09 Ekim 2022 04:55

İttifak ve ‘marjinal sol ne katar ki?’ tartışması

Fotoğraf: Fatoş Erdoğan

Paylaş

Emek ve Özgürlük İttifakı kuruluşunu ilan etti. Öncesinde ve sonrasında, ittifakın niteliği veya açmazları üzerine birçok şey söylendi. Bunların içinde en öne çıkanı, legal Kürt siyasetinin ana akım temsilcisi sayılan HDP ile sol/sosyalist parti ve örgütlerin bir aradalığına dair eleştirilerdi.

İlginçtir, soldan da liberal cenahtan da farklı gerekçe ve bağlamlardan aynı sonuca ulaşılıyordu. Sosyalist Güç Birliği ismiyle bir araya gelen dört grubun uzak durdukları ittifaka dair ne dediği biliniyor: Bu, sosyalistlerin HDP’nin gölgesine sığındığı bir oluşumdur, biz içinde yer almayız. Gazetemiz okurları açısından yakından izlenen bir durum bu. Güçbirliği ya da ittifak için adeta bir sosyalist parti programını gerekli gören bu yaklaşımın gerçek çekincesinin ne olduğuna dair epeyce gözlem, veri ve deneyim sahibiyiz. Üzerinde durmayacağız, geçelim. İronik olan, sosyalistlerin Kürt siyasetiyle bir mücadele/seçim ittifakına girmemesi gerektiği tezinin, birilerince de tersinden savunulması... Bunlara göre de HDP’nin sosyalistlerle ittifak etmesi gereksiz. Çünkü sosyalist sol ‘marjinal’ ve toplumsal bir karşılığı yok. Sosyal medya mecralarındaki yerçekimsiz sataşmaları bir yana bırakalım, epeyce alıcısı var bu yaklaşımın ve hiç de yeni değil. Hemen her seçim öncesi tanık olduk en azından. Kürt siyaseti ya da bugünkü HDP kiminle ittifak yapmalı diye sorulur ve bozuk plaklar, sol marjinaldir ve marjinal solla ittifakın HDP’ye katacağı hiç bir şey yoktur diye sufle verir.

Neyin olmaması gerektiği konusunda nettirler. Solcular olmaz! Neden? Gerekçelerin en dokunulmazı(!), ‘memleket sosyolojisi’dir. Malum, şu “yüzde 90’ı milliyetçi-muhafazakâr” denilen memleket sosyolojisi... Bunu gözeterek ittifak yapılmalıdır, yapılacaksa. Ne anlama geldiğini, önerileni varın tahmin edin artık.

***

Biliniyor, Altan Tan gibi bir dönem içerden konuşanları da olan bu ‘muhafazakâr sağdan yürüyelim’ciler, önerdikleriyle kaldılar hep. Barajlar bu ‘marjinal sol’ denileni içeren ittifaklarla yıkılıp geçildi. “Sol kazandırdı” demiyoruz elbette ama en azından ‘sol’la ittifakın Kürtlere kaybettireceğinin de bir şehir efsanesi olduğunu gördük, yaşadık.

Kaldı ki, bu ‘muhafazakâr/dindar sosyoloji’ indirgemeciliğinin de hiç de öyle yerinde durmadığını, dinamik süreç içerisinde Kürt toplumunda sekülerleşme eğilim ve oranının özellikle yükseldiğini görüyoruz. Konuya dair, dilop dergisinin son sayısında yayınlanan ‘Kürt sekülerleşmesi’ başlıklı tartışmanın çarpıcı değerlendirme ve veriler içerdiğini de not edelim. Derginin sunusundaki şu ifadeler söz konusu çarpıcılığın özeti gibidir: “...‘Muhafazakâr/Dindar/Mütedeyyin Kürt toplumu’ klişesinden hareketle, Kürtlerin mücadelesi, tarikatlardan selefi/cihatçı yönlendirmelere kadar uzayan ‘dinî taarruz’ konseptleriyle etkisizleştirilmeye çalışıldı... dinci kostümler biçildi Kürtlere.

Sonuç? Hiç de öngörüldüğü gibi olmadı. Kâh mücadeleye yön veren siyasetin karakterinden, kâh başka dinamiklerden kaynak bulan bir Kürt sekülerleşmesi yaşandı, yaşanıyor. Son 20 yıl için söylersek; siyasal İslamcı karakteri ağır basan bir iktidarın, ‘dindar’ diye bilinen Kürtlere dönük yoğun ‘dinî’ yönlendirmelerinin tersine sonuçlar vermesi, özellikle ilginç ve anlaşılmaya değerdir...”

Neymiş? Sola dair bol kepçe savrulan ‘marjinal’ yaftalamalarının ıskaladığı, sabit kabullerin dışladığı ama derinlerde işleyen dinamikler var. Sekülerlik de bunlardan biri.

***

Sadece bu da değil, ‘sol’un savunucusu olduğu talep ve değerler bu ülkenin en büyük, en geniş toplumsal tabakası durumundaki emekçilerin, yoksulların, ezilenlerin bugününe ve geleceğine dairdir.

Buradan baktığımızda, örneğin Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi Vahap Coşkun’un ittifak için yazdıklarının da politik/toplumsal süreçlerin içinde işleyen dinamikleri ıskaladığını söyleyebiliriz. Şunu söylüyor Sayın Coşkun: “Siyasette ittifakları bazı hedefler gözeterek yaparsınız. Misal, ulaşamadığınız büyük toplumsal kesimlere ulaşmak istersiniz. İdeolojik bir dönüşümü daha geniş bir şekilde gerçekleştirmeyi planlarsınız. Seçimlerde oy havuzunuzu büyütmeyi amaçlarsınız... Oysa ittifak “bileşenleri”, HDP’nin Türkiyelileşme siyasetine hizmet etmiyor. Diyalog ve uzlaşma çabalarını öne çıkarmak yerine sert, yargılayıcı, kutuplaştırıcı, buyurgan ve intikamcı bir dile müracaat ediyorlar.” (“Faydasız İttifak.” Serbestiyet. 27 Eylül 2022.)

“Türkiyelileşme” siyaseti nedir? Türkiye’nin içinde kaç Türkiye vardır? Hangisini temsil edeceksiniz? Emekçilerin, ezilenlerin, yok sayılanların sesi olma iddiası “kutuplaştırıcı”, “intikamcı”, “yargılayıcı” bulunuyorsa, önerilen “uzlaşmacılığın” yolunun nereye çıkacağını tahmin etmek zor olmasa gerek.   

Ayrıca, anlaşılıyor ki Coşkun da örneğin Altan Tan gibi, ‘sol’u niceliksel bir vakıa olmaktan ibaret görüyor. Burda da ıskalıyor. Oysa nicellik dışında asıl önemlisi solun niteliğidir, taşıdığı, savunduğu değerlerdir. Legal alandaki siyasal temsilciliğini HDP’nin yaptığı Kürt hareketinin solla ilişkisi de bu nitelik bağlamından neşet etti hep. Oluşum ve gelişim sürecine kadar giden tarihsel/geleneksel ilişkilerin de koşulladığı bir tercihtir bu. Düzen dışılık, sekülerlik, laiklik, işbirlikçiliğe düşmemek, yoksul ve yoksunların sesi olmak, vb... Bütün bunlar sosyalist solla da paylaşılan ortak değerlerdir. Önemli değil midir? Ya kiminle ittifak yapsaydı HDP? Teşbihte hata olmaz deyip biraz da mübalağa edecek olursak, Vahap Coşkun’a kalsa,  Kürt siyasetinin başında Demirtaşlar, Kışanaklar değil de en iyi ihtimalle Miroğlu, Metiner gibiler yer alırdı!

***

Küçümsüyor Coşkun, solcuları ‘marjinal birer yük’ olarak değerlendiriyor. HDP’nin kendisini sol ağırlık ve mesajlarla donatmasını, ‘solun toplumsal karşılığının olmaması’ gibi niceliksel ölçütlere indirgeyerek bir tür ‘akıl dışı’ görüyor. Aklı böyle çalışıyor çünkü. Sadece nicelik meselesi olmadığını anlayabiliyoruz ama. Sözgelimi solcularla değil de Deva ya da Saadet’le ittifakı sözkonusu olsaydı HDP’nin, ‘toplumsal karşılıklarının olmadığı’ ölçütüne başvurur muydu? Hiç sanmıyoruz. Sorun, toplumsal karşılıksızlıktan öte solun değerlerinin rahatsız edici bulunmasıdır. Sovyet sisteminin tasfiye edildiği 90’lar döneminin akademik-entelektüel kabulleriyle şekillenmiş bilinç ve ideolojik düzey, sosyalist sol perspektifi arkaik, modası geçmiş görüyor. Mesele biraz da budur.

Bitirirken söyleyeceğimiz şudur; kimin ‘marjinal’ olup olmadığını ‘an’a dair nokta analizleriyle teşhis etmek yanıltır insanı. Bazen yanıltıcılığıyla da kalmaz, mahcup ettirir, utandırır. Uzun değil, çok kısa bir dönem önce hem de, AKP/Fethullah iktidarına işaret ederek, “solun tarihsel iddiası boşa düşmüştür, Türkiye’de demokratik devrimi muhafazakâr-dindâr bir iktidar gerçekleştiriyor işte...” şeklindeki iddialarla sıkı iktidar destekçiliği yapanların sonradan ‘kenara itilmiş marjinaller’ pozisyonuna düştüğünü hatırlatmak bile yeterlidir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa