İşçi katliamlarından ne öğrendik, ‘kimlerle birlikte kimlere karşı’ mücadele etmeliyiz?
Fotoğraf: Eren Ergine/Evrensel
Dün gazetemizin manşeti, “Başka ocaklar sönmesin”di.
Manşet haberi Zonguldak’ın Kozlu, Armutçuk, Karadon, Üzülmez ocaklarındaki Sayıştay raporlarına yansıyan denetim sonuçlarının yeni Amasra faciasının benzerinin bu ocaklarda da yaşanabileceğini haber veriyordu.
Sayıştay denetimlerinde tespit edilip ölümcül sonuçlara yol açabileceği haber verilen sorunlar, kamu işletmelerine dair. Ki, bölgede 1829’da (neredeyse 200 yıl önce) Uzun Mehmet’in kömürü bulmasıyla başlayan ve bugüne kadar sayısız iş cinayetleriyle işçilerin kanı ve canlarıyla birikmiş bir işletme deneyimi var. Bu yüzden de yukarıda adı geçen işletmeler, gerek bölgedeki madencilik deneyimlerinden gerekse bu alandaki teknolojik gelişmelerden az çok yararlanılan işletmeler.
Son yıllarda ülkenin adeta parsel parsel madenci şirketlere peşkeş çekilmesiyle ülkenin her yanında önüne gelenin madenciliğe soyunduğu bir dönem yaşanıyor. Ki, bu özel ocakların yüzde 80’i herhangi bir denetim olmadan, hatta ruhsatsız olarak çalıştırılmaktadır. Özel maden ocaklarındaki çalışma koşulları Emile Zola’nın 19. yüzyılda madenciliğin hangi vahşi koşullarda yapıldığını anlatan ünlü eseri Germinal’deki koşullarla yarışacak mahiyettedir.
İŞ CİNAYETLERİNDEN HEPİMİZ Mİ SUÇLUYUZ? YOKSA…
Madenlerdeki koşulları, ne yazık ki onlarca işçinin bir anda hayatını kaybettiği iş cinayetleri olarak gündeme geldiğinde konuşup tartışıyoruz. Ancak sadece madenlerdeki iş cinayetlerinde değil diğer sektörlerde iş cinayetlerinde de Türkiye, dünyada ilk üç sıradaki yerini koruyor. Her gün 5-6 işçi, patron sözcülerinin “iş kazası” dedikleri iş cinayetlerinde hayatını kaybediyor.
Amasra faciasından sonra da daha önce Soma, Kozlu, Ermenek… gibi toplumda infial uyandıran iş cinayetlerinde olduğu gibi bir yandan iş cinayetlerinin arkasındaki vahşi çalışma koşullarını tartışırken öte yandan bu cinayetlere ilişkin yeteri kadar tepki gösterilmemesinden kalkılarak ve elbette ki samimi bir duygusallıkla “Sadece patronlar ve iktidarlar değil hepimiz suçluyuz” biçiminde saptamalar yapılıyor.
Bu ifade, toplumu sarsarak uyandırmak bakımından işe yarar görünse de iş cinayetlerinin birinci dereceden sorumluları olan sermaye ve sermaye iktidarının “hepimiz”in içinde gizlenmesine yol açıyor. Bunun için de toplumsal bakımından kafa karışıklığına yol açacak bir yaklaşımdır. Bu yüzden “İş cinayetlerinin sorumluları kimler, sistemle bağlantısı nedir, nasıl bir mücadele sürdürülmelidir...” soruları etrafında bir tartışmanın yapılması; daha da önemlisi bu sorulara verilecek yanıt doğrultusunda mücadele girişimlerinin yapılması gerekmektedir.
Aksi halde her iş cinayetinden her “facia”dan sonra aynı tartışmaları, aynı ritüelleri, aynı vaatleri yeniden yeniden yaşamak zorunda kalacağız. Tıpkı bugüne kadar olduğu gibi!
İŞÇİNİN KENDİSİNİ İNSAN OLARAK KABUL ETTİRMESİ MÜCADELESİ
Aslına bakılırsa kapitalist sınıfın işçi sağlığı ve iş güvenliği diye bir sorunu yoktur. Çünkü burjuva iktisatçıların da kabul ettiği, Marx tarafından da açık bir biçimde açıklandığı gibi kapitalist tıpkı maden, makine, kumaş, buğday… gibi metaları satın almasına benzer biçimde iş gücü pazarından da iş gücünü satın alır. Yani kapitalist için diğer metalar gibi iş gücü de bir metadır. Kapitalist böylece iş gücünü alırken -ister istemez- işçiyi de almış olur. İşçinin iş gücünü nasıl taşıdığı, sağlığı, hastalığı, ölüp ölmemesi kapitalisti ilgilendirmez(di).
Kısacası kapitalizmin ilk dönemlerinde kapitalist için “işçi sağlığı ve iş güvenliği” diye bir sorun da yoktu. Dolayısıyla kapitalist için böyle bir maliyet unsuru da yoktu.
İşçi sağlığı ve iş güvenliğinin gündeme gelmesi işçilerin çalışma ve yaşama koşullarının iyileştirilmesi mücadelesinde adımlar atılmasıyla gündeme gelebildi ve mücadelenin ilerlemesine bağlı olarak da ete kemiğe büründü. Kapitalist iktidarlar da işçilerin mücadelesiyle bu çerçevedeki talepleri yasalara geçirmek zorunda kaldılar.
Bu yüzden de kapitalist bir sistemde işçi sağlığı ve iş güvenliği mücadelesi, kapitalist sınıfın gözünde işçiyi, iş gücünün taşıyıcısı bir makine olmanın ötesine geçirerek “insan” olarak kabul edilmesinin ölçütü oldu.
SENDİKA BÜROKRASİSİ HAİN BİR ROL OYNUYOR
Bu yüzden de işçi sağlığı ve iş güvenliğine ilişkin talepler her TİS’te, üstünde özenle tartışılan maddeler olmak durumundadır.
Ancak bütün öteki öncelikli talepler için olduğu gibi iş ve hizmet birimlerinde örgütlü olmayan bir mücadelenin sürdürülebilirliğinin olanaklı olmadığı dikkate alındığında, işçi sağlığı ve iş güvenliği gibi ciddi ve sözcüğün gerçek anlamıyla işçiler için hayati önemde olan bir mücadele için de belirleyici önemdedir.
Bugün en son Amasra faciası karşısında bile Türk-İş ve Hak-İş başta olmak üzere sendikal merkezlerden DİSK, KESK (ve bazı bağlı sendikalar) ve Türk-İş’e bağlı bazı sendikalardan gelen kimi tepki açıklamaları ötesinde protokol icabı bir açıklamanın bile yapılmadığı çok açıktır. Sendikal bürokrasinin hain rolü de dikkate alındığında ileri işçiler ve mücadeleci sendikacıların kendi sorumlulukları ve görevlerini yenileme ihtiyacı daha da önem kazanmaktadır.
GERÇEK BİR İŞÇİ SAĞLIĞI VE İŞ GÜVENLİĞİ MÜCADELESİ İÇİN…
Bu yüzden de;
- Üretim ve hizmet birimlerinde yasal olarak kurulması gereken işçi sağlığı ve iş güvenliği kurullarının bileşimlerinin gözden geçirilmesi ve görevlerinin yeniden tarif edilerek aktifleştirilmesi,
- TİS’lerde sektör ve iş yerlerdeki özgün taleplerin tartışılması, bu konudaki taleplerin TİS taslaklarına geçirilmesi ve görüşmelerde bu taleplerin ele alınıp alınmadığının yakından izlenmesi,
- Sendikaların işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda sistematik eğitimler yapması,
- Sınıfın ortak talepleri haline gelen, gelmesi gereken taleplerle ilgili olarak her konfederasyondan, her iş kolundan ve her kademede mücadele eden sendikaların, sınıf partisi başta olmak üzere, emekten yana siyasi parti ve çevrelerin, TTB, TMMOB ve emekten yana akademisyenlerin de katıldığı, destek verdiği konferans, sempozyum vb. tartışmalar düzenlenmesi,
- İşçi sınıfının işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda uluslararası kazanımları gözden geçirerek bu kazanımların Türkiye’de de gündeme getirilmesi, işçi sınıfının sermayeye karşı mücadelesini, yeni bir boyut kazandırarak derinleştirecektir.
1992’deki Kozlu, 2014’teki Soma, geçtiğimiz haftanın sonunda Amasra’daki iş cinayetlerinden kalıcı bir dersi ancak “Kimlerle birlikte kimlere karşı nasıl bir mücadele vermeliyiz?” sorusuna net bir yanıt vererek çıkarabiliriz.
“Başka ocakların sönmemesi” de ancak böyle bir mücadeleye girilebilirse önlenebilir.
- Tartışmalar "Sadece Türkiye’nin Kürt sorununun demokratik çözümü" kapsamını aşıyor 05 Ocak 2025 04:58
- 2025'in emek, barış ve özgürlük yılı olması dileği ile... 31 Aralık 2024 06:59
- Ülkemiz işçi emekçileri 2025'i emek yılı yapacak güce ve deneyime sahiptir! 28 Aralık 2024 06:16
- Asgari ücretli işçinin grev hakkıyla da donatılmış yeni bir mekanizma talebiyle mücadeleye! 24 Aralık 2024 16:44
- Son iki haftada oluşan Suriye haritası neyi gösteriyor? 12 Aralık 2024 04:45
- Asgari ücret miktarı, AÜTK'ye bırakılamayacak kadar ciddi ve önemli taleptir! 08 Aralık 2024 04:44
- Suriye'de çıkar peşindeki herkes operasyonun içinde ama kimse rolünü kabul etmiyor 05 Aralık 2024 06:45
- Eğer ‘Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz’se... 01 Aralık 2024 04:54
- İşçilerin özelleştirmeye karşı cepheden ‘hayır’ demekten başka bir seçeneği yok! 27 Kasım 2024 06:55
- Tek adam yönetiminin ülkeyi nereye getirdiğinin bir haftaya sığan fotoğrafıdır! 24 Kasım 2024 04:47
- Bakan Tekin ve arkasındakiler laikliğe cepheden savaş açan bir konumdadır! 21 Kasım 2024 04:52
- İktidar 'iç cepheyi güçlendirmek' istiyor, emek ve demokrasi güçleri ise 'birleşik mücadele' diyor 17 Kasım 2024 04:44