikle de yaşamsal bir seçime giderken dikkat edilmesi gereken fevkalade önemli bir konudur.

Bu bağlamda emperyalizmin konumunu ve etkisini ikili açılımla ele alabiliriz. Birincisi, felsefi algılamadan yoksun bir ulusun yaratılması; ikincisi ise, bu ulusa emperyalistlerin ve sömürücü sermayenin dayatacağı politikaları uygulama kabiliyeti yüksek siyasi kadronun iktidara taşınmasıdır. İç ve dış sömürücülerin çıkarı doğrultusunda ulusun algılama ve idrak düzeyinin eritilmesi yanında, uzun vadeyi idrakten yoksun toplumun taparcasına bağlandığı bir siyasi erkin işbaşında olması emperyalizm açısından elzemdir. İşte bir toplumun inşa sürecinde eğitimin işlevi, farklı kullanım biçimleriyle, burada devreye girer. Eğitimin işlevi, itaatkar, mümin teknik eleman mı yetiştirmektir, yoksa temel bilimlerle donanmış, vicdanen ve fikren özgür düşünebilen ve karar alabilen birey mi yetiştirmektir? Felsefeden yoksun, robot niteliğindeki bir teknik eleman, becerisini ve maharetini sermayenin ve emperyalizmin emrine sunarken sömürüyü algılayamaz. Hatta teknik becerileri nedeniyle kurnazca taltif edilen felsefeden yoksun robotikler kimin ve neyin emrinde olduğunun dahi farkına varamadan, oluşturulan cahiller toplumunun siyasi kadrosuna dahil edilirler.

Siyasetin oluşturduğu olumsuz iklimin ikinci vahim sonucu ise beyin göçüdür. Her canlı varlığın yaşamda kalma doğal dürtüsü toplumlarda da devreye girerek, cehalet çukurunu algılayabilen gençler merkez ülkelere doğru göç eder. Yaşanan beyin göçünün göç veren ülkede oluşturduğu zincirleme etki vahimdir. Birincisi, göç veren ülkenin toplam beyin kapasitesi zayıflar ve cehalet çukurunun farkına varılamaz; ikincisi, bunun sonucu olarak, bu ülkelerde beyinsel kapasiteyi korumak ve geliştirmek için rasyonel çabalarda bulunulamaz; üçüncüsü ise, cehalet çukuruna batmış bir toplum mazoşist duygularla emperyalistlerin çıkarına hizmet edercesine emperyalist ajanlarını siyasete taşır.

Neoliberalizm, bir yeni aşama olmayıp, sermaye birikimi sürecinin karşılaştığı sorunlar karşısında geliştirdiği bir süreç, bu özelliğiyle de, geçmişin genetiği değiştirilerek yumuşatılmış kapitalizme karşı hemen tüm özellikleri ile görece daha saf kapitalizmdir. Tarih sermaye birikim sürecimin devinimleriyle oluşuyor ise, bu süreci durdurmadan salt oluşumları eleştirerek fazla bir yere varılamaz. Peki, küresel çapta süreci durdurmak tek bir devletin haddi değil ise, ikinci en iyi yol, ülke olarak olabildiğince sistemden uzak durmak değil midir? İşte bu noktada iktidara taşınacak siyasi kadro fevkalade önemlidir.

Halkımızın, siyasilerin sinsice içeriden hakim olarak üniversite, medya ve özellikle de yargı üzerinde kurduğu şiddetli baskı ve denetimi, gençlerin ve ülkenin geleceğini tehlikeye atma konuları üzerinde çok iyi düşünmesi ve bizzat kendi geleceği adına siyasi kararını ona göre vermesi gerekir.                           

Evrensel'i Takip Et