22 Ekim 2022 04:55

Kader planı vardır

Bartın Amasra'da 41 madencinin öldüğü grizu patlamasının yaşandığı maden ocağı

Fotoğraf: Meltem Akyol/Evrensel

Paylaş

41 madenci göz göre göre bir cinayete kurban gitti. Bu katliamın sorumluları da Soma’da olduğu gibi, eylemlerine denk düşen cezayı muhtemelen almayacaklar. Suyu bulandıran, yön saptıran tartışmalar içinde ihlallerin ve ihtimallerin boyutu belirsizleşecek, konu, yeterince iyi görülmemiş bir adli mesele olarak üstü kapanacak. Cumhurbaşkanının kaza, fıtrat, kader diyerek ahaliyi din tartışmasına çektiği minder, ana akım muhalif medya ve siyasetçiler tarafından hemen dolduruldu bile. Gerçek kader bu mu, değil mi eşiğinde bir yayımcılık. En rasyonali, mahkemelerin kamuoyunun önüne bir sorumlu atmasını bekliyor.

Soma’da 300 kişinin ölümüne, Amasra’daki 41 canın kaybına yol açan bir kader planı elbette var. Ama bu, ilahi güçler tarafından yazılmadı. 2010 yılında 30 işçinin can verdiği Karadon Maden Katliamı sırasında müessese müdürü olan İsmail Güner’in göstermelik bir yargılamadan sonra TTK genel müdür yardımcısı; 2013’te 8 kişinin öldüğü Kozlu cinayeti sırasında yönetici olan Kazım Eroğlu’nun aldığı hapis cezası paraya çevrildikten sonra TTK genel müdürü yapılmasına bakılırsa bu kader planı bir fikir ve amel ortaklığında olanların birbirinin arkasını kollamasıyla oluşuyor.

Buradan başlayıp geriye doğru bakmak, bu ilişkilerin böyle pervasızca oluşabildiği zeminin nasıl oluştuğuna bakmak yararlı olurdu. O zaman 12 Eylül darbesinden az önce Özal tarafından hazırlanan kamu kurum ve kuruluşlarını ‘serbestleştirme’nin yolunu açan 24 Ocak kararlarına, hemen arkasından gelen rödovans sistemiyle taş kömürü kurumlarının birer birer özelleştirilmesine gelebilirdik. 24 Ocak kararları neoliberal kapitalizmin Dünya Ticaret Örgütü denen, sermayenin bütün ülkelerdeki yayılım koşullarını ortaklaştıran kararların yapıcısı tarafından dikte ettirilmişti. Ancak bu kararları en iyi uygulayan, 12 Eylül Anayasası’nın yetmediği koşullarda ona eklemeler yapan, iki kez  referandumdan geçiren AKP iktidarı oldu.

Devlet kömür işletmeciliğini, önce ithal kömür getirip işletmelerin verimsizliğini güya kanıtladıktan sonra, tıpkı feodal bir hak sahibi gibi kömür derebeylerine kiraladı. Mülk devletindi ama sorumluluk bu durumda hiç kimsenin oldu. Rödovans sistemi kamuoyunun gündemine ancak Soma ile, yıllar sonra girdi.

Mayıs 2002’de, AKP’nin iktidarını karşılayan günlerde yapılan Türkiye 13. Kömür Kongresinde bir bildiri sunan TTK Genel Müdürlüğünden Ömer Yenel TTK’nin dönüşümünün sonradan iktidarın kurumun içinden aldığı destek ve iş birliği ile nasıl dönüştürüleceğinin tablosunu çizer: “Devletin yeniden tanımlanan işlevleri arasında, devlet işletmeciliğine yer verilmemektedir. Bu nedenle devlet işletmeleri tasfiye edilmektedir. Enerji piyasaları serbestleştirilerek rekabete dayalı bir yapıya dönüştürülmektedir.”

Aynı yerde, linyit kömürünün santraller aracılığıyla serbestleştirilmesinin gerekliliği de not düşülmüştür. Hani halkının bölgede ve insan sağlığında yol açacağı zararlar nedeniyle uzun süre direnişte olduğu Yatağan, Gerze vb. termik santralleri ile Karadeniz’de her dereye kurulan hidroelektrik santral inşaatları böyle gündeme geldi: Yandaşa serbestleştirelim.

Buna yabancı sermayenin değerli madenleri aramak için yok ettiği ormanlık arazileri, bölgede maden varsa zeytinliklerin sökülebileceğini hükme bağlayan yasa tasarısını da ekleyelim.

AKP hükümetleri neoliberal kapitalizmin dümen suyunda taşı toprağı satarken sürekli bakım gerektiren en kritik işletmeler arasında yer alan kömür madenlerinin daha fazla kâr dürtüsüyle bir kenara bırakılmış itinası işçilerin kaderini yazdı. Varsa bir kader planı işte o budur.

Buradan işletmeler devletin elindeyken her şey iyiydi sonucu çıkmasın. Sonuçta rejimin külli iradesi ve kapitalist dönüşümün sorumlusu da kişilerden bağımsız olarak odur. Önemli olan madencilik ve enerji gibi çekirdek işletmelerin kamunun elinde kalmasıdır ama sendikaların, mühendislik meslek odalarının denetimi sağlanarak. Bunun için sendika başkanının katliam yerinde devlet ekabir takımıyla takıldığı bir tablonun meşru olamayacağı, böyle bir sendika başkanının orada oturamayacağı bir ortamın yaratılması önemlidir. Fakat bugünkü siyasal ortam Sayıştayın raporunun bile kale alınmadığı, işletmelerde mühendislerin bile bulunmadığı, olanların parti kartıyla maaş aldıkları, en üstten en alttakilere kadar, sonra tersi sırayla, suç ortaklarının birbirinin kusurunu örttüğü, sırtını sıvazlayıp sırrını tuttuğu, birbirini taltif ve terfi ettirdiği bir düzendir.

O duvardan bir tuğla çekildiğinde bütün bir tarih çöker.   

Yoksa böyle bir düzende iş cinayetleri, maden katliamları bir kaderdir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa