İşçi hastanelerinin gasbı

Fotoğraf: DHA
Dün eski bir hastam aradı: “Acil serviste ayak parmağımda kırık saptandı ama acil servislerde rapor verilmiyormuş. Tekstil işçisiyim, ortopedi için en yakın randevu on beş gün sonrasına. Bu ayakla çalışamam, zaten acil hekimi de öyle söyledi, ne yapmalıyım?” Öykü eskinin SSK yani işçi hastanesinde geçiyor. Fotoğraf bu olunca SSK hastanelerinin devri tanımı hafif kalıyor. Olsa olsa işçi hastanelerinin gasbından söze edebiliriz.
Sanırım şu adı unuttuk: İşçi Hastanesi. Hatta ondan sonraki adını da unuttuk; SSK hastaneleri…
1989’da dönemin eğitim hastanelerinden olan Buca SSK Hastanesinde asistanlığa başladığımda işçilere dair olumlu uygulamalar az da olsa devam ediyordu. Misal aktif çalışan işçiler polikliniğe mesai bitimine az bir zaman kala bile gelseler ‘Ne mesai bitti ne de sıra kalmadı’ denir kaydı alınırdı. Gün içinde muayeneleri tamamlanamasa da servise yönlendirilir, mesai bitiminde yani nöbette muayene ve tedavileri yapılırdı. Yeni başlayan hekimler anlamakta zorluk çekip uygulamayı “Nöbet iş yükü artırılıyor” diyerek eleştirdiklerinde ise klinik şefi şöyle derdi: “Bizler hekimiz. İşçiler ‘hastayım’ diyerek geliyorlar. Onlara sıra kalmadı, git, yarın gel diyemeyiz. Git dediğimiz yer işyerleri. Biz onlara işe git demeden önce tıbben çalışıp çalışamayacaklarına karar vermek zorundayız. Hukuki ve etik sorumluluk bunu gerektiriyor. Unutmayın bu hastaneler işçiler için kuruldu.”
Tabelalardan önce işçi hastanesi adı silindi sonra ardılı SSK hastaneleri aldı. 2006 yılında Sağlık Bakanlığına devri ile de devlet hastanelerine dönüştü. Denilebilir ki işçilere yabancılaşması ilk SSK adı ile başlamıştı. SSK yani işçi hastaneleri üç büyük kentte eğitim hastaneleri kurarak ülkenin uzman yetiştiren kurumları arasında yer almıştı almasına ama kendi yarasına merhem olamıyordu: Meslek hastalıkları uzmanlık ihtisas kadrosu nerede ise sıfıra yakındı. Ne hazindir ki hiçbir sendikanın bu konuda sonuç alıcı bir talep ya da eylemliliği olamamıştı. Boşuna değil dünyada meslek hastalıkları ve iş cinayetlerinde tarihsel olarak Türkiye’nin hep ön sıralarda yer alması.
Kamu acil servislerinde misal kemik kırığı tanısı konulan ancak ilgili klinikten 15 gün sonrasına randevu verilebilen, aktif çalışanın çalışıp çalışamayacağına dair tıbbi kararın boşlukta bırakıldığı bir sistem yarattılar. Adına da “sağlıkta dönüşüm” dediler. Dün olduğu gibi bugün de sağlık meslek örgütleri aynı sözü söylemeye devam ediyor: “Sağlığı yönetemiyorsunuz”.
SSK hastane ve dispanserleri Sağlık Bakanlığına devredildiğinde SSK yani işçilerin kurumuna bir devir parası ödenmedi. Ama aynı süreçte adeta bir hekim borsası kuruldu. Birçok kişi ve kuruma özel hastane ruhsatı bahşedildi. Sonra o kadrolar borsa misali satılmaya başlandı.“Türkiye Diyanet Vakfı, Ankara ve İstanbul için ayrı ayrı hastane ruhsatı ve doktor kadrolarını tıpkı taksi plakası satar gibi satışa çıkardı” diye not düşmüştüm 2014 yılında bu köşeden. “İhale ile toplam 81 doktor kadrosu ve 180 yataklı hastane ruhsatı satılacağı” duyurulmuştu.
İşte o yüzden işçi hastanelerinin gasbından söz etmeliyiz daha bir gür şekilde. Patronlarına dolar üzerinden doluluk garantisi verilen yeninin şehir hastaneleri, işçi birikimleri ile kurulan öncenin işçi, sonrasının kibar şekli ile SSK hastanelerinin gasbı üzerine kurulmuştur.
Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür, deyip unutamayız. Mücadele ile sağlığın gasbını gidermek hâlâ mümkün.
Sağlıcakla kalın
Evrensel'i Takip Et