Sahanın içinde ayrı, dışında ayrı ilkellik

Fotoğraf: Salih Zeki Fazlıoğlu/AA

DİĞER YAZILARI

Geçtiğimiz hafta sonu sezonun ilk derbisi oynandı. Oyun kalitesiyle ilgili olarak, beklentiyi yukarıya taşıyan pek çok faktör vardı… Büyük paralar harcanarak transfer edilen parlak kariyer sahibi pek çok oyuncu ve iki teknik direktör karşı karşıya geliyordu ne de olsa… Sonuç: Vasata ulaşmakta bile zorlanan bir oyun seviyesi. Ağırlıklı olarak duyguların, yani dolduruşla yükseltildiği belli olan motivasyonun ön plana çıktığı, bu nedenle oyun planının ve taktiğin pek bir öneminin kalmadığı, kargaşayla, manasız koşuşturmalarla, telaşla ve itiş kakışla geçip giden 90 dakika…

Çeşitli kanat varyasyonlarıyla gerçekleştirilecek hücum organizasyonlarından vazgeçtik, rakip sahada üst üste beş pas yapmakta zorlanan takımlar...

Kendini sağlama alma anlayışın tutsağı teknik direktörlerin, yenilmemeyi önceleyen yaklaşımı ve bunun sonucunda ortaya çıkan sıkıcı, kısır mücadele… Üstüne, sık sık yapılan faullerle sürekli kesilen oyun…

Oyunun berbatlığı bir yana, işin bir de giderek daha çok dikkat çeken ahlaki yozlaşma boyutu… Rakibine gaddarca giren (bunun da dolduruşa getirilmenin sonuçlarından biri olduğuna şüphe yok), ya da göz göre göre sahtekarlık yapıp hakemi yanıltarak avantaj yakalamaya çalışan oyuncular…

Oyun berbatlaştıkça, ahlaki yozlaşma göstergesi olan oyun dışı faktörlerin kapsama alanı da genişliyor…

Her şey bir yana, şu vasat altı seviyesindeki oyun için bunca anlı şanlı oyuncu ve teknik direktör transfer etmeye gerek var mıydı?

Böylesi berbat bir oyun için altyapıya sırt çevirmeye ve oradan yetişebilecek genç oyuncuların yolunu kesmeye değer mi?

Ayrıca, yüksek genç nüfus potansiyeline sahip ülkemizdeki teknik direktörler, teknik sorumlular da bulup yetiştirdikleri, geliştirdikleri oyuncularla şu kadarcık oyun seviyesini bile tutturamıyorlarsa, bundan utanç duymalılar…

Pahalı yabancı oyunculara ve kariyerli yabancı teknik direktörlere, ellerinde sihirli değnek olan ve kısa sürede tüm sorunları halledip takımı zaferden zafere koşturacak kişiler olarak bakma ilkelliğinden kendimizi bir türlü kurtaramıyoruz.

Oysa oyun seviyesi, altyapıdan yetiştirilen gençlerle pekala çok daha üst seviyelere dahi çıkarılabilir. Yeter ki, yeterli bilgi ve çalışma olsun…

Gözlerimizi bir de tribünlere çevirelim. Orası da bambaşka bir pespayelik alanı. Küfür, kıyamet gırla… Rakip takım sahaya mı çıkıyor, gelsin cinsiyetçi küfürler… Rakip takım oyuncuları attıkları gole mi seviniyor, sahaya yağsın o zaman pet şişeler… Hakemin kararını mı beğenmedin ya da maçtan puan kaybederek mi ayrıldın, havada uçuşsun yine cinsiyetçi hakaretler, küfürler…

Alabildiğine yozlaşmış, ilkel bir taraftarlık modeli. Her hafta, “Kötü ve çirkin tezahürat” ile “Saha olayları” gerekçesiyle onlarca kulübe ceza yağıyor. Ama kulüplerin bu durumu dert ettiği ve düzeltilmesi gereken bir sorun olarak gördüğünü söylemek mümkün değil. Zira, bunun düzeltilmesi yönünde hiçbir çalışma yapmıyorlar.

Tüm bunların yanında, bir de tribünleri, her türlü nefretlerini, ayrımcılıklarını kusmak için ideal mekanlardan biri olarak gören insanlığın safrası ırkçılar faşistler var. Mesela onlar da geçtiğimiz hafta, takımlarının Amedspor ile oynadığı karşılaşmada, “Allah tektir, ordusu Türk’tür”, “Hayatta yegane varlığım ve servetim Türk olarak doğmamdır” gibi üstün zeka(!) ve bilgi(!) ürünü sözler yazılı pankartlarla bir kez daha göğüsleri kabararak tribünlerde boy gösterdiler…

Dünyada, doğuştan sahip olduğu özellikleri, diğerlerinin karşısında bir üstünlük ve ayrıcalık unsuru olarak gören insandan daha zavallısı, daha pespayesi var mıdır acaba?

Saha içi ve saha dışı boyutuyla mutlak hakimiyetini kurmuş görünen ilkelliklerle dolu bir kültürel ortamdan, insanlık ve futbol adına güzellikler çıkması beklenebilir mi?

Evrensel'i Takip Et