Diyarbakır’da Hizbullah, Afrin’de el Nusra!

‘Alimler ve Medreseler Birliğinin düzenlediği ‘7. alimler buluşması Diyarbakır'da yapıldı. (Fotoğraf: DHA)
Hizbullah ve onun yasal partisi Hüda Par’a yakınlığı ile bilinen ‘Alimler ve Medreseler Birliğinin düzenlediği ‘7. alimler buluşması’nda “Kürt sorununun laik-seküler güçlerin elinden kurtarılması” ve “ümmetçi çözüm” kararları alındı. Aynı günlerde el Kaide’nin Suriye kolu olan el Nusra (2017’de Heyet Tahrir el Şam-HTŞ adını aldı), Afrin’i ele geçirdi. Bilindiği gibi Rojava’daki Kürt kantonlarından biri olan Afrin, 2018’de gerçekleştirilen operasyon sonrasında Erdoğan yönetimi destekli cihatçı çeteler (ÖSO) tarafından işgal edilmişti.
Bu iki gelişme, ilk bakışta aralarında ilişki yokmuş gibi görünse de aslında Erdoğan iktidarının Kürt sorununda uyguladığı politika ekseninde birbirlerine bağlanıyor.
Diyarbakır’da 15-16 Ekim tarihlerinde gerçekleştirilen “alimler buluşması”na Taliban temsilcisinin katılması ve sonuç bildirgesinde Taliban’ın Afganistan’da kurduğu İslam Emirliği’nin “İslam ümmeti için iftihar vesilesi” ilan edilmesi, Hüda Par’ın Kürtler için nasıl bir yönetim modeli istediği konusunda fikir veriyor.
Kürt sorununun laik-seküler güçlerin elinden kurtarılması için “ulema”ya daha fazla sorumluluk alma çağrısının da yapıldığı buluşmaya Erdoğan’ın en yakınındaki isimlerden biri olan Yeni Şafak Yazarı Yusuf Kaplan’ın katılması, iktidarın desteği ve bu desteğin arkasındaki hesapların anlaşılması bakımından önem taşıyor. Kaplan, burada yaptığı konuşmada Hüda Par’ı “Bölgenin emniyet supabı, Müslümanların yüz akı” ilan ederek desteğini ortaya koydu.
Kaplan’ın Hüda Par ile ilgili görüşleri yeni değil. Daha 2015’te yazdığı bir yazıda devlet nasıl geçmişte PKK’ye karşı Hizbullah’ı desteklediyse bugün de HDP’ye karşı Hizbullah’ın yasal kolu olan Hüda Par’ı desteklemesi gerektiğini söylemişti.
Kürtlere karşı ‘özel savaş’ın yürütüldüğü 1990’lı yılların içişleri bakanlarından İsmet Sezgin, “Hizbullah’ın PKK’ye karşı örgütlendirildiği”ni itiraf etmiş ve dönemin OHAL valilerinden Ünal Erkan da “PKK çökertilmedikçe, Hizbullah tipi militan örgütleri çözmeye yönelik niyetli değiliz” demişti. Veli Küçük ve Arif Doğan ile birlikte JİTEM’in kurucuları arasında yer alan dönemin Özel Harp Daire Başkanı Teoman Koman da Hizbullah’ı “PKK’nın baskılarına karşı kendini koruyan, dini inançları kuvvetli vatandaşlar” biçiminde tanımlamıştı.
Namık Tarancı ve Hafız Akdemir gibi gazeteciler başta olmak üzere Kürt kentlerinde yüzlerce “faili meçhul” cinayet, o dönem halk arasında ‘hizbikontra’ olarak anılan devlet destekçi bu güçler tarafından gerçekleştirilmişti.
İşledikleri cinayetleri itiraf eden tetikçiler ve yüze yakın Hizbullah yöneticisi Erdoğan iktidarının 2011’de yaptığı “yasal düzenleme” ile serbest bırakılmıştı.
Hizbullah’ın yasal kolu Hüda Par, kendilerine verilen desteği yanıtsız bırakmamış; 16 Nisan 2017’deki başkanlık referandumunda ‘evet’ diyerek ve cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’ı destekleyerek borcunu ödemişti.
İşte bugün tıpkı Kaplan’ın söylediği gibi HDP’ye karşı çok yönlü bir saldırı politikası sürdüren Erdoğan iktidarı, bölgede Hüda Par’a özellikle belediyelere atanan kayyumlar üzerinden her türlü desteği veriyor. Çünkü baskı politikaları eşliğinde Hüda Par’ın “medrese” adı altındaki dini örgütlenmelerinin yaygınlaştırılması, seküler-demokratik karakterli Kürt mücadelesinin geriletilmesinin bir aracı olarak devreye sokulmak isteniyor. Konuyla ilgili daha kapsamlı bir değerlendirme için Dilop dergisinin ‘Kürt Sekülerleşmesi’ dosyasına bakılabilir.
Erdoğan iktidarının Kürt sorununda gündeme getirdiği politikalar bağlamında ele alınması gereken bir diğer önemli gelişme de HTŞ’nin, ÖSO’nun işgali altındaki bölgeleri ele geçirmesi oldu. Bu köşede daha önce yayımlanan ‘ÖSO’nun yerini HTŞ mi alıyor?’ yazısında Erdoğan yönetiminin HTŞ’yi devreye sokmasının arkasındaki hesaplara işaret edilmişti.
ÖSO grupları ile çatışan HTŞ (Bu çatışmada ÖSO’nun Hamza Tümeni ve Sultan Süleyman Şah grupları HTŞ ile hareket ediyor ve Ahrar’uş Şam ve Sultan Murad Tugayı ise ikiye bölünmüş durumda) Afrin’i ele geçirip Azez ve el-Bab’a ilerliyor.
Eğer HTŞ’yi durdurmak isteseydi SİHA’larını, topçu atışını anında devreye sokabilecek olan Erdoğan yönetiminin bu sessizliği belirttiğimiz gibi hesapsız değil. Dahası HTŞ’nin işgal ettiği bölgeler bugün Hatay, Kilis gibi valilikler tarafından yönetiliyor.
Erdoğan yönetiminin resmen “terör örgütü” olarak gördüğü ama fiilen desteklediği HTŞ üzerinden yaptığı hesapları birkaç başlık halinde özetlemek gerekirse şunlar söylenebilir:
Birinci olarak; HTŞ (el Nusra), 2013’ten bu yana Kürtlerle çatışma deneyimine sahip bir örgüt. Dolayısıyla Rojava’ya yönelik operasyon için istediği koşulları sağlayamayan Erdoğan yönetimi için HTŞ, son dönemlerde kendi aralarında çatışan ve güven vermekten uzak duran ÖSO’nun aksine uygun bir araç olarak öne çıkıyor.
İkincisi ve daha önemlisi; bilindiği gibi Putin, Suriye’deki müdahale girişimleri konusunda Erdoğan’a muhatap olarak Esad yönetimini adres göstermişti. Esad rejimi ise, görüşmek için Erdoğan yönetiminin ÖSO gruplarıyla birlikte işgal edilen bölgelerden çekilmesini ön koşul olarak öne sürüyor. Böylesi bir tabloda Halep’e kadar olan bölgelerin HTŞ’nin eline geçmesi iki bakımdan Erdoğan’ın işini kolaylaştırıyor. Böylece hem resmen “terör örgütü” olarak tanımladığı HTŞ’yi yerleştirerek bu bölgelerden çekilmeden çekilmiş gibi görünmek ve hem de ÖSO’nun parçalı görünümü yerine HTŞ’yi tek muhatap haline getirerek Suriye’nin geleceğine dair pazarlıklarda elini güçlendirmek istiyor.
Üçüncü olarak Erdoğan, ABD’nin de HTŞ’nin İdlib’deki varlığını desteklemesini ve bu bakımdan onu ÖSO’dan ayrı ele almasını böylesi bir hamle için avantaj olarak değerlendiriyor.
Erdoğan’ın bu hesabı, el Kaideci HTŞ’yi sadece İdlib üzerinden Hatay’da değil; Kilis ve Urfa sınırı boyunca da yeni sınır komşumuz haline getiriyor. Dolayısıyla bu hamle, Türkiye’nin Pakistanlaşması tartışmalarıyla da bağlantılı olarak radikal İslamcı terör riskini ülkemiz ve bütün bölgemiz için büyütüyor.
Erdoğan, Diyarbakır’da Hizbullah’ı (Hüda Par) ve Afrin’de HTŞ’yi Kürt sorunundaki gerici politikanın araçları olarak devreye sokuyor. Ama gelin görün ki, Kürt sorunu söz konusu olunca burjuva muhalefetin ulusalcı-milliyetçi seküler temsilcileri de olup bitene seyirci kalıp susuyor. Çünkü bu gerici politikayı boşa çıkarmanın yolu, ülke içinde Kürt sorununun demokratik çözümünü savunmaktan ve bölgede de müdahale politikalarına, operasyonlara karşı çıkmaktan geçiyor.
Evrensel'i Takip Et