16 Ekim 2022 03:45

Bozguncular

Fotoğraf: DHA

PAZAR
Paylaş

Dezenformasyon yasası denilen sansür kanunu Meclisten geçti. Maden kazası oldu.

Türkiye Taşkömürü Kurumu ilk yazılı açıklamasını; ölenler için taziye bildirimi, kalanlara sabır dilekleri, kazaya dair bulgular, nedenin ve sorumluların araştırılmasına dair çabalar üzerine değil de “2019 Sayıştay raporuna atıfla yapılan yüksek metan gazı” ve “Sayıştay Enerji Grup Başkanının ziyaretinin denetim amaçlı olduğu” haberlerinin dezenformasyon içerdiği şeklinde yaptı.

“İş sağlığı ve güvenliği kurallarına uyuluyor ayrıca denetime değil ziyarete gelmişlerdi” yazdılar. Tam 7 saat sonra “Milletimizin başı sağ olsun” diyebildiler.

Önce kurumu savun sonra icabında ölenlere üzülmüş gibi yaparsın. Beklerler çünkü belki de kurum ve sorumlularının salahiyeti için öleni suçlamak gerekecektir. Bir zamanlar Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı ataması yapılmayan öğretmen intiharları için ilgi çekmek adına öldüklerini iddia etti mi? Etti.

Bu yazılı açıklamada bir cümle diyor ki:

“Söz konusu haberler gerçeği yansıtmadığı gibi dezenformasyon içermektedir.”

Filmlerde havlunun altına saklı namluyu işaret ettikleri sahne gibi, tehdit içinde saklı.

Yayımlanan metin patlamanın gerçek sebebini söylüyor mu? Hayır. Teknik açıklama yapıyor mu? Hayır. En son ne zaman denetimin gerçekleştiğini ve sonucunun ne olduğunu beyan ediyor mu? Hayır.

Peki madem haberler dezenformasyon, o zaman iddia ettiğiniz gerçek ne?

Orada “dezenformasyon” kelimesi yasaya yaslı bir tehdit zira bağlamdan kopuk.

Yandaş medya alandan yayın yapıyor. Çinli bir maden mühendisine mikrofon tutulmuş, “Aşağıda ortam nasıl?​” diye soruluyor. İşletmeden nasıl memnunlar, nasıl bir aile gibi çalışıyorlar o anlattırılıyor.

Arkada siyah torbalarda işçilerin cansız bedenleri geçerken. Henüz toprak altından çıkarılamayanlar varken, hastaneden kara haberler yoldayken, işletme aklıyorlar ekranda.

Sahi dezenformasyonun kelime anlamı ne?

Talimatlarla bakanlar yola çıkıyor. MHP lideri de talimat vermiş, git dedikleri gidiyor olay yerine.

Bir yanda ambulanslar, kurtarma ekipleri, endişeli bekleyen ya da yasta aileler. Kamera ışıkları açılıyor, mikrofonlar, güvenlikler...

Odalar, sendikalar, diğer partiler, kitle örgütleri talimatsız ve sessiz gittiler Bartın’a, orada sabahlayanların ihtiyaçlarını karşılamaya, maddi, manevi ve fiziksel dayanışmaya.

Bilmiyorum neye yarıyor kabine çıkarmaları afet alanlarına, gömlek değiştirmeye mani ne yaşanıyor orada?

İzmir depreminde üzerinde yürüdüğü enkazın altında yatan genç kadınla, ‘Şarjı biter mi’ diye düşünmeden kameralar önünde telefonda sohbet eden Bakan Pakdemirli çıkmıyor aklımdan.

Bu iktidarın önceliği enkazların altı değil kendilerine tutulmuş ışıklı kameralardır ve talimatsız, yangına bile bir tas su dökülmez.

Soma’nın üzerinden 8 sene geçti. 301 madenci öldü ama şu an tek bir tutuklusu yok. Danıştay, kamu kurumlarının da sorumluluğu olduğuna kanaat getirdi. 16 ay oldu. Kamu davası açılmadı.

Ha keza Çorlu, Hendek, Aladağ, Ermenek.

Önlenebilir her ölüm bir sosyal cinayet.

Hiçbirinden iç soğutan bir karar çıkmadı. Her bir dava; sevdiklerini kaybedenlerin yargılandığı, dava avukatlarının tutuklandığı, haber yapan gazetecilerin suçlandığı insanlık onuru ve evrensel hukuk normlarınca bir utanç.

Gezi davası tutuklularından Soma Davası Avukatı Can Atalay ne diyordu: “Bu ülkede en ucuz maliyet kalemi işçi canı. Bu düzen böyle gitmez! Bu ülkede kimse ekmeğini kazanırken öldürülmesin diyedir davamız.”

Soma Davası’nın bir diğer Avukatı Selçuk Kozağaçlı da halen cezaevinde, “Soma’da halkı hükümete karşı kışkırtmak”tan yargılandı.

Şöyle diyordu o da: ”Dosyanın ‘son tutuklusu’ olarak değer verdiğim her şeyin üzerine söz veriyorum ki asla vazgeçmeyeceğiz. Unutturmayacağız. Soma’nın hesabı sorulmadan her uykumuz yarım, her gülümsememiz buruk olacak. Dosyalara müdahale etmek için seyyar hakim gezdirme ayıbı elbette bir gün “adil yargılanma hakkı ihlali” olarak tespit edilecektir. Ama bizi daha çok ilgilendiren, katledilen işçilerin hatırası, ailelerinin duygusal ve ekonomik güvencesi ile maden işçisi mücadelesinin geleceğidir. Bu ateşi söndürmeyecek ve biz kazanacağız.” 

2020 yılında hakları için Ankara’ya yürüyen maden işçileri Salihli’de jandarma tarafından yolları kesilerek gözaltına alındı.

Bir daha hatırlatalım Kamil Kartal’ın o konuşmasını:

“Sanki suçlu bizmişiz gibi, sanki hırsızlığı, namussuzluğu, arsızlığı biz yapmışız gibi hesabı bizden sormaya çalışıyor. Yani hesap sorması gerekenlere gidip hesap soramayanlar, bize hesap sormaya çalışıyorlar. Oysa bizim haklılığımızı cümle alem biliyor.

Bir işverene, bir tek adama gücü yetmeyen devlet, şimdi gücünü bizde sınıyor. Biz bir kere daha bağırıyoruz buradan. Devletin gücünü bizde sınamayın! Yerin 7 kat altında alın teriyle yaşamını devam ettirmek durumunda kalıp, kör edilenler, sakat bırakılanlar, ciğerleri çürütülenlerden hesap sormasın devlet!

Devlet bunları yapanlardan hesap sorsun gücü yetiyorsa! Bir tane kıçı kırık patrondan hesap sormayı beceremeyen devlet gücünü bizde sınayacak öyle mi? Öyle mi alay komutanı? Buradayız biz! Yıllarca arkadaşımızın bedeninden parçalar kopartıldı o madende, parçalar! Şimdi bize güç göstereceksiniz ve biz bu güçten korkacağız öyle mi? Vallahi de korkmuyoruz, billahi de korkmuyoruz sizden!”

Ali Faik İnter ve Tahir Çetin, iki madenci, iki işçi önderi, bütün madenciler hakkını alsın diye, Ankara yürüyüşünde 5 gün uyumadılar, evlerine az bir mesafe kala trafik kazasında öldüler. 5 günlük uykusuzlukla yolda olmak zorunda kalmışlardı.

Ali Faik, bir madenci oğlu, babası 27’sinde gencecik yaşında ölmüştü, babasının tazminat hakkı için 7 yaşında annesiyle gittiği duruşmalarda öğrenmişti madenciliği. Aynı haklar için direnirken 26 yaşında ayrıldı aramızdan, genç bir işçi, bir devrimciydi. Tahir Çetin, Soma Havzası’nda tütüne getirilen kota yüzünden çiftçiliği bırakıp madenci olmuştu. Sendikal mücadelenin önderlerindendi. Sözün işçilerde olacağı, yetki alacağı, karar vereceği bir sendika pratiği için uğraşıyordu. Daha 43’ündeydi.

