19 Ekim 2022 04:10

Korku duvarı, yorgunluk, tedavülden kalkan mücadele biçimleri

Amasra maden katliamında yakınlarını yitirenler

Fotoğraf: İbrahim Yozoğlu/AA

Paylaş

Günler iyice kısalmaya başladı. Bir süredir sabahları karanlığa uyanıyoruz. İçimiz kararalı ise nice olmuş. Bartın’dan gelen haberle de zifiri karanlığı yaşıyoruz kaç gündür. Karnını doyurabilmek için yerin yedi kat altında zifiri karanlıkta iş tutanlar ve aileleri kadar olamasa da acının pençesindeyiz. En nihayetinde ateş düştüğü yeri yakıyor. Günümüzde, başkasının acısına duyulan üzüntü de bir başka acıya kadar bile sürmüyor ne yazık ki. Her ne kadar “Unutmayacağız”, “Unutursak kalbimiz kurusun”, vs. diye söylesek ya da yazsak da. Gün geliyor sloganlar anlamını yitiriyor. Öyle hemen olmasa da bir süre sonra tedavülden kalkanları da var. Mesela ben bir ara “Gün gelecek, devran dönecek, AKP halka hesap verecek” sloganına epey sinir olmaya başlamıştım. Herhalde hukuk tamamen ortadan kalktığından, hesap verme olasılığı falan görünmediğinden son zamanlarda bu sloganı pek de duymaz oldum. Toplumsal muhalefet, yani bizler de sonunda artık hukukun kırıntısı kalmadığını, var gibi göründüğünde de aslında hep birlikte aklımızla dalga geçmek için varmış gibi gösterdiklerini idrak ettik sanırım. Yani umarım anlamışızdır. Gerçi anlasak ne fayda, her hukuksuzluk karşısında bir sürü masraf ederek dava açmaya devam ediyoruz. Ahmet Altan demişti sanırım “Beni hukuk varmış gibi savunmaya devam et.” Ben de avukatıma 2016’dan beri benzer şeyleri söylüyorum, ama galiba artık kendimizi kandırmaktan da vazgeçmemiz lazım. Zira, hukuk mücadelesi mücadele biçimi olmaktan çoktan çıkmış ülkede…

Sloganlar ve mücadele biçimleri anlamını yitirirken, biz de bir türlü çıkamıyoruz bu karanlıktan. Işığı ararken kimi zaman yüzümüzü başka yerlere çeviriyoruz. “İran’da molla rejimine karşı kadınlar ayaklandı, erkekler de destek veriyor, korku duvarını aşmışlar, ölüyorlar ama geri adım atmıyorlar” diyoruz umutla. Fransa’da pazar günü on binler hayat pahalılığına karşı eylem yapmış, salı da genel grev varmış… Ne güzel, insanlar haklarını arıyor, özgürlüklerinin peşinden koşuyor… Ben de pazar günü eyleme gitmek için evden çıktım, metroya bindim. Sonra eylemin düzenlendiği meydandaki metro durağına gelmeden metrodan indim. Nedense anlamsız geldi bir an için eyleme gitmek. Dinginlik ve huzur aradım. Dinginliğe sığındım. Sonra haberlerde eylem görüntülerini görünce pişman oldum, ancak son pişmanlık fayda etmedi işte. Zira, bizzat inşa etmediğin dinginlik de senin olmuyor ve ancak geçici oluyor.

Galiba haklarımızı savunmaktan vazgeçiyoruz yavaş yavaş. Yoksa hızlı hızlı mı? Sabah sabah henüz daha gün ağarmadan bu satırları yazarken, artık mücadeleden yorulduğumu düşündüm. Sanırım toplum olarak yorulduk, hem de çok… Korku duvarını aşar mıyız derken, aşamadan yorulduk. Duvar üzerimize yıkıldı.

Yorgunluğumuzu silkinip atmak, cesaretimizi yeniden yeşertmek için belki de bazı mücadelede biçimlerini tedavülden kaldırmamız, onlara artık umut bağlamamamız gerek. Umudumuzu yeşertecek yenileri üzerinde düşünmemiz lazım. Düşünmemiz gerek dediğime bakmayın, zira bu arayış yine ancak mücadelenin içinde yolunu bulur. Yoksa oturduğumuz yerden planla, hesapla, kitapla değil. Yıllardır derslerde, konferanslarda anlattım, eylem repertuvarı mücadelenin içinden gelişir diye. Zaman alır, değişimi yavaştır, ancak değişir, evrilir, genişler. Eylem repertuvarı, taleplerimizi dış dünyaya anlatmak için kullandığımız anlamlar ve araçlar setidir. Belki de işte o “dış dünya” ile ilişkimizi kestik, artık kendimizi, derdimizi, taleplerimiz anlatma isteğimizi kaybettik. Hastalığımızın teşhisini koyalım da tedavisi ardından gelir nasıl olsa…

Protesto bir arayıştır, biz bu arayışı bıraktık belki de. Hatta soru sormayı ve sorgulamayı. Neden madende günlerdir devam eden sızıntıya rağmen işçiler çalıştırıldı? Neden önlem alınmadı? Neden onca can yerin altında göz göre göre ölüme gönderildi? Neden çalışma güvenliği diye bir şey yok bu ülkede? İnşaatlarda, madenlerde, tersanelerde, vs. neden insanlar birer birer ya da topluca ölüyor? Bu soruları bıkmadan yorulmadan sormaya başladığımızda, yüksek sesle dillendirdiğimizde, mücadelenin repertuvarı da biçimlenir elbet. Yeter ki soralım, sorgulayalım, mücadeleye dair istek ve arzumuzu yeşertelim, yenileyelim…

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa