Eğitim hakkı mücadelesi ve toplumsal hareketlilik
Fotoğraf: Evrensel
Birkaç gün önce Twitter’da bir videoya denk geldim. Kayıtta bir kadın, üniversiteyi başka bir kentte okuyan oğlunun ev sahibinin evin kirasını dört bin liraya çıkardığından yakınıyordu. “Dört bin lirayı kiraya verince ben oğluma ne göndereyim? Ne yesin ne içsin? Ben dışarıda bir bardak çay içemiyorsam bu nasıl yaşamak?” diye de yakınıyordu.
Bu sözler giderek alım gücümüzün düşmesi ve yoksullaşmamız dışında bana eğitim hakkıyla ilgili epeyce şey düşündürdü. Düşüncelerim oradan oraya kaydı. Bu hafta sizlerle bu düşüncelerin bir kısmını paylaşmak isterim.
Sınıflı toplumlarda eğitimle “Sınıf atlamak” mümkün. Aslında mümkündü demek daha doğru. Benden önceki kuşaklarda, anne babası işçi sınıfına mensup ya da çiftçi, pek de eğitim almamış yani kültürel sermayesi olmayan ailelerden çıkıp üniversite eğitimi almış ve meslek sahibi olmuş, önemli yerlere gelmiş kişiler var. Mesela, uzun yıllardır siyasi partiler üzerine yaptığımız çalışmalarda bu durum çok net bir biçimde ortaya çıkıyordu. Misal, baba demir yolu işçisi, anne ev işçisi, ama oğulları okumuş avukat olmuş. Eğitimi sayesinde de ailesinden farklı olarak orta üst sınıfa geçiş yapmış. Benim kuşağım sanıyorum bu tür bir toplumsal hareketliliğin mümkün olabildiği son kuşaklardan. Eğitimin hızla piyasalaşması giderek bu yolu kapattı. Öyle ki, Türkiye gibi devlet tarafından ücretsiz olarak verilen eğitimin içinin boşaltıldığı, buna karşılık kaliteli eğitim hizmetinin ancak çok yüksek ücretler karşılığında alınabildiği ülkelerde toplumsal hareketlilik giderek istisna hale geldi. Bugünkü ekonomik koşullar, barınma ve beslenme sorunları özellikle üniversite eğitimini giderek bir lüks haline getirdi. Getirmeye de devam ediyor. Bırakın başka şehirde çocuk okutmayı, ailenin ikamet ettiği şehirde bile bir üniversite öğrencisinin eğitim masraflarını karşılamak kolay değil. Oysa çok değil, bir yirmi ya da yirmi beş yıl önce hâlâ mümkündü. Her ne kadar 1960 ya da 1970’lerde olduğu kadar olmasa da.
Geçtiğimiz 26 Eylül’de, özellikle büyük burjuvazi üzerine çalışmaları ile bilinen, benim de çok önem verdiğim ve aynı araştırma merkezinin bir üyesi olmaktan gurur duyduğum Sosyolog Michel Pinçon hayata veda etti. Pinçon, temizlik işçisi bir babanın ve evlere temizliğe giden bir annenin oğluydu. Üniversite okudu, kültürel açıdan kendisini geliştirdi. Üniversite yıllarında Pierre Bourdieu’nün öğrencisi oldu. İlerleyen yıllarda Pinçon artık Fransa’nın en önemli sosyologlarından biriydi. Burjuvazinin Sosyolojisi kitabının Türkçe baskısı Epos Yayınları’ndan 2013 yılında yayımlandı. 1942 doğumlu olan Pinçon ekonomik ve kültürel sermayesi olmayan bir aileden çıkan tek bilim insanı değil. Önceki satırlarda da söylediğim gibi, hem onun kuşağında hem de sonraki kuşaklarda bu tür bir toplumsal yükselmenin çok örneği var. En bilinen örneklerden biri de Pinçon’dan on bir yıl sonra (1953) dünyaya gelen Didier Eribon. Eribon 2009 yılında yayımladığı, daha sonra sinemaya da uyarlanan kitabında (Retour à Reims, Reims’e Dönüş) kendi toplumsal analizini yaptı. Sosyolog Eribon bu otobiyografide, babasının ölümünden sonra, otuz yıl önce terk ettiği ve bu süre içinde bir daha dönmediği işçi şehri Reims’e geri dönüşünü ve entelektüel olmak için kendi sınıfına nasıl arkasını döndüğünü anlattı. Kitap gerçekten çok etkileyici. Üniversite yılları, yükselişi, en önemli entelektüel ağlara dahil oluşu, buna karşılık Reims’e ailesini görmeye gitmemek için bulduğu bahaneler, vs. Bu öz toplumsal analizinde Eribon, toplumsal yeniden üretimin, eğitim sisteminin ve işçi sınıfının eleştirel bir muhakemesini yaptı.
Başka ülkelerde bu alanda önemli çalışmalar yayımlanırken, Türkiye’de öz toplumsal analiz adeta tabu gibi. Hemen hiçbir sosyal bilimci kendi yaşam parkurunun sosyolojik analizini yapmıyor. Sanırım bunun en temel nedenlerinden biri, statü sahibi olmanın ve bir defa olunca da geçmişini silmeye çalışmanın adetten oluşu. Üstelik bu tür analizleri magazin malzemesi olarak gören bir anlayış da mevcut. Oysa bu tür çalışmalar bize aynı zamanda dönemlerinin özelliklerini, olanaklarını ve kısıtlarını da gösteriyor. Bugünden bakınca giderek imkansızlaşan parasız eğitimin ve üniversite kariyerinin, geçmiş on yıllarda işçi sınıfına mensup ailelerin çocuklarını başka yerlere taşıyabildiğini bu tür yayınlar sayesinde öğrenebiliyoruz.
Bir yandan geçmişteki bu örnekler, diğer yandan bugün çok geniş kesimlerin ekonomik nedenlerle eğitim hakkından mahrum bırakılması, eğitim hakkı için mücadelenin ne kadar da elzem olduğuna işaret ediyor. Devletin kamusal hizmetlerden elini çekmesi, yoksullaşma, alım gücünün düşmesi, barınma sorunu, giderek daha fazla insanın eğitim hakkından soyundurulması anlamına geliyor. Üniversite öğrencilerinin özellikle geçtiğimiz yıldan beri sık sık gündeme gelen barınma hakkı mücadelesinin aynı zamanda bir eğitim hakkı mücadelesi olduğunu unutmayalım. Eğitim bir insan hakkıdır.
- Umutla umutsuzluk arasında 2024 27 Aralık 2023 04:30
- Adabımuaşeret dersleri 20 Aralık 2023 04:42
- Zor zamanların dostu Tunç Soyer 13 Aralık 2023 04:57
- Bir mülksüzün konut krizi hatıratı 29 Kasım 2023 04:50
- Hukuk devletinde sona doğru 15 Kasım 2023 04:50
- Siyasetle ve siyaset için yaşayan kişiler 08 Kasım 2023 04:45
- Zordur barış akademisyeni olmak 01 Kasım 2023 04:57
- Filistin halkına destek, İsrail hükümetini protesto eylemleri 25 Ekim 2023 04:50
- Gazze'deki savaş Fransa'yı da yakar 18 Ekim 2023 04:20
- Gerçek dışı bir mekan olarak üniversiteler 04 Ekim 2023 04:57
- Göçmen karşıtlığından beslenen particiler 27 Eylül 2023 05:26
- Hakikat, özgürlükler ve otosansür 20 Eylül 2023 05:00