Cenazelerinde bağımsız sendika mücadelesi neferlerinden biri Başaran Aksu;

“5 gün uyumadık arkadaşlar, yeminler olsun dövüşmek için… Çünkü bizim öyle ufak değil hesabımız. Hükümet olalım diye çalışmıyoruz, belediye başkanı olalım diye çalışmıyoruz. Bu zulüm saltanatı, aşağılık düzen paramparça olsun. Bir daha ezilenin, emekçinin, işçinin alın teri üzerinden servet biriktirilemesin, bir daha bir çocuk ağlamasın, bir daha birisi ‘Ben açım’ demesin, bir daha birisi yoksulluktan kıvranmasın diye biz çalışıyoruz. Örgütlenme dışında siyaset yalandır. Toplumsal örgütlenme yoksa siyasetin söylediği en sağından en soluna kadar söylediği yalandır. Gecesini gündüzüne katarak, çocuklarından vaktini çalarak, cebindeki paradan mücadeleye katarak koşan yurt evlatları yoksa devrim bir hayaldir “ demişti konuşmasında.

Şimdi ekranlarda içli müzikler eşliğinde madenci yakınlarının ağıtlarını izletecekler, duygusal görüntüler konacak önünüze. Ağlatacaklar hepimizi. Çünkü ağlayınca rahatlar insan.

Çok üzgünüz diyeceğiz biz de, kalbimiz Bartın’da diyeceğiz. Lanet okuyacağız kanepede uzanırken üzerimizde battaniyeyle. Sosyal medyaya siyah resimler koyacağız. Unutursak yüreğimiz kurusun. Ne yağlı yüreğimiz varmış yirmi yıldır ne kuruyor ne atıyor, ölen öldüğüyle kalıyor.

Sansür yasası geçti. Son postlar değil mi bunlar? 

Korkacak mıyız?

Değil teke tek, biner biner girsek bile kavgaya, dört yol ağzını tutmuşlar, kimini içeri atıp kimini yorgunluktan ölüme terk edip kimini iş cinayetine kurban edip bizi bitirecekler.

Madene girmeyince ölünmez sanılmasın, 12’sinde tecavüze uğrayıp tecavüzcüsüyle evlendirilen Pelda Karaduman, aynı adamın ellerinde daha 19’unda can vermedi mi? Kadın cinayetleri yetmedi mi? Hendek’teki patlamada 7 işçi, Çorlu tren kazasında 25 can Aladağ’da 11 kız çocuğu ölmedi mi? İzmir depreminde 113, Ankara Garı’nda 103, Reina’da 39 kişi ölmedi mi? Atanamadığı için, işsizlikten, evladına alamadıkları yüzünden canına kıyan olmadı mı? 

“Şimdi üzülüp ağlarlar, davası nasılsa 8-10 sene sürer, peşine düşen kalmaz”a güveniyorlar. Sansür yasasıyla susturduk nasılsa diyorlar.

Sansürün üzerine gitmek için bin yetmez on bin yetmez milyonlarca ses lazım. Başka türlü ölüm bizi illa bulur.

1 ila 3 yıl ile tehdit ediyorlar. Ölüm nabız kadar yakınken, barınamayarak, her gün yoksullaşarak, hayallerimizden vazgeçmiş, geleceksiz, kendi memleketinde mülteci kılınmış, onuru, gururu, hakları elinden alınmış bir hayat, yaşamak mı? Memleketimizde insanca bir yaşam için kendini ortaya atmış bu insanların anılarına, mücadelesine, duruşuna bakınca vasata indirgenmiş ömürlerimizden çalacakları bir ila üç yılın ne hükmü var?

Şimdi bizi kolajlanmış görüntülerin fonunda içli müziklerle ağlatacaklar.

Ben açıp Başaran Aksu’nun cenazede yoldaşlarına veda konuşmasını izleyeceğim.  Boğazındaki yumrunun patlayacağını anladığı her seferinde, omuzları yerinden çıkarcasına kollarını savurarak bir slogan gibi yoldaşlarının ismini haykırdığı o konuşmayı:

 “Yeter ulan! Ey patronların devleti, lanet olsun sana!”

Rahatlamak için ağlamak değil isyandır bu.  Buna sığınacağım.1978 yapımı Maden filminde bozguncu diyorlardı İlyas’a, düzenlerini bozduğu için. Tıpkı şimdi bedel ödetmeye kalktıkları herkese dedikleri gibi. Sahnedeki sarı sendikacı ve patron haykırıyordu İlyas’a “Propaganda yapıyorsun!”

Şimdi bize dezenformasyon yapıyorsun dedikleri gibi.

İlyas’ın filmdeki yanıtını hatırlayın, bu suçlama her önünüze düştüğünde:

“GERÇEĞİN PROPAGANDASI MI OLUR LAN? GERÇEK GERÇEKTİR!”

Sansürün bozguncularına selamla…

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa