3 Ekim 2022

‘Nâzım Hikmet, Allah belanı versin!’

Ortaya çıkan bir gelişmeyi bağlamından kopartarak tepe tepe kullanma örneği olarak, PKK tarafından üstlenilen Mersin saldırısını tartışırken, biraz hafıza tazelemek yararlı olabilir.

Kendisini dinsel biçimler altında ifade eden bir Kürt isyanı olan Şeyh Sait İsyanı’nın ardından 4 Mart 1925 tarihinde çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu, yönetenlerin, “terörle mücadele” argümanını tüm muhalefeti ezmek için kullandıkları bir dönemin kapısını açmıştı. İstiklal Mahkemeleri kuruldu ve Şeyh Sait, 50’ye yakın kişiyle birlikte idam edildi. Bunlarla da sınırlı kalınmadı ve Takrir-i Sükûn, tüm muhalefetin tasfiyesi için kullanıldı. Sosyalist gazete ve dergiler kapatılarak tutuklamalara girişildi.Ankara İstiklal Mahkemesindeki yargılamalarda ağır cezalar alanlar arasında bulunan Nâzım Hikmet, otobiyografik romanı ‘Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim’de o günlerde hissettiklerini şöyle anlatır: “Yüreğim tıpkı o takip edildiğimi sandığım akşamki gibi kötü, alçak, hızlı atıyor. Gazeteler İstanbul’da, Ankara’da komünistlerin yakalandığını, İstiklal Mahkemesi’nde yargılanacaklarını, ele geçmeyenlerin de şiddetle arandığını yazıyordu. Ele geçmeyenler arasında ben de vardım.” (s. 21)

Takrir-i Sükûn Yasası’nın yürürlük süresinin iki yıl uzatılmasının kararlaştırılması amacıyla, Mecliste yaptığı konuşmada dönemin Başbakanı İsmet İnönü, “Aldığımız tedbir, yalnız Doğu’daki davranışın değil, memleketin gelişip ilerlemesine başlıca engel olan sosyal düzendeki karışıklığın ortadan kalkmasını da sağlamıştır” dedi. (Mahmut Goloğlu, Devrimler ve Tepkileri 1924-1930, s. 22)

Bu yönetme geleneği 1940-50 arasında da devam eder. Romancı Kemal Tahir, kaldığı cezaevinden 24 Haziran 1949’da, bir başka cezaevindeki dostuna yazdığı mektuba “Sevgili Nâzım Hikmet” diye başlar ve davam eder: “Halbuki Şeyh Sait isyanında, İzmir suikastında, Mustafa Kemal’in siroz hastalığına yakalanmasında, Almanların harp açıp, kendi açtıkları muharebelerinde yenilmelerinde, Türk Milleti’ne hürriyet verilip verilmemesinde ve Celal Bayar’ın partisiyle, Ahmet Yalman’ın muhalefetinde Türk komünistlerinin ne suçu var?​” (Kemal Tahir, Notlar/Mektuplar, Bağlam Yayıncılık, Yayına Hazırlayan, Cengiz Yazoğlu, 1993, İstanbul, s.17)

Kemal Tahir, bir yıl önce, 19 Eylül 1948’de yine cezaevinden yazdığı bir mektupta aynı dostuna ironik bir üslupla seslenmişti: “Sanki Nazilere krom, demokrasilere kurum satan biziz. Sanki memleketi bu hale biz getirdik. Sanki durup dururken şekeri 30 kuruşa ithal edip 150 kuruşa yetişmedi, 190 kuruşa satan biziz. (…) Sen şiir yazmakla halt etmişsin azizim. Onbir senedir biz seni kendimize benzetmeye uğraşıyoruz. Yüreğinde bir çimicik aşk, bir zerre insanlık, bir minimini merhamet, bir minnacık mertlik, bir kıymık dostluk falan kalmasın diye… Tamamiyle bizim gibi ol istiyoruz. Sen hayasızca inat ediyorsun. Halbuki biricik güvendiğimiz marifet vardı. İnsanları kendimize benzetmek marifetiyle övünürdük. Sen onu şüpheli hale getiriyorsun. Bu suretle istikbal ümitlerini mahvediyorsun. Aşk şiiri yazıyorsun koca sersem… 1948 senesinde Eylül ayının herhangi bir gününde, Bursa mapushanesinde aşk şiiri… Allah belanı versin!”

Vedat Türkali de, romanı Güven’de, o yıllardaki krom ticaretinde dönemin milli istihbarat teşkilatı olan MAH ve yeraltı dünyasının kirli ilişkilerini kahramanları üzerinden anlatır.

Bugün de, iktidarın kilit konumlarında görev yapan isimlerle ilgili ifşalar yapılırken, birileri bir gecede dolar zengini olur, halkın ekmeği küçülürken, muhalefet partileri dezenformasyona dayalı manşetlerle hedef gösterilerek kriminalize edilmeye, gazeteciler farklı numaralarla susturulmaya çalışılıyor. Öte yandan iktidar vekillerine dair ifşalara ilişkin suç duyurularını kabul edecek savcı bulunamıyor.

Bağlamadan önce daha yakın tarihten bir hatırlatma. İktidarın gazetesi Yenişafak, 3 Mart 2012 tarihinde, ‘Medya nişan aldı, cunta tetiği çekti’ başlıklı bir habere imza atmıştı. Spotu şöyleydi: “28 Şubat cuntacılarının hazırladığı andıç, gazetecilerin ve sivil toplum örgütü yöneticilerinin hayatını kararttı. Apoletli gazetelerde atılan ‘linç’ manşetleri, dönemin İnsan Hakları Derneği Başkanı Akın Birdal’a yönelik suikasta malzeme taşıdı. ‘Suikast girişiminin ardında Ergenekon’un olduğundan artık eminim’ diyen Birdal, saldırıya giden süreçteki gazetelerin rolüne işaret ederek, ‘Medya nişan aldı, cunta tetiği çekti’ dedi.”

10 yıl sonra, 28 Eylül 2022 tarihinde benzer bir tezgahın göbeğinde Yenişafak’ın da olduğu ortak bir manşet kumpası gördük.

Sabah: CHP’nin gazetecisi polisimizi şehit etti, Yenişafak: CHP’nin gazetecisi polisi şehit etti, Akşam: CHP’nin gazetecisi, Aydınlık: O terörist CHP’ye göre gazeteci, Akit: CHP’nin gazetecisi polis katili!, Diriliş Postası: CHP’nin cici teröristleri.

İki gün sonra bu manşetlerin yalan ve kumpas olduğu ortaya çıktı. Ama o manşeti atanlar ve tezgahlayanlar açısından maksat hasıl olmuştu. Bu yalan okur kitlelerinin üzerine boca edildikten sonra, onun aslında dezenformasyon olduğu bilgisi kaç kişiye ulaşabilirdi ki!  

Bu tarihsel sürekliliğe dikkat çekerken, kastımız, tedavisi mümkün olmayan bir hastalığa işaret etmek değil. Demokrasiler ve siyasal rejimler, sınıf ve güç dengelerine göre inşa oluyor. Kuruluşunun 100. yılının arifesinde olduğumuz cumhuriyetin bundan sonraki yolculuğu nasıl olmalı?   

Emeğin ürettiklerinin adil biçimde paylaşılacağı, güvenle, korkusuz yaşanabilecek, şairlerin aşk şiirlerini parmaklıklar ardında yazmak durumunda kalmayacağı, gençlerin ‘süfli heves’ söylemleriyle aşağılanmayacağı bir cumhuriyet nasıl mümkün olabilir?

Kritik bir seçime giderken bu kallavi soru da bir yerde dursun.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

101 milyarlık gasp

101 milyarlık gasp

Enflasyonla mücadele adı altında uygulanan Erdoğan-Şimşek programı, enflasyonu düşürmüyor ama ücret ve maaşları acımasızca ezmeye devam ediyor. DİSK-AR’ın araştırmasına göre sadece iki aylık enflasyon nedeniyle işçilerin, memurların ve emeklilerin cebinden en az 101 milyar lira çalındı. “Enflasyonun nedeni ücret zamları” yalanının foyası da açığa çıktı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
DİSK-AR’ın araştırmasına göre sadece iki aylık enflasyon nedeniyle işçilerin, memurların ve emeklilerin cebinden en az 101 milyar lira çalındı.

Evrensel'i Takip Et