22 Ekim 2022 04:35

"Kader planı" mı, nedensellik bağının karartılması mı?

Fotoğraf: Eğitim Sen Bartın Şubesi

Paylaş

Bartın’ın Amasra ilçesinde bir maden ocağında meydana gelen patlama bütün ağırlığıyla ülke gündemine oturdu. Hızla olay yerine doğru hareket eden bakanlar, içinde ‘şehit’ kavramı geçen ve patlama alanına gönderilen personel ve araç sayısını detaylarıyla içeren demeçler verdi; yapılması gereken her şeyin ‘fazlasıyla’ yapılmakta olduğu belirtildi.

Maden Mühendisleri Odası Başkanı Ayhan Yüksel, patlamanın hemen ardından NTV canlı yayınında, o ana dek kuyudan çıkamayan onlarca kişinin durumundan endişe duyduğunu bir uzman olarak belirtmesine rağmen, sözcülük görevini üstlenen bakanlar, yüksek sayıda ölüm ihtimaline hiç değinmemişti. Kayıplar, ilerleyen saatlerde kontrollü bir biçimde açıklandı.

Eş zamanlı süreçte Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir sonraki gün için planlanmış Diyarbakır programının ertelendiği ve patlama alanına gideceği bildirildi. Soma’da ölenlerin ardından “Literatürde iş kazası denilen bir olay vardır. Bunun yapısında fıtratında bunlar var. Hiç kaza olmayacak diye bir şey yok.” diyen Erdoğan, bu kez “fıtrat” kavramı yerine özü aynı ama sözü farklı olan “kader planı” kavramını kullandı.

Konu iktidar yanlısı medyada “kader,” “Arama-kurtarma sürecinde gösterilen fedakarlıklar” ve “Gereği neyse yapılıyor” sacayağı üzerinden aktarıldı. Numan Kurtulmuş’un “En ufak bir hata, kusur varsa bunlar ortaya çıkacak. Kusurlu görülenler de yargı önünde hesabını vereceklerdir.” sözleri, ilk anda görevlendirilen savcı sayısının üçten altıya çıkarılmasıyla ve görev yapan iş müfettişlerinin sayısının da yine altı olarak açıklanmasıyla teyit edildi. Adli ve bürokratik düğümlerin sağlam atıldığı bu yolla gösterildi.  Ertesi gün İçişleri Bakanlığı, konuya ilişkin sosyal medya üzerinden provokatif içerikli paylaşım yapan hesaplar için adli işlem başlatıldığını duyurdu.

Bütün bu söz, eylem ve işlemler, Amasra faciası ertesinde iktidarın izleyeceği yolu, içerdikleriyle olduğu kadar, dışarıda bıraktıklarıyla da göstermiş oldu. “Kader planı” çerçevesi içinde düşünülüyormuş gibi yapılsa da, ifade edilenin bir ‘siyaset planı’ olduğu ilk iki günde belli olmuştu. Temel amaç, yaşanan facia ile bunun arkasında yatan karar ve tercihler arasındaki nedensellik bağını karartma çabasıydı. Konuyu ‘kader’ bağlamına havale ederek, böyle bir felaketin doğuracağı ahlaki, yasal, ekonomik ve en önemlisi de siyasal sorumluluktan kurtulmak arzu ediliyordu.

Sebep sonuç ilişkisine söylem ile müdahale bununla da sınırlı kalmadı. En az “kader planı” kadar yüklü bir diğer kavram tercihi “kaza” oldu. Kaza kavramının kullanımı, sürecin ‘Kasıt olmaksızın, istenmeden gerçekleşen’ bir olay gibi gösterilmesinde önemliydi. Patlamayı bilinçli tercihlerin beklenen sonucu olmaktan çıkarmak üzere kullanılan bu kavram üzerinden sorumluluğun azaltılması ve hatta yok edilmesi amaçlanmıştı.  

Ancak, hem güncel siyasal gidişe hem de ileride şekillenecek adli süreçlere peşin müdahale arzusu içeren bu kavramsal müdahaleler hak ettiğince gözler önüne serilemedi. Ne yazık ki bir kısım muhalefet temsilcisi ve kalem erbabı, iktidarın yıllara yayılmış karar ve tercihleri üzerinden şekillenen nedensellik bağı yerine ‘kader planı’na yoğunlaştı. Eleştirdiklerini zannederken, iktidarın konuya yaklaşım biçiminin meşruiyet düzeyinin yükseltilmesine destek vermiş oldular.

* * *

Kuşkusuz yukarıda çerçevesi çizilen karartma çabasının, güncel siyasal kaygıların ötesine giden boyutları da mevcut. Amasra’da yaşanan felaket her şeyden önce Türkiye işçi sınıfının çalışma koşul ve dinamiklerine ilişkin bir gösterge niteliği taşıyor. Theo Nichols’un* belirttiği üzere endüstriyel üretim birimlerinde ulaşılan işçi sağlığı ve güvenliği düzeyi bir ülkede emek ve sermaye arasındaki ilişki dinamiklerini açıkça gösteriyor. Bu bağlamda Amasra faciasından sonra atılan algı yönetimi adımlarının altında öncelikle bu durumun yattığı özellikle belirtilmeli. Bu telaşın nedenlerinden bir diğeri, en gelişmiş teknolojiyle donatıldığı ve periyodik olarak denetlendiği iddia edilen bu ocakta yaşanan feci kaybın, “işçi kusuru” olarak yaftalanıp üzerinin kolayca örtülemeyecek olması gerçekliği. Kategorik olarak felaketler ile siyaset arasındaki ilişki giderek daha görünür oluyor. İletişim teknolojisindeki gelişmeler nedeniyle artık her şey göz önünde gerçekleşiyor ve uluslararası karşılaştırmalar yapılabiliyor.

Yarattığı kanla boyalı şeffaflık ve duygu yükü nedeniyle üretim alanlarındaki felaketler, siyasal muhasebenin en yoğun yaşandığı ortamların başında gelir. Muhalif tavır, güncel veriye daraltılmış ve gerçekliği kısmen açıklayabilen yaklaşımlar yerine, kapitalist tercihler ile işçi cinayetleri arasındaki nedensellik bağının gün yüzüne çıkarılması çabası içinde şekillenmelidir.

* Theo Nichols. 1997. The Sociology of Industrial Injury. London: Mansell Publishing.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa